“İnsan sesle doğar. Sonrası sözcükler, cümleler ve dildir. İyi ki böyle. Başka hiçbir canlıda bulunmayan harika bir özellik. Hem dışımızdaki hem de içimizdeki dünyayı dille yaratıyoruz aslında. Yalnızca iletişim yok bu dünyaların içinde. Bilgi, duygu, düşünce üçlüsünü en çarpıcı ve kalıcı hâle getiren sanatsal etkinlikler de var. Kuru kuruya soluk alıp vermekle, beslenip giyinmekle yetinmiyoruz çünkü. Varlığımıza bambaşka anlamlar da katmak istiyoruz. Bir yanımızı geçmişe yaslayarak, bir yanımızı geleceğe yansıtarak yapıyoruz bunu. Peki neyle? Dille elbette.
Bu gerçeği en iyi bilenlerden biriydi Mustafa Kemal. Geleceğin basamaklarının sistemli bir dil gücüyle çıkılacağını biliyordu. Latin harflerine geçişi başarır başarmaz Türkçenin arındırılması ve güçlendirilmesi çalışmalarına başladı. Kendine yol arkadaşları bulması gerekiyordu. Buldu. Cumhuriyet henüz üç yaşındayken Dil Heyeti’ni kurdu. Ulusal kültürü oluşturmakta dilin bağlayıcı gücüne inanıyordu. Sözcüklerin ve kavramların derinliğine güvenmek demekti bu aynı zamanda.
“Dünya üzerindeki en büyük silah, ateşlenmiş insan ruhudur,” der Ferdinand Foch. Yeni Türkiye toplumunun ateşli bir ruha kavuşması için silkinip kendine dönmesi gerektiğinin farkındaydı Atatürk. Bağımsızlığın yalnızca savaşarak kazanılmayacağını, gerçek bağımsızlığın topluma dil bilinci kazandırılmasıyla başarılacağını vurguluyordu her yerde. Türkçenin yabancı dillerin baskısı altına girdiğini ilk gören ve buna başkaldıran Kaşgarlı Mahmut gibi bir dil önderinin coşkusunu taşıyordu. “Asıl kurtuluş savaşımız şimdi başlıyor,” diyerek sıvamıştı kolları. Bunun için de Dil Devrimi’nin başarılması zorunluydu.
11 Temmuz gecesiydi. Dil konusunda yetkin olan çalışma arkadaşlarını topladı. Kurulacak olan dil kurumunun ilk çerçevesini kendi elleriyle çizdi. Ertesi günü de kuruluşun tamamlanmasını istedi. Dediği gibi de oldu. 12 Temmuz 1932’de Türk Dil Kurumu kuruldu. 1870’lerden beri Osmanlı’nın tartışmaya başladığı “dilde yenilik” ve “Türkçeye yönelme eğilimi” müthiş bir hız kazandı böylelikle. Dilin kendi içindeki serüveni böyledir aslında. Yavaş ya da hızlı değişimlere açıktır. Atatürk hızlı olanını seçti. Buna da zorunluydu.
İki buçuk ay sonrasıydı. Dolmabahçe Sarayı’nda 1. Türk Dili Kurultayı toplandı. Tarih 26 Eylül 1932. Amaç, Türk dilini başka dillerle kıyaslamak, kurallarını düzenlemek, geniş bir sözlük oluşturmak, sürekliliği olan dergi çıkarmak, deyimleri Türkçeleştirmek, dilimize yerleşen yabancı sözcüklerin yerine Türkçelerini bulmaktı. Türkçeyle ilgili ilk bilimsel çalışmaydı bu. Bir tür bayram! İşte bu yüzden her 26 Eylül’ü “Dil Bayramı” olarak kutluyoruz.
Ancak biraz farklı bir bayram bu. Kimilerinin farkına varmadığı, kimilerininse uzak durduğu bir bayram. Olsun. Herkesin heyecanı kendine. İlk kurultaydaki heyecan ise bir başkaydı doğrusu, ona yaklaşmak zor. Dokuz gün süren kurultay çalışmalarına yeni Türkiye’nin tüm yöneticileri katıldı. Atatürk de her gün oradaydı, bütün tartışmaları izledi. Türkçeye verdiği önemi herkese gösterdi böylelikle. Biliminsanları, yazarlar, gazeteciler, öğretmenler… Dile meraklı olan kim varsa, hepsine Dolmabahçe’nin kapıları açıktı. Köylerden ve aşiretlerden gelenler de oldu. Dil yalnızca İstanbul’un ya da kentlerin sorunu değildi çünkü. Dahası var: Dolmabahçe ile İstanbul Radyosu arasına kablo çekildi ve toplantı konuşmalarını halkın büyük kesimi dinleme olanağına kavuştu. Dil en önemli iletişim aracıydı ne de olsa.
Kurultay keskin bir kararlılıkla bitti. Sonrasında en uzak köy ve mezralara dek gidildi. Kamu örgütleri, okullar ve Halkevleri birer derleme merkezi gibi çalıştılar. Sekiz ay içinde, halk ağzından 125.988 Türkçe sözcük derlendi; bir yıl sonra bu sayı 129.792’ye çıktı. Osmanlıcadan Türkçeye Karşılık Bulma Programı başlatıldı. Tüm medya kuruluşları yardıma çağrıldı. Dört ay içinde, 1382 Arapça-Farsça sözcük saptandı, 1100’üne Türkçe karşılık bulundu, 640 tanesi benimsenip yayımlandı.
Atatürk durmadı. Dil konusunda sürekli çalıştı. Arayışlara girdi, kimini benimsedi, kiminden vazgeçti. Ölümünün bir yıl öncesinde bile geometri terimlerinin Türkçe karşılıklarını bulmak için uğraştı. Bu uğurda el kitabı bile yayımladı. İş Bankası’ndaki kişisel parasının yarısını Türk Dil Kurumuna bağışladı.
Bunları neden yaptı? Hepsinin temelinde toplumsal bir aydınlanmayı sağlama isteğinin bulunduğu açıktır. Bundan sonrası bize görev! Her dilin kendine özgü güzelliği ve zenginliği olduğuna inanarak bütün dillere saygı duymak boynumuzun borcu. Ancak Türkçenin üstün özellikli dillerden olduğu da tartışılmaz bir gerçek. Ne demiştik; insan sesle doğar. Bütün dünya dillerinde toplam 13 ünlü ses varken, bunların 8’inin Türkçede olduğunu bilmek, ayrı bir sevinç olsa gerek.
Sesimiz gür çıksın öyleyse. Dil Bayramımız da kutlu olsun!”
edebiyathaber.net (26 Eylül 2021)