“Biz âdemoğulları anlatacak bir hikâye biriktirmek için yaparız her şeyi.”
Ferhat Uludere’nin Nikah Sarhoşluğu kitabı evlenme yıldönümünde tek başına bir meyhanede tek başına içen genç bir adamın sözleriyle başlıyor. Kahramanımız yakın bir gelecekte baba olmaya adaydır, karısı hamiledir. Altı yıldır her evlilik yıldönümünde aynı meyhanede ısrarla babasını bekler ama baba davetine uyup gelmez…
Genç adamın evlenmeden önce arkadaşlarının onun için düzenlediği bekarlığa veda gecesiyle devam ediyor hikâye, sırasıyla tüm aşamalardan geçiyor sonra. Bir erkeğin kâbusu sayılabilecek tüm adet ve ritüellerden; nişan bohçası, kız annesinin onayı, sevgilisinin ailesinin evinde yenecek ilk akşam yemeği, kız isteme, nişan sonrası ve evlilik yıldönümleri…
Kahramanımız boşanmış bir karı kocanın çocuğudur. Babası alkoliktir ve “baba” sorumluğunu taşıyacak yetkinlikte biri değildir. Bu yüzden babasını boşayan otoriter bir anne ve üvey babanın gölgesinde büyümek zorunda kalmıştır. Ergenliği ve ilk gençliği boyunca çocukları için bile ortak paydada buluşmayı beceremeyen ebeveynlerinin çatışması içinde, kendisine uygun bir rol-modeli olmaksızın el yordamıyla, iç güdüleriyle hareket ederek büyür. Her zaman yanında olmasını arzuladığı bir babanın hasretini çeker, bir yanıyla hep eksik, mutsuz, eziktir. En büyük korkusuysa bir gün öz babasına benzemek, onun gibi alkol bağımlısı birine dönüşüp evini, karısını, doğacak çocuklarını ihmal etme olasılığıdır. Bu korkuyla yaşar, korkuları daha çok alkole sığınmasına neden olur. Git gide daha çok hata yapar…
Uludere, “bu kadar da olmaz ki,” dedirten kitabında, bir dizi beceriksizlik, zayıflık, yanlış anlamalar, inatlaşmalar ve yer yer vodvili andıran mizahi olaylar silsilesinden sonra artık kahramanın yolunun nereye çıkacağını az çok tahmin eden okura, hikâyenin finaliyle ters köşe yaptırıyor.
Yazar doğup büyüdüğü coğrafyanın kültürel panoramasını çıkarıyor Nikah Sarhoşluğu’nda. İçkiye düşkün bölge insanının kültürel kodlaması, alışkanlıkları, ritüelleri, eğilimleri, eğlence anlayışı, aile yapısı, konuşması. Yalnızca o yöreye özgü sözcüklerin kullanımıyla zenginleştirdiği bir anlatımla yapıyor bunu. Etrafımızda onlarcasını gördüğümüz ebeveynlerinin ayrılma travmasını atlatamamış, baba modelinden uzak kalmış, yalnız büyüyen bir erkek çocuğunun, otoriter anne karakteri eliyle iğdiş edilmiş erkek-ergenlik ve ilk gençlik dönemine ışık tutuyor. Kahramanın içindeki ezilmiş erkek çocukla yüzleşmesine tanık ediyor bizi. Kendi geleceğini ve hayattaki duruşunu babasından çok farklı bir yere konumlayan genç adamın git gide ona benzemeye başladığını fark etmesiyle yaşadığı önce red, isyan aşamalarından sonra durumu adım adım kabullenmeye başlaması. Üstelik bunu duygulu, mizahi ama abartılmış bir duygusallıktan uzak duran, fazlasıyla emek verilmiş bir anlatımla başarıyor.
“Dışarıdan ne kadar iyi, düzgün, mutlu ve huzurlu görünse de her ailenin dikiş tutmayan bir yanı vardır.” / Ferhat Uludere
Annelerimizin canını sıkan bir şey olduğunda “bana bulaşmayın,” mesajı vermek için bağladıkları, baş ağrısıyla özdeşleşen o kenarları oyalı tülbent, aynı zamanda babalara o gün sevişmek istemediklerine dair sübliminal bir mesaj içermez miydi? Ya da gerçekten “türün devamı için değil, sohbetin devamı için” mi sevişiyordu erkekler? Sohbetin devamı için mi maç izleyip kitap okuyor ya da sinemaya gidiyorlardı? Evlilik, “geliri ikiye katlamak, masrafları iki kişi yüklenmek ve yazılı olmayan bu ekonomik paylaşım akdini devletin teminatı altına almak” değil miydi? Ya da evlilik yalnızca “olası yoksulluklar için alınmış bir önlem,” miydi; “orta sınıf bir kentlinin para biriktirebilmesi için.” Ya da “Zenginin başındaki tek bela, bazen sermaye arttırımını banka yoluyla yapmak yerine nikahı tercih etmeleri,” değil miydi? Uludere kitap boyunca bu soruların cevaplarını arıyor, okuyucuya da aratıyor.
Nikah Sarhoşluğu, son dönemde yazılmış, en neşeli, eğlenceli, bilimsellik ve araştırmacı kimlik kaygılarından uzak, sosyolojik bir orta sınıf ve evlilik kurumu analizi. Erkeklerin zihnine içerden bir bakış. Yazar, beyaz yakalı orta sınıfın yaşam standardı, beklentisi, hayalleri, ritüelleri, yaşamı algılama biçimleri ve özentilerini didaktik bir anlatımın tuzağına düşmeden keskin ve zeki bir mizah diliyle anlatıyor. Bunu iddiasız, samimi ve yalın bir dille başarması da sanırım bu kitabın iddiası oluyor.
edebiyathaber.net (22 Kasım 2021)