I
Çağdaş Norveç Edebiyatı için dünyanın yükselen yıldızı tanımlamasını yapsam, sanırım abartmış olmam.
İskandinav polisiyeleri, türün meraklıları tarafından yıllardır kalburüstü olarak nitelenip okunurken polisiye türünün dışında kalan eserler biraz gölgede kalmış gibiydi.
Türkçedeki otuzuncu yılını dolduran ve “hepsatar” olarak niteleyebileceğim Ingvar Ambjørnsen’in Beyaz Zencileri’nden günümüze bir çizgi çekecek olursam, Jostein Gaarder, Ola Bauer, Karl Ove Knausgård, Kjersti Skomsvold ve Per Petterson kitapları okurlar nezdinde karşılıklarını yeterince buldu.
Günümüze biraz daha yaklaştığımızdaysa Roy Jacobsen, Erlend Loe ve Dag Solstad isimleri bir adım daha öne çıktı. Özellikle Erlend Loe, Doppler üçlemesi ile şehir yorgunları için sığınılacak bir liman gibi görüldü. Roy Jacobsen’in pastoral romanları, meraklılarını tatmin ederken bu üçlü içinde benim için asıl keşif Dag Solstad oldu.
Dag Solstad’ın kışkırttığı keşif isteğim sayesinde de yakın zamanda Jon Fosse ve Kjell Askildsen ile tanıştım.
II
Yort Kitap, 686 sayılı KHK ile Anadolu Üniversitesi’ndeki görevinden ihraç edilen Osman Şişman liderliğinde Eskişehir’de 2018 yılında kurulan bir yayınevi.
“2019’dan itibaren okura sunmayı planladığımız yort listesinde güncel düşünce, sinema kuramı, yeni medya eleştirisi gibi alanlarda, Türkçe okurunca çoğu bilinmeyen yazarların metinlerini tercüme edeceğiz ve yayımlayacağız; sevdiğimiz romanlar da listeye dâhil olacak.” Diyerek yola koyulan yayınevi, Haziran 2020’de Kjell Askildsen’in Thomas F’nin Kamuya Açık Son Notları’nı okurlarla buluşturdu.
23 Eylül 2021’de 91 yaşında yaşama veda eden Kjell Askildsen; on civarında öykü kitabı altı civarında da roman yayımlamış, on bir farklı ödül kazanmış olmasına rağmen Ekim 2021 itibariyle Türkçeye tek kitabı çevrilmiş bir yazar.
Thomas F’nin Kamuya Açık Son Notları, orta uzunlukta iki öyküden oluşuyor.
Carl Lange adını taşıyan ilk öykü, Kafka’nın Dava’sını düşünmeden okuyamayacağınız bir içeriğe sahip.
Öykünün kahramanı çevirmen Carl Lange, tecavüze uğrayan on sekiz yaşından küçük bir genç kızın tarifine uyduğu için polis soruşturmasına takılmıştır. Öykü, üçüncü tekil şahıs ağzından anlatılmasına rağmen biz okurlar olayları Carl Lange’nin perspektifinden görürüz. Bu perspektiften bakıldığında yazar, okurları belirsizlik içinde bırakır. Lange, kimi şüpheli davranışlar sergilese de suçu işlemiş midir, emin olamayız. Lange’nin tutarsız davranışları suçlu olduğunu düşündürse de biraz geriye çekildiğimizde kırılgan bir kahramanın sarsılan özgüveni ya da kırılan onuru nedeniyle de garip davrandığını düşünebiliriz.
Kjell Askildsen; okurunu, içine sürüklediği bilinmezlik içinde bırakırken gerçek yaşamın siyah ya da beyazlardan oluşmadığını, grinin tonlarının yaşamın asıl gerçeği olduğunu vurgulamayı başarıyor.
Kitabın ikinci öyküsü Thomas F’nin Kamuya Açık Son Notları, on alt bölümden oluşuyor. Öyküye de adını veren Thomas F. Seksen yaşını devireli çok olmuş bir yazardır. “Dünya eskisi gibi değil. Örneğin, artık yaşam daha uzun sürüyor.” (s. 51) Diyerek başladığı sözleriyle, özellikle gelişmiş ülkelerdeki yaşlı nüfusun sözcülüğüne soyunuyor.
Öyküyü okudukça, huysuz bir ihtiyar olduğunu anladığımız Thomas F.’nin yalnızlığı, bedensel olarak adım adım çöküşe gidişi, buna rağmen “Seksenimi devireli çok oldu, yine de yetmiyor.” (s. 51) dediğinde fark ettiğimiz yaşama tutkusunu kaybetmemesi, okurun üzerinde hüzünlü bir etki bırakıyor.
1983 tarihli Thomas F’nin Kamuya Açık Son Notları, İngiltere’de 2018 verilerine göre, 200 bine yakın yaşlı insanın aylar boyunca hiç kimse ile konuşmadan yaşadığı gerçeğinden hareketle kurulan Yalnızlık Bakanlığı’nın işaret fişeği sayılabilecek bir metin olarak da değerlendirilebilir.
III
1959 Haugesund doğumlu roman, öykü ve oyun yazarı Jon Olav Fosse’nin 2021 Ekim ayı itibariyle dilimize kazandırılmış iki kitabı var.
Şubat 2021 tarihli Üçleme, bu yazı çerçevesinde değerlendirmeye çalışacağım üç kitap arasında okuru en çok zorlayabilecek olanı.
Üçleme’de, Alida ve Asle’nin yaşamlarına yön veren temel kırılma anlarından yola çıkılarak onların yaşadıkları anlatılıyor. Yazarın kitaba serpiştirdiği ipuçlarından yola çıkarak, kitabın ana ekseninde yaşananların 1905 öncesine tarihlenebileceği sonucuna vardım.
Üçleme’nin “Uyanıklık” adını taşıyan ilk bölümü, Alida ve Asle’nin Bjørgvin (Günümüzdeki adı Bergen) sokaklarında kalacak bir yer aramaları ile başlar. İkisi de on yedi yaşındadır ve Alida hamileliğinin son günlerindedir.
Tecrübesiz ve sahipsiz bu iki genç, Bjørgvin’e yeni bir yaşama başlama umuduyla gelmiş ama büyük bir bozguna uğramışlardır.
Kitabın, “Olav’ın Hayalleri” adını taşıyan ikinci bölümünde Uyanıklık’ta anlatılanların kısa bir zaman sonrasına sıçrarız. Alida ve Asle, bebekleri ile beraber bir başka şehirde yaşam mücadelesi içindedirler. Bu bölümde Asle, Bjørgvin’e gitmek zorunda kalır ve orada kaotik bir gece geçirir.
Kitabın “Gece Yorgunu” adını taşıyan son bölümünde ise yazar, ilk iki bölümde ucunu açık bıraktığı tüm olayları açıklığa kavuşturur ve kitabını oldukça tatmin edici şekilde sonlandırır.
Spoiler/Sürprizbozan başlangıcı
Uyanıklık’ta; Asle’nin tekneyi nereden bulduğunu, Alide’nin annesini, parayı vermeye nasıl ikna ettiğini anlayamayız. Alida ve Asle, ihtiyar ebenin evine zorla girdiğinde Asle’nin ebenin ağzını kapatması ve onu zorla dışarı çıkartması, okurda acıma hissi uyandıran çiftimize farklı gözle bakma gereksinimi uyandırır.
Yazar, bu muğlak bırakma tutumunu “Gece Yorgunu” bölümünde sonlandırır. Olav’ın Hayalleri’nde düş mü gerçek mi olduğunu bir türlü anlayamadığımız idamın gerçekten yaşandığını, Asle’nin ardından doğan dedikodular ve şehir efsaneleri nedeniyle, aslında işlemediği suçlarla da adının anıldığını, Alide’nin; Asle’nin idamından sonra yaşadığı zorlukları ve yeniden evlenip bir çocuk sahibi daha olmasını hep son bölümde öğreniriz.
Spoiler/Sürprizbozan bitişi
Jon Fosse, belli ki üslupçu bir yazar. Kitabın çevirmeni Banu Gürsaler Syvertsen yazarın üslup özelliklerinin ne kadarını koruyabilmiştir, bilmiyorum ama Üçleme’yi okudukça, dipnotlarda yaptığı açıklamaları gördükçe, korumak için büyük çaba harcadığını anlayabildim.
Fosse, kitabını virgülle ayırdığı sıralı cümlelerle bezemiş. Bu cümleler devam ederken kullandığı kipleri sürekli değiştirmiş ve bu kiplerle beraber aynı cümlenin içinde zaman sıçramaları yapmış. Bu sıçramalara ek olarak, kahramanların düşleriyle somut gerçekliği birbirine karıştırarak okurun işini bir hayli zorlaştırmış. Bu duruma bir de ilk iki bölümde gerçekliğin yalnızca bir kısmının açıkça yazılması eklenince Üçleme, yukarıda da yazdığım gibi, okur için bir hayli zorlayıcı bir kitap haline gelmiş.
IV
Dag Solstad; özelde Norveç, genelde İskandinav Edebiyatı içinde adı anılan isimlerin arasındaki en önemli yazarlardan biri olarak kabul ediliyor.
2021 Ekim ayı itibariyle yazarın dilimize dört kitabı kazandırılmış durumda: Mahcubiyet ve Haysiyet (2018); Lise Öğretmeni Pedersen’in Ülkemize Musallat Olan Büyük Siyasi Uyanışa Dair Anlatısı (2020); T. Singer (2021) ve son olarak da Profesör Andersen’in Gecesi (2021).
Yalnızca 108 sayfa uzunluğundaki Mahcubiyet ve Haysiyet’i okuduğumda adeta çarpıldığımı hatırlıyorum. Yazarın, defalarca imbikten geçirdiği belli olan cümlelerinin her biri başlı başına demirden leblebi gibiydi. Sonrasında yayımlanan Lise Öretmen Pedersen’in Ülkemize Musallat Olan Büyük Siyasi Uyanışa Dair Anlatısı da bir o kadar çarpıcıydı. Bu iki kitap hakkındaki izlenimlerimi, Edebiyat Haber’de 25 Mart 2019’da ve 16 Temmuz 2020’de yayınlanan iki yazıda anlatmaya çalışmıştım.
T. Singer hakkında ise, Dag Solstad’ın alametifarikası olan birçok unsuru barındırsa da diğer iki kitaptan aldığım tadı veremediği için yazmamayı tercih ettim.
Son olarak da Profesör Andersen’in Gecesi’ni okuyunca, Dag Solstad’ın alış veriş listesi bile yazsa okunması şart, olan yazarların arasında olduğu benim için tescillendi.
V
Profesör Andersen’in Gecesi, elli beş yaşındaki saygın edebiyat profesörü Pål Andersen’in, evinde yalnız başına geçirdiği bir Noel akşamı pencereden dışarıyı seyrederken karşı binada işlenen bir cinayete tanık olması ile tetiklenen iç hesaplaşma sürecini anlatıyor.
Yazarın (görece) basit bir olayın tetiklemesi ile başlayan iç hesaplaşma temasına Mahcubiyet ve Haysiyet’ten aşinayız. Bu kitapta, ellili yaşlarındaki edebiyat öğretmeni Elias Rukla’nın geçirdiği bir sinir krizi, tetikleyici unsur görevi üstleniyordu.
Bir cinayete tanık olmak hiç kuşkusuz ki yağmurlu bir günde geçirilen sinir krizinden daha toplumsal bir olay. Bu tanıklık, Profesör Andersen’i adeta paralize ediyor ve ne yapması gerektiğine bir türlü karar veremiyor. Bu kararsızlık sürecinde Andersen, bir yandan kendi geçmişi ile hesaplaşıyor diğer yandan da günlük yaşamına devam etmeye çalışıyor.
Dag Solstad, azalta azalta yazıyor. Yukarıda imbikten geçirme metaforunu kullanmıştım zaten. Yazarın bu tercihi, onun insan ruhunun haritasını çıkarma kaygısındaki en önemli destekçisi. Yoğunlaştırdığı cümlelerinde verdiği detaylar, onun zamansız ve evrensel olmasını sağlıyor. Bu zamansızlık ve evrensellik sayesinde, çok farklı kültürel koşulların içindeki sıradan insanların yaşadıkları ve içine düştükleri hesaplaşmalar herkese bir şeyler anlatabiliyor. Mahcubiyet ve Haysiyet’teki edebiyat öğretmeni Elias Rukla’nın sıkışmışlığı; Lise Öğretmeni Pedersen’in bir türlü angaje olamadığı sol hareket içindeki yabancılığı ya da T. Singer’in çocukluğunda attığı yapmacık bir kahkahanın ömrü boyunca yakasına yapışmasını, vakti gelince her şeyi bırakıp hiç bilmediği bir şehirde kütüphanecilik yapmasını sağlayan unsurlar Dag Solstad’ın kaleminde, anlatmaya çalıştığım zamansızlık ve evrensellik unsurunu oluşturuyor.
Dag Solstad, Profesör Andersen’in Gecesi’nde de 105 sayfaya inanılmaz yoğunlukta cümleler sığdırmayı başarıyor. Andersen’in kendini beğenmişliği, yalnızlığı, toplumdan soyutlanmışlığı, arkadaşları ile kurduğu mesafeli ilişkiler ve daha yüzlerce ayrıntı, kitabın benim gibi okurlar nezdindeki değerini kat be kat artırıyor.
edebiyathaber.net (18 Ekim 2021)