“Alo anne”
Bu iki kelime bile bir anne için yavrusunun içinde bulunduğu duyguyu anlamak için yeterliydi. Ters giden bir şeyler vardı. Telaşlandı. Ülkenin dört bir yanında devam eden yangınları herkes gibi o da televizyondan takip ediyordu. Kaç kere oğluna ulaşmak istediyse de bir türlü başaramamıştı. Nihayet oğlunun sesini duymak yaşadığını bilmek bir nebze olsun yanan yüreğine su serpmişti ama sesindeki çatallaşmanın da nedenini biran önce öğrenmek istiyordu.
“Alo! Alo oğlum iyi misin?”
Ahizeden annesinin telaşlı sesini duyunca yutkundu. Ancak bir şey boğazına takılmış gibiydi. Gözlerine de hâkim olamıyordu. Kaç zamandır annesini habersiz bıraktığı için yeterince suçluluk hissettiği yetmiyormuş gibi bir de ağlıyordu. Kendini toparlamak ve güçlü görünmek istese de bir türlü yapamıyordu.
“Anne…”
Hazır değildi konuşmaya. Ahizeyi ağzından uzaklaştırıp yüzünü is olmuş elbisesinin koluna sildi. Her yeri kapkaraydı. Yanan ormanları söndürmek için günlerdir doğru dürüst uyuyamamıştı. Yorgunluktan gözaltlarında mor halkalar belirmiş, saçı başı birbirine girmişti. Günlerdir çıkarmadığı botları, yıkamadığı çorapları yüzünden de ayağı su toplamıştı. Canı yanıyordu.
“Alo! Oğlum sesim geliyor mu? Duyuyor musun beni?“
Oğlunun sesini duymayalı uzun zaman olmuştu. Aralarındaki kırgınlığı bitirmek için kaç kere adım attıysa da inadı inat bir çocuktu. Birkaç kere bavulunu toplayıp onun yaşadığı şehre gitmek istedi. Her seferinde bu fikrinden vazgeçti. Bu ısrarlarının oğlunu daha da uzaklaştıracağını bildiğinden sabırla onun arayacağı günü beklemişti.
“Anne öldü.” Çatallaşmış sesinin arasından İki kelime zar zor çıkmıştı.
“ Öldü mü? Kim öldü? Oğlum ne oldu anlatsana. Kaç gündür sana ulaşmaya çalışıyorum. Sen iyi misin?”
“Evet, öldü anne. Hüdhüd kuşu öldü. Ben iyiyim merak etme.”
“Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum. Hüdhüd kuşu niye öldü? Sen neden bu kadar üzgünsün? Orman yangınları devam ediyor mu?”
“ Evet, anne orman yangınları hala devam ediyor. İtfaiye bölüğü olarak burada canla başla çalışıyoruz. Kaç gündür doğru dürüst yemek yemedik. Uyku desen yok denecek kadar az. Asırlık ağaçlar yok oldu. Görmelisin burası tam bir cehennem. Göklere yükselen alevlerden doğru dürüst ormana bile yaklaşamıyoruz. İnsanların evleri yok oldu. Hatıraları yok oldu. Hayvanları için ateşe girmek isteyen insanlara şahit olduk. Hayvanlar yandı anne. Uçup kurtulabilecekken yuvasını terk etmediği için yumurtalarıyla birlikte yanan bir kuş bulduk. Patileri yanmış bir köpek… Ben de bir Hüdhüd kuşu buldum anne.
“Hüdhüd kuşu mu buldun?”
“Evet, Hüdhüd kuşu. Daha doğrusu o beni buldu.”
“Seni mi buldu? Nasıl? Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum. Bana neler olduğunu doğru dürüst anlatacak mısın? Yoksa meraktan öleceğim.”
“Dur anne hemen öyle telaşlanma! Hepsini baştan sona anlatacağım. Ormanlar yandığında biz de diğer ekiplerle birlikte olay yerine geldik. Kan ter içinde çalıştığımız bir sırada adının sonradan Hüdhüd olduğunu öğrendiğim bir kuş etrafımda panikle uçmaya başladı. Korku içinde çırpınıyordu. O an korkudan ya da yaralandığı için bu şekilde davrandığını düşündüm. Birkaç kez yanan ormanın içine girip tekrar yanıma geldiğinde bir şeyler anlatmak istediğini anladım. Tehlikeli olmasına rağmen o an biran bile tereddüt göstermeden bu küçük kuşun arkasından alevlerin içine girdim. Arkamdan gelen itiraz dolu seslere rağmen. Ateş insanın tenini kavuracak düzeydeydi. Duman da cabası. Önümü görmek şöyle dursun zar zor nefes alıyordum. Küçük kuş önümde olduğu halde çok zor olmasına rağmen üstü köz olmuş toprakta yürümeye çalıştım. Düşmek benim için ölümdü ve tutunacağım her şey yanıyordu. Küçük adımlar atmaya çalışıyordum. Bir süre daha bu şekilde yürüdüm. Ta ki kuş iki kayanın üstünde çırpınmaya başlayıp hüd hüd diye ötene kadar. Onun gösterdiği yere yaklaştığımda kendi türünden bir kuşun iki kayanın arasında öylece hareketsiz bir şekilde yattığını gördüm. Hiç vakit kaybetmeden kuşu ellerimin arasına aldım. Yaşıyordu. Zayıfta olsa kalp atışlarını avuçlarımın içinde duyuyordum. Mucizevi bir şekilde hayatta kalmıştı. Küçük kuş yine önde olduğu halde geldiğimiz yolu takip ederek ormandan çıktık. Kuşlardan biri avuçlarımın içinde diğeri de başımın üzerinde dönüp durduğu halde o cehennemin içinden sağ sağlim çıktım
Oğlunun anlattıkları karşısında neredeyse dili tutulacaktı. Bir kuş için nasıl olur da bu kadar akılsızca davranır kendi hayatını tehlikeye atabilirdi? Ya çıkamasaydı? Yanarak ölecekti. Düşüncesi bile kötüydü.
“ Aklını mı kaçırdın sen? Nasıl yaparsın bunu? Hadi kendini düşünmüyorsun beni de mi düşünmedin? Olacak şey değil! Ya çıkamasaydın? Bir kuş için canını tehlikeye atmaya değer mi?
“Bilmem hiç düşünmedim. Evet, çıkamayabilirdim ancak şu an olsa yine aynı şeyi yapardım.”
“Oğlum sen ne dediğinin farkında mısın? Öldürecek misin beni? Ne demek şu an olsa yine aynı şeyi yapardım. Kuşun öldüğünü sen söyledin. Bak boşu boşuna hayatını tehlikeye atmışsın.”
“Değil anne! Boşu boşuna değil. Dinleyince bana hak vereceksin. Ormandan çıktıktan sonra elimden geldiğince yaralı kuşu hayata döndürmeye çalıştım fakat başarılı olamadım. Ben yaralı kuşla ilgilenirken diğer kuş sürekli etrafımızda döndü durdu. Onun o çaresiz çırpınışları bir hayli canımı yaktı. Daha fazla vakit kaybetmeden ölü kuşu uygun bir yere koyup geri çekildim. Diğer kuş, ben geri çekildikten sonra ölü kuşun yanına kondu. Yerde hareketsiz yatan kuşu gagasıyla birkaç kez dürttü. Öldüğünü anladığında da yerde yatan kuşu başının üstüne alarak oradan uzaklaşmak istedi. Ancak o da dumandan etkilenmiş olacak ki birkaç kanat sonra yere düştü. Telaş içinde yanına yaklaştım. Eğilip avcuma aldığımda hala yaşıyordu fakat çok yorgun ve bitkin görünüyordu. Kendini zorlayarak da olsa başını kaldırıp avuçlarımın içine sürttü. Sonra bir daha hareket etmedi.”
“Başının üstüne alıp uzaklaştı mı? Doğru gördüğüne emin misin?
“ Evet anne! Gördüklerime önce ben de senin gibi şaşırdım. Sonra internette araştırma yaptığımda bu kuşların Hüdhüd kuşu olduğunu öğrendim. Hüdhüd kuşları, anne ve babaları yaşlandığında onların yiyeceklerini temin ederlermiş ve annesi öldüğünde de uygun bir yer bulana kadar onu başında taşırmış…”
İkisi arasında kısa bir sessizlik oldu. İkisi de ne diyeceklerini bilemiyorlardı.
“Özür dilerim anne. Her şey için… Söylediklerim, yaptıklarım için binlerce kez özür dilerim. Seni çok ama çok seviyorum. “
“Ben de yavrum. Ben de seni çok seviyorum.”
“ Anne, işlerimi yoluna koyar koymaz seni ziyarete geleceğim. Çok özledim.”
“ Ben de seni çok özledim yavrum. Eğer kızmazsan bir şey diyeceğim. İzin verirsen yarın ilk otobüsle ben geleyim.”
“O nasıl söz öyle anne. Neden kızayım? Çok isterim gel tabi. Başımın üstünde yerin var…”
edebiyathaber.net (2 Kasım 2021)