Bazı yazılara imrenirim. Ne kadar kolay okunur. Dolu, dopdoludur ve üstelik dupdurudur. İnsanın yazmak, yazar olmak güdüsünü depreştirir. Hatta bu depreşme; depreşme olarak kalmaz, uygulamaya da götürür insanı. Bunu ben de yazarım dersin ve sarılırsın kaleme. Sonuç fiyasko olmasa bile kesmez senin güzel yazma arzunu. Iskaladığın, o yazının hiç de okunduğu gibi kolay yazılmadığıdır. Hani bizim toplumumuzda bir şeyleri çaba göstermeden başarmak marifet sayılır ya, bu da düştüğünüz o hezeyanın bir başka türevidir. Öğrenciliğimizde, sabahlara kadar çalışıp yüksek notlar alan kimi arkadaşlarımız hiç çalışmadıklarını söylerlerdi ya, o hesap. Oysa her başarı doğuştan getirilen yeteneklerin yanında ciddi çabayı gerektirir. O marifet de tam da buradadır: çalışmada.
Orhan Tüleylioğlu’nun “Gerçeği Söylemek” adlı kitabını okurken bunları düşündüm. Hem yazdıklarına imrendim hem de çabasına… Çünkü biliyorum ki böylesi yazılar ciddi bir birikimin yanında çok ciddi araştırıcılığı da gerektirir. Öyle ki yazar bir cümle için birçok kitaba başvurur ve kimi çabanın sonuçlarını almak günler sürebilir. İşte Tüleylioğlu’nun “Gerçeği Söylemek” kitabının arkasında böylesi bir çaba var: Ele alınan konular, ele alınış biçimleri, yazılardaki ince dokunuşlar “Ben baştan aşağı çabayım, baştan aşağı araştırmayım.” diyor.
Kimi konular vardır, konuşanı boldur, eğitim bunlardan biridir örneğin. Herkes bilgisi, görgüsü ve ideolojisi çerçevesinde yeni baştan inşa etmeye yönelir eğitimi. Hiç değilse sözleriyle… Hiç şüphesiz bu girişimlerin galipleri politikacılardır. Sadece sözleriyle değil, iktidar sahiplerinin attıkları adımlarla açık ara fark atarlar herkese. Ve bu laf kargaşasının içinde akıl sahibi ve donanımlı olanların sesleri kaybolur gider. İşte böyle bir çığlığı, öğrencisi olma onuruna eriştiğim Felsefe Kurumu Başkanı İonna Kuçuradi yıllar önce atmıştı: “ Bana dört yıl verin, 20 yıl sonra Türkiye bambaşka bir ülke olur.” Kimler duydu bu çığlığı? Kimler dikkate aldı? Bugüne baktığımızda maalesef sonucu görüyoruz. “Eğitim siyasetçilere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir.” diyenlere hak veriyor insan. Tüleylioğlu bir kitap arkeoloğuymuşçasına – diğer yazılarında olduğu gibi – tarihin tozlu rafları arasında kaybolan bu çığlığı duyup önemsiyor ve yıllar sonra yine karşımıza getiriyor.
Yazıların bir ucu Thales’e kadar gidiyor. Yani yaklaşık 2500 yıl öncesine… Thales’ten Bukowski’ye, Cicero’dan Sartre’a uzanan zihinsel bir yolculuk… Dünya’nın çeşitli coğrafyalarından sunulan sanat, bilim, felsefe içerikleriyle müthiş bir ziyafet. Okumaktan keyif alanların unutamayacakları bir ziyafet… Bu ziyafet sofrasında kimler yok ki: Gramschi, Rodin, Rilke, Füruğ, Oğuz Atay, James Dean, Puşkin, Ray Bradbury, Haruki Murakami, Paul Auster, Mary Shelly, Jack London, Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Ratip Tahir Burak, Fakir Baykurt, Deniz Gezmiş, Server Taninli, Che, Pavese, Marx, Rıfat İlgaz, Kopernik, Galileo, Bruno, Descartes ve Kuçuradi.
Şöyle bir göz gezdireyim diye kitabı almıştım elime, bitirmeden bırakamadım. İyi okumalar sevgili okur.
edebiyathaber.net (12 Ekim 2021)