Orhan Duru üstadın 1991’de yayınlanan “Bir Büyülü Ortamda” adlı kitabında “Orhan Pamuk ya da Kişiliklerin Ters Yüzü” adlı bir öykü vardır. Orhan Pamuk’un bindiği uçakta rastladığı bir kişiyi Orhan Duru sanıp sohbet etmesi ile başlayan ve benzetmeler üzerine kurulu yarı fantastik öykü şöyle biter;
“Siz Orhan Duru değilsiniz değil mi?” diye sordu Orhan Pamuk.
Biraz düşünerek “Hayır” dedim.
İkimiz de şöyle taş gibi kaldık.
Biraz sonra konuştum;
“Siz de Orhan Pamuk değilsiniz.”
Bir dönem sık sık bu öyküyü anımsardım, beni Orhan Pamuk zannedip hitap eden kişilere “Ben Orhan Pamuk değilim!” diyerek onları inandırmaya çalışırken.
Orhan Pamuk’a ilk benzetilmem Taipei Şiir Festivali sırasında yaşanmıştı. Ülkenin kurucusu Çan Kay Şek Anıt Mezarı’nı ziyaret etmiş, görkemli merdivenlerden iniyorduk ki kalabalık bir turist grubu bana el sallamaya başladı. Önce üzerime alınmadım ama mihmandarım size sesleniyorlar deyince ilgisiz kalamadım. 10-15 kişilik bir Türk turist grubuydu bu. Elinde fotoğraf makinesi olan bir adam yanıma gelip “Sizinle bir fotoğraf çektirebilir miyiz Orhan Bey?” diye sordu.
“Adım Orhan değil, Metin Celâl,” diye cevap verdim.
Adam “Orhan Pamuk’a o kadar çok benziyorsunuz ki!” diye karşılık verdi özür diler bir ifadeyle. O sırada gruptan başka biri, “Ama biz sizin de okurunuz Metin Bey” diye karşılık verdi. Cumhuriyet Kitap’taki yazılarımı okuyorlarmış. Anıtın önünde birlikte fotoğraf çektirip vedalaştık.
O günden sonra sık sık Orhan Pamuk’a benzetilmeye başladım. Sanırım saç tıraşım, gözlük çerçevelerim, uzun boylu ve zayıf oluşum bu benzetmenin nedeniydi. Sevdiğim bir yazara benzetilmenin bir zararı yok diye düşünüyordum.
Orhan Pamuk’a benzetilmenin tehlikeli bir şey olduğunu öğrenmek için Frankfurt Kitap Fuarı’na gitmem gerekiyormuş. 2005’de Orhan Pamuk, Almanya Yayıncılar Birliği’nin Barış Ödülü’nü kazanmıştı. Fuarda Orhan Pamuk’un bir basın toplantısı olacaktı. Ödül töreni de fuarın son günü Frankfurt merkezindeki St. Paul Kilisesi’nde yapılacaktı.
Fuarda Türkiye ulusal standı da vardı ve stantta görevliydim. Fuarın birçok yerine olduğu gibi bizim standın girişinin iki yanına da Orhan Pamuk’un posterlerini asılıydı. Daha fuarın ilk gününden itibaren astığımız posterler yırtılmaya başladı. Birileri posterleri yırtıyor, biz de yeniden asıyorduk. Sonunda baktılar biz posterleri asmaktan vazgeçmeyeceğiz, sözlü saldırılarda bulunmaya başladılar.
Böylece posterleri yırtan vatandaşlarımızın dertlerinin ve saldırılarının nedenini öğrenmiş olduk. Orhan Pamuk’un, Şubat 2005’de İsviçre’de yayımlanan Das Magazin dergisi ile yaptığı söyleşideki “Bu topraklarda 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü. Benden başka kimse bundan bahsetmeye cesaret edemedi” sözlerine kızmışlardı ve Türkiye standında Orhan Pamuk’un posterinin asılmaması gerektiğini düşünüyorlardı. Sık sık standı ziyaret etmelerinin bir nedeni bu posterleri yırtmaksa, diğer nedeni Frankfurt’ta olduğu ve fuarda basın toplantısı yapacağı bilinen Orhan Pamuk’un Türkiye standına gelebileceği beklentisiydi. Herhalde hesap sorma, belki de saldırmak niyetindeydiler.
Öfkeyle standa gelenler benimle karşılaşıyor, Orhan Pamuk olduğum zannıyla bana doğru atak yapıyor, yanıma gelince de benzettiklerini anlıyorlardı. Tabii, öfkeden gözü kararıp bana doğru atağa geçenler de oluyordu. “Ben Orhan Pamuk değilim!” diyerek, boynuma asılı fuar kartındaki adımı göstererek dayak yemeden o atakları savuşturabilmiştim. Ama saldırganların beklentileri doğruydu, Orhan Pamuk standımızı ziyaret edecekti. Neyse ki bir saldırıya uğramadan bu ziyareti gerçekleştirdi.
Barış Ödülü törenine ben de davetliydim. Töreni izlemek için Türkiye’den gazeteci arkadaşlar da gelmişti. Pazar sabahı tören yerine girmeden önce bir yerde ayaküstü kahve içiyorduk. Bir kadın Türkçe olarak “Orhan Bey!” diye seslendi ve hızla yanıma geldi. Önceki günler stantta yaşadığım gerilimlerden sonra biraz tedirgindim. Sonuçta tören yerinin yakınındaydık ve Orhan Pamuk sanılmam daha yüksek bir olasılıktı.
Hemen “Ben Orhan Pamuk değilim!” diyerek durdurdum kadının atağını. Ama gazeteci arkadaşlar fuar alanında yaşadıklarımı bilmiyordu ve hazır şaka yapma fırsatını bulmuşken değerlendirdiler. O zamanlar Radikal gazetesinin sanat servisini yöneten Cem Erciyes, “Orhan Bey hep böyle yapar. Ben değilim demesine inanmayın, gerçekten de o!” diye karşılık verdi kadına.
Basın şehidi olmam an meselesiydi. Neyse ki kadın o niyette değilmiş. “Size bir kitabınızı imzalatmak istiyordum” dedi.
“Tören başlamak üzere içeri girmemiz gerek. Tören sonrası Orhan Bey’e imzalatırsınız” diye ordan uzaklaşırken muzır arkadaşlar hala gülüyor, kadına hala benim gerçekten Orhan Pamuk olduğumu ve değilim diye numara yapmayı sevdiğimi söylüyorlardı.
Ödül töreninden sonra hemen yakındaki bir otelde yemek veriliyordu. Oraya geçtik. Salon girişinde yerlerimizin gösterilmesini beklerken bu kez başka bir kadın İngilizce “Merhaba Orhan Bey,” diyerek elini uzattı. Bu kez İngilizce olarak “Ben Orhan Pamuk değilim!” diye karşılık verdim. Kadın da özür dileyerek Orhan Pamuk’a çok benzediğimi söyledi. Meğerse, Orhan Pamuk’un kitaplarının Danimarkalı çevirmeniymiş.
Bu kadar badireden sonra Orhan Pamuk benzeri olarak daha fazla dolaşamazdım. Hemen tipimi değiştirme çalışmalarına giriştim. Başarılı da oldum.
Tipimi değiştirdiğim gün İstiklâl Caddesi’nde yürürken yine tanımadığım biri bana seslendi; “Merhaba Zülfü Bey!”
edebiyathaber.net (10 Kasım 2021)