“Veganım!” cümlesinden itibaren bir cümbüşün koptuğu rivayet edilir. Bu rivayete göre veganlar yeni girdikleri bir ortamda daha destur demeden vegan olduklarını söyler ve karşısındaki insanları katil olmakla suçlarlar. Ortam gerilir, tatlar kaçar… Ve tabii ki bunun suçlusu hiçbir sosyal ortama, yaşantıya “saygı duymayan” veganlardır.
Halbuki hiçbir vegan, hassasiyetini incitmeyen o sağlıklı sosyal ortama kolayca erişemez. Yukarıdaki cümbüşü bir de tersinden görelim: Bir veganın yaşam tarzını doğrudan pahalı-lüks olarak kestirip atanlar, ilk insandan bu yana ete ihtiyaç duyduğumuz “sav”ını masaya boylu boyunca yatıranlar, eti bir haz ve işkence unsuru olarak büyük bir şatafatla mideye indirenler ya da konuyu adeta bir şeytandan bahsediliyormuşçasına, agresif bir şekilde kapatanlar… Doğruluğu-geçerliliği pek çok konuda gönül rahatlığıyla ispatlanabilecek bir iddiayı öne sürelim: Kalabalık bir masanın olabilecek en “suçsuz” üyesi, vegandır.
Peki özünde son derece saygılı, eşit ve sağlıklı bir yaşam sistemi olan veganlık, neden ötekiler için saldırgan bir anlam taşır? Bunun en büyük cevabı şüphesiz ki hayvanlarla kurduğumuz eşitsiz, türcü, karnist ilişkide yatıyor. Bu cevabı kabullenmekse zor, tabiri caizse insanın rahatını bozan bir şey.
Yine de, tüm dünya genelinde veganizm yükselişte! Bu hayata saldırgan bir tutum sergileyen ya da böyle yaşanabileceğine hiçbir şekilde ikna olmayan insanların aksine; merak eden, hazır hisseden pek çok insan da var. Onlar için pek çok kaynak var olsa da, İletişim Yayınları’ndan çıkan Veganizm, bir başucu kitabı olarak okurlarının hayatına dahil olmaya hazırlanıyor.
Valéry Giroux ve Renan Larue’nin 104 sayfalık ortak çalışması Veganizm, son derece derli toplu bir kılavuz. “Karnizm: Kırılgan Bir Hegemonya”, “Veganların Felsefesi”, “Veganlar” ve “Hayvan Özgürlüğüne Doğru” olarak adlandırılan dört ana bölümden oluşan çalışma bu yaşam felsefenin ne olduğunu, tarihselliğini ve bugün geldiği noktayı ele alıyor.
İlk bölüm adeta yazının başında sorduğumuz “Veganizm neden ötekiler için saldırgan bir anlam taşır?” sorusunun cevabı gibi. Zira dünyaya gelişimizden bu yana -şanslı istisnalar dışında- hepimiz hayvanlardan daha üstün olduğumuza, hayvansal ürünlere kesinlikle ihtiyaç duyduğumuza yönelik söylemlerle büyütülüyoruz. Dolayısıyla bu şartlarla büyütülmenin ucu da, tabağımızdakilerin oraya geliş sürecini yok saymaya ya da bu süreci karnist bir faydalıcılıkla mantıklı bulmaya çıkıyor. Oysa veganizm ilk olarak bilinçli bir travmayı ve faydacılığı bir kenara bırakmayı gerektiriyor. Giroux ve Larue tüm bunların ekseninde, veganizmin ihtiyaç duyduğu bilinçli travmadan nasıl kaçtığımıza; hayvan sömürüsü merkezli büyük şirketlerin bu şiddeti nasıl meşru ve görünmez hale getirmeye çalıştığına odaklanıyor.
İkinci bölüm, veganizmin tarihsel yolculuğuna odaklanarak adeta onu “popüler kültür” unsuru olarak küçümseyenlere ve bu şiddeti hazmedebilmek için inandığımız en büyük yalanlardan olan “Hayvanlar hissizdir” uydurmasına meydan okuyor. Veganlar bölümü aslında tam “o” masadaki masum veganların psikolojisine, birbirilerini bulma ve örgütlenme becerilerine ve her daim savaş verdikleri “Vejefobi”ye odaklanırken; son bölüm ise veganizmin günlük hayattan dünya çapına yayılarak eşit, sömürüsüz bir ütopyaya, son derece adil ve mantıklı adımlar atarak nasıl ulaşabileceğimizi söylüyor bizlere.
Veganizme dair külliyat günden güne gelişirken, İletişim Yayınları’ndan çıkan Veganizm de, bu sömürüsüz yolculukla okurlarına eşlik etmek için muazzam bir kılavuz olarak raflarda yerini alıyor. Eh, okur için geriye sadece dolabı yeşilliklerle doldurup, tüm hayvanlarla kol kola girerek “Go vegan!” demek kalıyor!
edebiyathaber.net (13 Kasım 2021)