İtiraf etmek gerekir ki bu satırların yazarının bazı Amerikalı yazarlarla ilgili bir önyargısı vardır. “Bazı” yazarlar kısmını tekrar vurgulayıp onlardan kendisine zaman zaman bulaşan “kanepede pinekleyerek geçirilen bir pazar günü sıkıntısı” nedeniyle diğer Amerikalı yazarlara da temkinli yaklaşmaktadır. Bu gereksiz önyargısı kitabı eline aldığında şöyle bir duraksamasına sebep olmuştur ama iyi ki durmamıştır. Bu öykü kitabı göstermiştir ki bağlayıcı önyargılar son derece yanıltıcı olabilmektedir.
Richard Yates 1926 yılında New York’ta doğmuştur. İkinci Dünya Savaşı’nda orduya katılarak Fransa ve Almanya’da görev yapmıştır. 1946’da New York’a geri dönmüştür. İlk romanı Bağımsızlık Yolu 1961’de yayımlanmış ve Ulusal Kitap Ödülleri’nde finalist olmuştur. Richard Yates belki de bu nedenle ilk romanının Bağımsızlık Yolu olmasını büyük bir trajedi olarak görmüştür. Bu roman 2008 yılında Sam Mendes tarafından sinemaya da uyarlanmıştır. Bir başka Amerikalı yazar Kurt Vonnegut, Bağımsızlık Yolu’nun önemli bir roman olduğunu vurgulamıştır.
Yates, yaşadığı dönemde eleştirmenlerce sürekli övülmesine karşın kitaplarından hiçbiri çok satanlar listesine girmemiştir. Kitaplarına ilgi 1980’lerde tekrar canlanmış, asıl ilgiyi ise 2000’li yıllarda görmeye başlamıştır. Ama 1992’de vefat eden yazarımız ne yazık ki buna tanık olamamıştır.
Yalnızlığın On Bir Hali, Richard Yates’in 1955-1962 yılları arasında yazdığı on bir öyküden oluşmaktadır.
İlk öykü Doktor Jack-o-Lantern’de yetimhanede büyüyen Vincent’a yeni başladığı okulunda, öğretmeni Bayan Price tarafından sınıfta kendini evinde hissetmesi için gösterilen iyi niyetli çabaların aslında nasıl da yaralayıcı olabileceği anlatılmaktadır. İnsanın aklına neredeyse “Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşelidir!” atasözü gelmektedir.
İkinci öykü Her Şeyin En İyisi’nde düğün hazırlıkları yapan Grace’le Ralph’in yaşadığı tereddütler, henüz evlenmeden daha sonra yaşayabilecekleri hayal kırıklıklarının ayak izleri, mecburiyetlerin yol açtığı karardan geri dönememe halleri, sanki bugünkü evlilikleri anlatır gibi hikâyelendirilmiştir.
Jody Attı Zarları, bir kışlada geçmektedir ve askerlerine nefes bile aldırmayacak derece disiplinli Çavuş Reece, okuyuculara tıpkı bir film tadı vererek anlatılmaktadır.
Acı Falan Yok’ta, soğuk bir kış günü, sanatoryumda yatan veremli kocası Harry’i ziyarete giden Mayra’yla acılı Harry’nin nazik ama soluk, bitik ilişkisi vardır.
Zora Doymam’da, işten el çektirilen Walter, bu durumu karısına nasıl anlatacağının sancılarını yaşamaktadır.
Köpekbalıklarıyla Boğuşan Adam, The Labor Leader gazetesinde yazmaya, kendilerini göstermeye, var olmaya çalışan McCabe’le Sobel’in hikâyesidir.
Yabancılarla Gülüp Eğlenmek öyküsünde, altmış yaşlarında, iri yarı, kemikli, erkek suratlı Bayan Snell, bir Noel arifesinde öğrencilerinde ömürleri boyunca iz bırakacak bir hayal kırıklığına sebep olacaktır.
BMT (Browning Makinalı Tüfek) Uzmanı’nda Fallon, kendisini arzuladığı kadar ciddiye almayan arkadaşlarıyla karısından uzaklaşarak caddelerde dolaşmakta ve bastırdığı şiddetli öfkenin dışarı çıkmasına tanıklık etmektedir.
Müthiş Bir Caz Piyanisti, Amerika dışında geçen tek öyküdür. Yale mezunu gençler yakışıklı Carson’la şişman Ken’in, Paris ve Cannes sokaklarından geçen, birbirlerine bağımlı dostlukları anlatılmaktadır.
Moruklara Elvada’da, yine bir sanatoryumun ağır hastalar koğuşunda, 1950’den 1951’e girdikleri yılbaşı gecesini, ailelerinden uzakta, kendi aralarında eğlenerek geçirmeye çabalayan, birbirlerine “bu seneyi de çıkarmayı” dileyen umutsuz hastalar vardır.
Yapı Ustaları, kitabın en son ve en uzun öyküsüdür. United Press gazetesinin finans servisinde, konuyu çok da bilmeden finans haberleri yazan Bob, kendisine Hemingway’i örnek almakta ve gerçek bir yazar olmanın hayalini kurmaktadır. Taksi şoförü Bernie’nin kendisine yaptığı ilginç teklifle bir süre iyi olduğunu düşündüğü öyküler yazsa da iş Kongre adayı bir senatörün reklam broşürü metnini yazmaya gelince kontrol edemeyeceği bir öfkeye kapılır.
Richard Yates’in de kısa bir dönem senatör Robert Kennedy’nin konuşmalarını yazdığını göz önüne alırsak bu son öykü sanki yazarın kendisinden de izler taşımaktadır.
Öykülerin hepsi 40’lı yılların sonuyla 50’li yıllarda savaş sonrası Amerika’sını anlatmaktadır. Aradan geçen onca yıla, değişen onca şeye rağmen okurda sanki bugündeymiş hissinin oluşması, yazarın kaleminin gücüdür.
Bütün öykülerde incecik bir hüzün, irili ufaklı yalnızlıklar, kocaman hayal kırıklıkları, yoktan var olma çabaları, bastırılmış ve yıllara yayılan öfkeler, birlikte yaşanmaya çalışılan umutsuzluklar, karşılığı olmayan beklentiler çok tanıdık durumlarla, aşina olduğumuz hallerle, son derece başarıyla yaratılmış atmosferlerde biz okurlara sunulmaktadır.
Kurt Vonnegut, kitabı “Bir Amerikalı tarafından yazılmış en iyi öykü kitabı!” diye tanımlamıştır.
Bu satırların yazarı bütün Amerikan öykü kitaplarına hâkim değildir ve yazının başında da belirtildiği gibi uzun okuma deneyimleri sonucunda nahoş bir önyargıya sahip olmuştur. Ama çevirisi de çok başarılı olan, yalnızlığı bağırmadan, sıradan kahramanlarla, son derece zarif ve sade bir dille anlatan bu kitap hakkında Kurt’a sonuna kadar katılmaktadır. Ayrıca türleri aynı olmasa da neredeyse tüm öykülerde Roald Dahl benzeri bir tekinsizlik hissettiğini, bunun da tüm o yalnızlıklara farklı bir hava kattığını da ayrıca belirtmelidir.
Son öykünün son cümlesi de şahanedir:
“Buralarda bir yerde hepimiz için bir pencere mutlaka olmak zorundadır!”
Yoksa çok zordur.
Berrin Yelkenbiçer – edebiyathaber.net (30 Eylül 2021)