Günümüz edebiyatı kente, hatta büyük şehre, metropole sıkışmış vaziyette. O metropolün kıyısına köşesine gitmeyi de pek sevmiyor. Yazılan roman ve öykülerin yüzde doksanı İstanbul’da ve merkezdeki Beyoğlu, Kadıköy gibi semtlerde geçiyor. İstanbul’u Ankara, İzmir, nadir de olsa Bursa, Eskişehir, Diyarbakır ve Adana izliyor. Diğer şehirler söz konusu oldu mu tek tek isimler söylüyoruz; “Yozgat’ın öyküsünü Mustafa Çiftçi yazdı,” gibi. Yozgat diğerlerine göre şanslı illerden Ethem Baran da memleketini ihmal etmiyor.
Kentlerden ilçelere geçtiğimizde Bodrum, Ayvalık gibi gözde tatil yörelerini saymazsak sayı iyice azalıyor. İnegöl’ü Cemil Kavukçu, Erdek’i Mahir Ünal Eriş yazdı, ya diğer binlerce ilçeden söz eden var mı? Köy dediğimizde ise örnekler iyice azalıyor. Menekşe Toprak, Ayhan Geçgin gibi tatlı ya da tatsız vesilelerle kahramanları köye giden yazarlar az da olsa var ama köyü mekan edinen köylülerin başından geçenleri anlatan pek öykü ya da roman anımsamıyoruz.
Edebiyat eserinin mekanının İstanbul olması yeni bir şey değil. İlk öykü ve romanlar yayımlanmaya başladığından beri İstanbul, özellikle Beyoğlu gözde mekan olmuş. Ankara ancak milli mücadele ile girebiliyor edebiyat eserlerine. O da başkent olmasının sayesinde.
Bir bakış açısına göre bu hal normal, çünkü roman modern bir tür ve şehirlerde geçmesi şaşırtıcı değil. Köyler romanın yapısı için uygun değil köyde ancak öykü yazılır diyen de var ama köy öyküsü de çok yok.
Erkan Irmak, 2018 tarihli, sonradan kitaplaşan doktora çalışması “Eski Köye Yeni Roman: Köy Romanının Tarihi, Kökeni ve Sonu (1950-1980)” da “köy romanları yine yalnızca olayların gerçekleştiği mekâna bakılarak sınıflandırılmıştır” tespitini yapar ve bu tavrı “toptancı yaklaşım” diye eleştirir. Ben haklı bulduğum bu eleştiriye gelmeden mekan düzleminde bile köyün, kasabanın, Türkiye’nin diğer şehirlerinin edebiyatımızdaki yerinin bu kadar az olmasını garipsiyorum. Köyde geçen her edebiyat eseri köy edebiyatı değildir, dersek elimizde pek bir şey kalmayacağı da bir başka gerçek.
İlk köy romanı Nabizade Nazım’ın 1890’da yazdığı Karabibik adlı eseri midir yoksa ondan çok daha önce hemen her konuda yazmasıyla ünlü, Türk romanının kurucusu Ahmet Mithat 1876’da “Bir Gerçek Hikâye” adıyla ilk köy romanını mı yazmıştır, tartışılıyor. Ama gerçek olan Türkçede roman türünün çıkması ile birlikte köyü mekan olarak seçen ya da konu edinen romanlar yazılmaya başlanmış.
Ama “Köy Romanı” deyince akla kuşkusuz Köy Enstitüleri’nde okumuş yazarlar geliyor. Mahmut Makal’ın Bizim Köy’ü de türün ilk ve en tipik örneği olarak gösteriliyor. Bir başka tartışma konusu kuşkusuz ama köy hayatını başarıyla anlatan Bizim Köy’ün ne kadar roman olduğunun da üzerinde durulmalı. Bizim Köy’ün Makal’ın köyde yaşamı anlattığı notlarından oluşan “Bir Köy Öğretmeninin Notları” başlığıyla bir yazı dizisi olarak Varlık dergisinde yayımlandığını, o yazıların sonradan bir araya getirilerek kitaplaştığını biliyoruz. Köy enstitülü yazarlar kuşağının ilk kitabı Bizim köy, ilk yazarı Mahmut Makal olsa da bu kuşağın en iyi yazarı bence Fakir Baykurt’tur. Eserlerini roman ya da öykü tanımlarına uygun olarak yazmış, unutulmaz eserlere imza atmış. Köy edebiyatı denilince benim aklıma gelense Üç Kemaller’in Yaşar Kemal, Kemal Tahir ve Orhan Kemal’in eserleridir.
Diğer yandan köy edebiyatını ancak köylüler yazar diye bir çıkarım yapmak ne kadar doğru? Bana çok gerçekçi bir bakış gibi geliyor. Hiç yaşamadığınız bir yeri eserinizde konu edinebilir misiniz, sorusu tartışılmaya değer. Ben orta yolu seçiyorum, konu edineceğiniz mekanı, kişileri bir yolla, bizzat orada yaşayarak ya da ikincil kaynaklarla öğrenip içselleştirmeniz başarınızda etkili olacaktır, diyorum. Çünkü bir edebiyat eserini ne kadar gerçeğe uygun diye değil kendi içinde ne kadar tutarlı ve inandırıcı diye değerlendiriyoruz. Norveç ya da Japon köyünde geçen bir öyküyü başka türlü değerlendirmememiz mümkün değil. Gerekli de değil.
Bir köy edebiyatımız niye yok, soruma “Köy Edebiyatı diyeceğimiz bu metinlerin ortaya çıkışına zemin hazırlayan tarihi, kültürel ve siyasi koşullar kalmadı” cevabı doğru gibi görünüyor. TÜİK’in Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’ne göre 2017 itibariyle il ve ilçelerde yaşayan nüfusun oranı % 92,5. Köylerin payı % 7,5. Köyde yaşayan kalmamış, diyebiliriz. Ama köyü terk edişin de öyküsü romanı yazılmadı. Her şey sessizce oldu.
Tersten bakışla ise nüfusun % 18,42’ü İstanbul’da yaşıyorsa edebiyata konu olmasının bu kadar yüksek oranda olması da haksızlık değil mi?
edebiyathaber.net (25 Ağustos 2021)