Yıl 1979 olmalı. Varlık Dergisi’ni ziyaret ettiğimde Mehmet Müfit’le tanışmıştım. Müfit sıcakkanlı bir arkadaştı. Hemen samimi olmuş, dergiden birlikte çıkıp Beyazıt Meydanı’na yürümüştük. Amacı beni diğer şair arkadaşlarla tanıştırmaktı. Tuğrul Tanyol, İstanbul Üniversitesi’nde doktora yapıyormuş. Dersten çıkacak, onunla buluşacağız.
Görüntü hâlâ belleğimde, Beyazıt Camisi’nin üniversitenin çıkış kapısını gören köşesinde duruyoruz. Biz Tuğrul’u beklerken elinde kocaman bir daktilo, saçları şimdiden dökülmeye başlamış, ben yaşlarda biri geldi. Biraz yorgun, biraz terli, belediye otobüsüne binmemiş, elinde daktilo Küçükköy’den yürüyüp gelmiş. Küçükköy yakın değil, kim bilir kaç kilometre uzakta.
“Cengiz Öndersever, öykücü” diye tanıttı Müfit. Cengiz, İstanbul Üniversitesi’nin felsefe bölümünde okuyordu. Aynı zamanda da Necdet Ökmen’in Somut Dergisi’nin tek çalışanıydı. Hemen tanışıp arkadaş olduk.
Adnan Özer, Oktay Taftalı, Osman Konuk, Sedat Bilgin, Taner Ay, Ege Fülütçüoğlu, Yurdaer Erkoca, Ahmet Atalağ, Erdoğan Albayrak, Hüseyin Öncü gibi birçok arkadaş İstanbul Üniversitesi’nde okuyordu. Çoğunun da şiire, edebiyata merakı vardı. Önceleri, Laleli’de öğrencilerin devam ettiği kalabalık ve gürültülü kahvehanelerde buluşuluyordu. Sonra, Sultanahmet’teki çay bahçelerinde, bir ara Arkeoloji Müzesi’nin bahçesinde buluşmaya başladık. Nihayet sürekli mekânımız Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde Erenler Kıraathanesi mekânımız oldu. Yazko’nun Cağaloğlu Meydanı’nda İstanbul Reklam binasında açtığı kitapçının asma katındaki kafeterya da buluştuğumuz yerlerdendi ki sanıyorum kitapçı-kafe konseptinin ilk ve erken örneğidir.
Çoğunluk şairlerden oluşuyordu. Şiirle yatıp şiirle kalkıyor, sürekli şiirden konuşuyorduk. Çıkardığımız dergiler de şiir içerikliydi; Üç Çiçek, Poetika, İmge Ayrım, Yeryüzü Konukları, Fanatik… Ama Cengiz şiirden hiç hoşlanmıyordu. Hatta şiire karşıydı. Öyküler kaleme alıyordu ve amacı roman yazmaktı. Söylediğine göre roman başlangıçları yaptığı onlarca defteri vardı. İyi başlıyor ama bir türlü devamını getiremiyordu. Şiir dergisi Poetika’yı çıkarırken ilk sayı için “Şiir Öldü” başlıklı bir yazı getirip bizi sinir etmeyi de başarmıştı. Tabii ki yazıyı basmamıştık. Ama tartışması günlerce sürmüştü.
En çok didişip tartıştıkları arkadaşımız da rahmetli Mehmet Müfit’ti. Müfit biraz da şevk vermek amacıyla hepimizi olduğu gibi Cengiz’i de tahrik ederdi. Cengiz’in yeterince çalışmadığını, edebiyatı önemsemediğini düşünüyor, yazması için öneriler getiriyordu. Örneğin, Cengiz’e yazacağı her roman bölümü için para vermeyi bile teklif etmişti. Bu vaatle Cengiz birkaç bölüm de yazmıştı.
Esas iddia dönemin en etkili ve çok satan dergisi Gösteri’nin açtığı şiir ve öykü yarışmasıydı. Ödül ilgi çekmişti, çünkü 1950 ve sonraki doğumluların katılabiliyordu, yani gençlere yönelikti. Jürisi de önemli adlardan oluşuyordu. Konusu «Bir Yaz’ın Şiiri», «Bir Yaz’ın öyküsü» biçiminde belirlenen yarışmanın şiir seçici kurulu Oktay Akbal, Melih Cevdet Anday, Edip Cansever, Doğan Hızlan, Fahir İz, Kemal özer ve Hilmi Yavuz’dan, Öykü Seçici Kurulu Aydın Emeç, Selim İleri, Atilla Özkırımlı, Adnan Özyalçıner, Tomris Uyar, Tahsin Yücel ve Kemal Bilbaşar’dan oluşuyordu. Birincilere kırk, ikincilere yirmi beş, üçüncülere de on bin lira para ödülü de vardı. Tabii eserler hemen hiç genç şair ve öykücü yayımlamayan Gösteri’de yayınlanacak, şair ve yazarlarla söyleşiler de yapılacaktı.
Çevremizdeki hemen herkes bu yarışmaya katılmayı düşünüyordu. Bir gün yine Gösteri’nin yarışmasından konuşulurken Cengiz her zamanki küçümser tavırlarıyla “Ne var ki! Ben katılsam ödülü alırım, abartacak bir şey yok!” diye bir yorum yaptı. İddiaya girmeye bayılan Müfit de “Kazan, benden de şu kadar para” diye Cengiz’i tahrik etti. Niyeti Cengiz’in yeni bir öykü yazmasını sağlamaktı. Çünkü yarışmaya son katılım tarihine birkaç gün kalmıştı ve o kadar kısa sürede bir öykü yazmak mümkün değildi.
Cengiz, üç gün içinde oldukça uzun bir öykü yazıp ödüle katılmış, yani iddianın ilk aşamasını tamamlamıştı. Geriye ödülü kazanmak kalmıştı. Birkaç ay sonra ödül sonuçları açıklandı. Şiirde Murathan Mungan birinci olmuştu, arkadaşımız Haydar Ergülen ikincilik ödülünü, Hamdi Koç üçüncülüğü kazanmıştı. Öyküde birincilik Sevda Kaynar’ın, ikincilik Yasemin Okan’ın olmuştu. “İkarus’un Kanatları” adlı öyküsüyle Cengiz de üçüncülük ödülünü kazanmıştı. Dedikodulara bakılırsa Cengiz’in üçüncülük almasının sebebi öykünün çok uzun olmasıydı. Zaten dergide de öykü ancak iki sayıda çok küçük puntolarla basılabilmişti.
Sonra açıkladığına göre, Cengiz, ödülü alabilmek için jürinin meşrebine uygun konuları öyküsüne yerleştirmiş. Örneğin Selim İleri sever diye Bodrum’da bir pansiyon, Adnan abi sever diye devrimci faaliyet, Kemal Bilbaşar için deniz ve köy…
Cengiz, belki de zamanında bir dergide çalışmasından gelen olumsuz etkiyle öykü yayınlatmaya pek istekli değildi. Tuğrul Tanyol ve Mehmet Müfit’le Poetika’yı çıkarıp, Çizgi Yayınları adıyla şiir kitapları yayınlamaya başlayınca ondan da öykülerini kitaplaştırmasını istemiştik. Dosyasını bir türlü getirmeyince de bir hile ile öykülerini almış, “Kapalı Sevda” adıyla yayınlamıştım. Yıl 1986’ymış.
Cengiz bu sırada üniversiteyi bitirmiş, Türkiye’nin ilk ve dönemin en önemli reklam ajanslarından İlancılık’ta çalışmaya başlamıştı. İbrahim Yıldırım da metin yazarlarındandı. İbrahim de öykücüydü ve o da yayınlatmak konusunda pek istekli değildi. 1987’de yayınlanan ilk kitabı Bir Cinayetin Ekonomisi’nin de yayıncısı ben oldum.
İbrahim ve Cengiz, iki öykücü ‘Yaşasın Edebiyat’ adıyla bir dergi çıkarmaya karar vermişti. Öykücü ve tiyatro yazarı Ahmet Önel de kadrodaydı. İlk sayı 1987 Temmuz’unda “Yaz kitabı” olarak çıkmış. Ardından da “Kış Kitabı” geldi. Cengiz’in istediği gibi dergide hiç şiir yoktu.
İş yoğunluğu, hayat gailesi derken ‘Yaşasın Edebiyat’ın üçüncü sayısı bir türlü çıkamamış. 1991’de Almanya’dan döndüğümde İbrahim kendi ajansını kurmuş, Cengiz de başka bir yerde reklam yazarı olarak çalışıyordu. Akşamları, iş çıkışı İbrahim’in Harbiye’deki ajansında buluşup ben, İbrahim, Cengiz, Mahir Öztaş, Mehmet Güreli, Ahmet Önel Ihlara Brendisi eşliğinde edebiyat sohbetleri yapıyorduk. Sohbete öyle kapılıyorduk ki han odabaşısı bizi unutup binayı kilitleyip çıkıyordu. İki kez itfaiye cama merdiven dayayıp çıkarmıştı bizi binadan. Sonrasında da Bomonti karakolunda ifade vermişiz.
Dergiden söz edince İbrahim üçüncü sayıyı bir türlü çıkaramadıklarından söz etmişti. Ben de “dergide şiir de yayınlarsanız, basımına ve dağıtımına destek olurum” demiştim. Nitekim, Kasım 1992’de yayınlanan sayıda Tuğrul Tanyol, Haydar Ergülen, Cezmi Ersöz gibi bizim kuşak şairlerinin şiirleri de yer aldı. Ocak 1993’te de dördüncü sayıyı çıkarmışız. Sonrasında ekonomik kriz gelmiş ve İbrahim ajansı kapamış, dergi de çıkamaz olmuştu.
1991’de Sombahar Dergisi valiliğin karşısındaki Konak han’daydı. Kapı komşusu da Ara Yayıncılık’tı. Üniversiteden arkadaşımız Şükrü Çorlu’nun kardeşi Vedat’la Cengiz birlikte yayıncılığa başlamış, felsefe ve edebiyat alanında değerli kitaplar yayınlıyordu. Cengiz’in ikinci kitabı “Cuma’yı Gömme Töreni” de o yayınevinden yayınlanmış.
Cengiz hayal etmeyi bilen, kimselerin aklına gelmeyen işlere girişmeyi planlayan bir arkadaşımızdı. Kimseler düşünmezken Ege’de bıldırcın çiftliği kurmak, deterjan imal etmek gibi birçok gerçekleşmeyen tasarısı vardı. Yayıncılığın yanında gerçekleşen ama kısa süren bir girişimi de sahaflıktı. Meyhaneleriyle ünlü Galatasaray’daki Krepen Pasajı yıkılmış yerine Aslıhan Çarşısı yapılmıştı. Bir süre sonra o çarşıda sahaflar açılmaya başlamıştı. Cengiz de arkadaşımız Nurzer’le ortak olup alt katta Simurg İbrahim’e (Yılmaz) komşu küçücük bir dükkân kiralamıştı. Adını Karga Sahaf koyduğunu anımsadığımız dükkânın sermayesi de evden getirdiği kitaplar olacaktı. Tek sorun Cengiz’in kitaplarını çok sevmesiydi. Açılışta siftah olsun diye hangi kitabı almaya kalksam “o satılık değil!” demişti.
Cengiz’le çok hoş günlerimiz geçti. Gecenin bir yarısı, en son diskotek de kapanınca Adnan Özer’le birlikte yanımıza başka arkadaşlar da alıp çalardık kapısını. O da bizim davetsiz misafirliğimize aldırmaz hemen bir çay koyup oyun kağıtlarını çıkarır, sabaha kadar kâğıt oynatırdı. Böylece bir an önce yatıp uyumak isteyen bizlere de kendince ceza vermiş olurdu.
Eşek şakası denilebilecek şakalarımızı da bilge bir tavırla ve olanca naifliğiyle hoş görmüştür. Birlikte kız da istedik, nikahına şahit de oldum. Bodrum’a tatile de gittik. Güzel günlerdi.
Sonra araya yıllar girdi. Herkes bir yerlere dağıldı. Cengiz de karabatak gibi bir görünüp bir kaybolmaya başladı. Buluşmalarımızda yine yeni projelerinden söz ediyor, Ragtime adlı bir roman yazdığını söylüyordu. O roman bir türlü yazılamadı ama 2017’de H2O Yayınları’nın vefakarlığı sayesinde “Kapalı Sevda” ve “Cuma’yı Gömme Töreni” “İkisi Bi’ Arada” adıyla yayımlandı. O vesileyle buluşup sohbet ettik. Sonra yine kayboldu.
Cengiz’e geçen gün yolda rastladım. Yeni projeleri varmış, benimle konuşmak istiyormuş. “Ara beni, görüşelim” dedim. Bakalım ne zaman arayacak?
edebiyathaber.net (15 Aralık 2021)