“Lermontov’un bıraktığı miras Rus edebiyatının iliklerine kadar işlemiştir.”
Aleksandr Blok
15 Ekim: Moskova’da dünyaya gelen ve tıpkı ölümünden etkilenip kendisi için Şairin Ölümü’nü kaleme aldığı Puşkin gibi bir düelloda hayatını yitiren Rus yazar ve şair Mihail Yuryeviç Lermontov’un doğum günü… Onu, özellikle, yirmi yedi yıl süren yaşamının sona eriş hikâyesiyle ve Nabokov’un “Güçlü ve hızlı akan kurgusuyla okuru kendine bağlamayı başaran bir başyapıt” olarak tanımladığı yapıtı Zamanımızın Bir Kahramanı’yla tanıyoruz. Temelde Kafkasya’da doğan beş hikâyeden oluşan bu romanın ortak kişisi ve başkişisi Peçorin için bugüne dek -Byronik bir kahraman, en büyük antikahramanlardan biri gibi- birçok söz söylendi; Peçorin, yaratıcısı Lermontov kadar ünlendi. İnşa edildiği zemin, Lermontov’un yaşadığı döneme bakışı ve dönem hakikatlerini yansıtışı odağında ele alınırken roman, Puşkin’in öncüsü olduğu realist Rus nesrinin roman türündeki ilk örneği olarak değerlendirildi. Hakikaten de Zamanımızın Bir Kahramanı birçok açıdan “ilk” olma niteliği taşıyor. Rus edebiyatının ilk psikolojik romanı olarak kabul edilmesi, bu niteliklerinden bir diğeri.
Lermontov yapıtını 1837 sonbaharında yazmaya başladı, beş hikâyenin üçü 1839 ve 1840’ta Anayurt Notları dergisinde tefrika edildi. İlk baskının yapıldığı 1840 yılına baktığımızda edebiyata şahsî meselelerin hâkim olduğunu görüyoruz fakat bu toplumsal olanın ihmal edildiği anlamına gelmiyor. Nitekim Lermontov da yapıtının önsözünde şöyle diyor: “Zamanımızın Bir Kahramanı, merhametli beylerim benim, kesinlikle bir portredir, ancak tek bir insanın portresi değil: bu, bizim, gelişiminin zirvesindeki bütün kuşağımızın kusurlarından imal edilmiş bir portredir.” Yine kitabın başka bir bölümünde, “Peçorin’in Günlüğü”nün önsözünde, “İnsan ruhunun tarihi, en zayıf ruh da olsa, bütün bir halkın tarihinden daha az ilgi çekici, daha az yararlı değildir, özellikle de bu, olgun bir zihnin kendini gözlemlemesinin sonucuysa ve insanlarda ilgi veya şaşkınlık uyandırmak için mağrur bir arzuyla yazılmamışsa,” diyerek bireye hakkını teslim etmeyi de unutmuyor. Gerçi, yapıtının adıyla kahramanlığını ayrıca vurguladığı Peçorin’e “kahraman” demek ne kadar mümkün, bilinmez. Peçorin bir kuşağın temsilcisidir evet; fakat güçlü bir görüntünün yanı sıra “mağdur/kurban” görüntüsüne de sahiptir. Onun hakkında ne düşüneceğimiz konusunda çoğumuz ikilemde kalırız. Ki Lermontov’un “kahraman” kelimesini ironik bir şekilde kullanmış olabileceği de bir ihtimaldir elbette.
“Kısa süre önce, Peçorin’in İran’dan dönerken öldüğünü öğrendim. Bu haber beni çok mutlu etti zira bu, notları yayımlama hakkı veriyordu ve bu fırsattan yararlanarak başka birinin eserinin altına kendi adımı koyabilirdim. Tanrı, okurların beni böyle masum bir sahtekârlıktan ötürü cezalandırmasından esirgesin!”
Başkişi Peçorin’in karmaşık ruhu ve çözümlemesi zor kişiliği kadar yapıtın kurgulanış şekli de ilgi çekici. Özetle kahraman Peçorin’in günlüğünde yazanların ve bu günlüğün yazarın eline nasıl geçtiğinin anlatıldığı romanında Lermontov, Peçorin’in günlüğünü okurla buluşturarak doğrudan onun gözünden olayları aktardığı gibi kitabın başında yer alan hikâyelerde Peçorin’i roman kişisi Maksim Maksimıç’ın anıları vasıtasıyla tanıtarak ‘bir başkasının gözünü’ de anlatıya dahil ediyor. “Taman” başlıklı bölümde açıkça görüldüğü gibi büyülü öğeler kullanarak romanını renkli kılıyor. (Böylece romanın ‘gerçekçiliği’ üzerine yapılan tartışmaların da yönünü değiştiriyor aslında.) Peçorin’in günlüğünün yazarın eline geçmesinin hikâyesine baktığımızda ‘tesadüfî’ bir durumla karşılaşıyoruz; bu da Zamanımızın Bir Kahramanı’nın tesadüf eseri ortaya çıktığını hissettiriyor. Bunlarla birlikte, gerçekleşme zamanlarına nazaran hikâyelerin kitaptaki sıralanışının farklı olduğu göze çarpıyor. Yaşananları kronolojik olarak sıralamaya kalktığımızda, Lermontov’unkinden ayrı bir kurgu yaratacağımız kesin; Lermontov’un zamana uymayışınınsa okurun merakını artırdığı ve Peçorin’in çokyönlü bir şekilde analiz edilmesine katkıda bulunduğu aşikâr.
Lermontov’un romanı, onun Kafkasya izlenimlerini içeriyor. Yalnız, dönemin bir yansıması olarak yer almasını bekleyebileceğimiz politik unsurlar romanda belirgin değil. Hikâyeler hem yapısal nitelikleriyle hem içeriksel olarak birbirinden ayrılıyor. Çünkü Lermontov, tek/büyük bir meseleye odaklanmıyor. Zamanımızın Bir Kahramanı, başka başka meseleleri bir araya getiren ve birçok insanî duygulanımı barındıran bir roman. Akışta birbirinden bağımsız görünen hikâyeler, anlatıcı vasıtasıyla birbirine bağlanıyor; Peçorin ise hikâyeler arasında tutkal görevi görüyor. Lermontov’un hikâyeleri sıralama/kurgulama tercihinin, eleştirmenlerce, Peçorin’in ruhundaki karmaşayı yansıtmak için kullandığı bir yöntem olarak yorumlandığını da söylemeliyim. Örneğin Vadim Vatsuro bu tarz bir sıralamanın dünya edebiyatında yeri olduğunu söyler fakat bunun roman biçimini oluşturmak için bir ‘yöntem’ olarak kullanılmasının Lermontov’da görüldüğünü belirtir.
Bir ‘prototip’ olarak tanımlayabileceğimiz Peçorin, bir yandan soylu bir aileden geldiği belli olan, ilgi alanlarına sahip, entelektüel bir genç portresi çizerken, diğer yandan umursamaz ve duyarsızdır. Hadiseleri kavrayacak zekâya sahiptir fakat onlara yaklaşımında ciddiyet yoktur. Zaman zaman kendini belli eden acımasız tavrı yalnız kalmasına sebep olmaktadır, ki özgürlüğüne düşkündür. Yalnızlığını vurgulayan, kimi zaman temellendiren, okuru afallatacak tuhaf fikirleriyle karşılaşırız roman boyunca: “İtiraf edeyim ki bütün körlere, topallara, sağırlara, dilsizlere, kolunu veya ayağını kaybetmiş olanlara, kamburlara ve benzerlerine karşı güçlü bir önyargım vardır. İnsanların dış görünüşleriyle ruhları arasında daima tuhaf bir ilişki olduğunu gözlemlemişimdir, sanki bir organın kaybıyla birlikte bir duygu da yitirilir.”
Roman boyunca olumlu ve olumsuz nitelikleriyle var olur Peçorin. Okurun zihnini bulandırır. ‘Lüzumsuz adam’ tiplemesiyle birlikte anılması da bundandır, kitabın yayımlandığı dönemde ‘ahlaksız’ bulunması da. Aslında kusurları onun karizmatik yanını besler; bireyci tavrı ve özgürlük anlayışının toplumla ters düştüğü durumlar, insan doğasının ‘normalde’ nasıl işlediğini ortaya döker. Sözleriyle okuru hem şaşırtır hem de kendisine karşı bir acıma duygusu peyda olmasına sebep olur. “Hiç kimse sevmezdi beni, herkes incitirdi ve ben de kindar biri oldum,” der mesela. Ya da şöyle açıklar: “Bütün dünyayı sevmeye hazırdım ama kimse beni anlamazdı, ben de nefret etmeyi öğrendim (…) En iyi duygularımı alaylarla dövüşürken yüreğimin derinlerine gömdüm, onlar da orada öldüler.”
Öte yandan Lermontov, Peçorin’le ilişkideki kadınları da farklı koşulların içinde kurgulamıştır. Bu durum hem kahramanın kafa karışıklığını destekler hem de -yine- farklı gözlerin Peçorin’i anlatmasını sağlar. Denilebilir ki Lermontov’un romanındaki kadınlar, başkişinin varoluşunun birer parçasıdır ve her biri, kurguda tamamlayıcı bir rol üstlenir.
Lermontov bir ‘tip’ kazandırmıştır yazın dünyasına; absürt, ilginç, tuhaf. Zamanımızın Bir Kahramanı bugün üzerine konuşulan bir yapıt olma niteliğini koruyor; Peçorin hâlâ tartışılan, çözümlenmeye çalışılan, üzerine incelemeler kaleme alınan kurgu-kahramanlardan biri… Yazar Lermontov’un, Puşkin’in takipçisi olarak anılmasında da şüphesiz bu ‘romantik-gerçekçi’ başyapıtın büyük tesiri var.
Lermontov’un cümleleriyle bitirelim: “Belki bazı okurlar Peçorin’in karakteri hakkında benim görüşümü öğrenmek isterler. Cevabım, bu kitabın adı. ‘Kötü bir istihza bu!’ diyeceklerdir. Bilmiyorum.”
edebiyathaber.net (8 Ekim 2021)