Helen Garner ismini çok uzun sayılmayacak bir süre önce Türkçede yayımlanan ‘Çocuklar İçin Bach’ adlı romanından hatırlayanlar olacaktır. Bu romanıyla beraber tanışmıştı Türkçeyle Garner. Daha önce hiçbir eserini okumamıştık. Biz bir romanla tanıştık Garner ile ama Avustralyalı yazar, edebiyatta romanın yanında, kısa öykü, senaryo, deneme gibi çeşitli türlerinde ve edebiyat dışı alanlarda ürün vermiş verimli bir kalem. 2006’da Melbourne Edebiyat Ödülü’ne, 2016’da Windham-Campbell Ödülü’ne, 2017’de ise denemeleriyle Indie Kitap Ödülüne değer görülmüş. Şimdi, araya çok mesafe girmeden bir başka romanı daha okurlarla buluştu: ‘Misafir Odası’. Kendi dilinde ilkin 2008’de yayımlanmış. İniş çıkışlı ve psikolojik olarak yıpratıcı bir arkadaşlık ilişkisini konu alıyor Garner bu romanında. Romanı, Roza Hakmen’in yetkin çevirisiyle okuyoruz.
Gerçek ve kurgunun el ele vererek yürüdüğü bir roman ‘Misafir Odası’. Helen Garner’ın, kendi yaşamından izlerin de bulunduğu, bu izlerin ustaca bir hikâyenin akışına yerleştirilmesiyle meydana gelmiş. Fakat buna Garner’ın üslubu demek mümkün. ‘Çocuklar İçin Bach’ta kurgusal yapıda buna benzer bir çerçeve çizmişti yazar. Bir anlamda anı-roman demek bile mümkün ‘Misafir Odası’na. Kimi eleştirmenler, roman ilk yayımlandığında “Garner’ın hiçbir zaman roman yazmadığını, sadece ince bir şekilde gizlenmiş anıları ustaca aktardığını” dile getirmişler. Ancak kitabın sayfaları arasında dolaşanlar görecek ki okuduklarımız bir anıysa da, romansa da usta bir anlatıcıyla karşı karşıyayız. Bu usta anlatıcı ise pek çok şeyi aynı anda hissettirmeyi başarıyor okuruna. ‘Misafir Odası’, hikâyesi ve Garner’ın sade ama etkileyici diliyle pek çok duyguyu yakalamayı başarabilen bir roman bu bağlamda. Sevgi, öfke, neşe, hüzün ve güven hisleri romanın her sayfasında farklı yüzleriyle kendini okura hatırlatıyor.
Romandaki olaylar ise Melbourne’da yaşayan yazar Helen’in evine Sydney’den arkadaşı Nicola’nın gelmesiyle başlıyor. Üç haftalık bir ziyaret olarak planlıyordur bunu Nicola. Üstelik bu herhangi bir dost ziyareti değildir. Nicola, ölüme yakın bir kanser hastasıdır ve kendisini bu ölümden döndürebileceğine inandığı bir alternatif tedavi için Melbourne’e gelmiştir. Helen de bunu biliyordur ve evinin bir odasını arkadaşına tahsis eder. Üstelik bu süreçteki tüm bakımını da üzerine almaya hazırdır. Fakat işler ikisinin de umduğu gibi gitmeyecek, Nicola’nın ölüm kalım sınavı, iki arkadaşın bir anlamda dostluk sınavına dönüşecektir. Nicola’nın gördüğü alternatif tedavi yönteminin Helen’e saçma gelmeye başlaması, arkadaşının gün geçtikçe gerçeklerden kopuk hâle gelmesi ev sahibesini rahatsız edecek ve içinde ismini koyamadığı bir öfkenin yükselmesine neden olacaktır.
‘Misafir Evi’, tam da bu nokta da sorularını sormaya başlıyor okuruna…
Bir kişiye karşı aynı anda hem merhamet hem de öfke duyabilir mi insan?
Hoşgörü, karşınızdaki kişiyi her anlamda tolere etmek midir?
Bir insanın sınırlarını keşfedebilmesi için ağır sınamalardan geçmesi şart mıdır?
Sorular uzayıp gidiyor. Roman boyunca değişen her duyguyla birlikte okurunun kafasına yeni sorular ekliyor Garner. Kaçınılmaz olarak, bu hikâyenin temaları da sadece sevgi ve ölüm değil, tükenmiş hoşgörü ve tüketen öfke olarak öne çıkıyor. İki kadının yıllar sürmüş dostluğunun zorlu bir sınamaya tabi tutulduğu romanda, herkes kendi duygu dünyasından bir pay biçiyor kendine.
Ölümün, öfkenin, tahammül sınırlarının konuşulduğu bu kasvetli ortama rağmen gündelik hayatın akışından doğan mizah da eşlik ediyor kimi zaman Garner’ın hikâyesine. Sonuç olarak da ortaya, “hastalık” gibi kaçınılmaz bir durağın etrafında buluşan iki dostun, gerçek ve sorgulayıcı hikâyesi çıkıyor.
Kaynak: Misafir Odası / Helen Garner / Çeviren: Roza Hakmen / Yapı Kredi Yayınları / 108 s.
edebiyathaber.net (12 Kasım 2021)