Alpay Eglenen’in ilk kitabı 13, kırılması zor önyargıları, yıkılması zor toplumsal tabuları masaya yatıran yarı kurgu-yarı gerçek felsefi bir roman. Yazar kitapta, din, ahlak, toplumsal norm, sistem-dişli, ölüm, yaşam, cinsellik gibi konuları gün yüzü görmemiş fikirlerle deşelerken metni roman formunun dışına çıkarmadan edebi bir eser ortaya koyuyor ortaya.
“Bir şeyler yaratabilmenin yaratabilmenin en özgür yolu yazmak. Çünkü malzemesizlik kısıtlanmaktır ve birer kağıt ve kalemi bulamayacak insan neredeyse yoktur. Şu anki sorun ise bu metni tamamlayabileceğimden emin olamamam. Sonuna kadar okunamayacağına dair umutsuzluk, son noktayı koymamı engelleyebilecek kadar güce erişip karşımda dikilebilir. Çünkü her zaman bir şeyler eksik oldu yaşamımda; ne yapmaya kalkarsam kalkayım kusursuzluk hissine ulaşamadım. Geçmişin geleceğe dair zihnimde yarattığı önyargıların yanılmasını umarak devam etmeye çalışıyorum şimdilik. Üzerime çöreklenmiş yığının ağırlığını, yer çekimiyle hiçbir ilişkisi bulunmayan sanal bir beyaz kağıdın hafifletebilmesi ihtimaline sarılıyorum.” Alpay Eglenen’in Klaros Çocuk Parkı’ndan 13 kitabı bu girişle yapıyor açılışını. Bu satırları okurken “aforizma manyağı” market dergilerinden fırlama bir metinle baş başa kaldığımı düşünmüştüm ama kitabı bitirdiğimde geriye kafamı kurcalayan onca soru kaldı.
Bir felsefi roman olan 13’te isimsiz kahramanımızın bir kedi sahiplenmesiyle başlayan ve kedisinin yavrularıyla beraber sürdürmeye başladığı yaşamına konuk oluyoruz. Kedilerinin her birinin karakteristik bir özelliği var elbette ama Eglenen asıl konuyu onların cinsel yaşamında gözlemlediklerini insanınkiyle karşılaştırması üzerine kuruyor. Cinselliğin insandaki en hayvani duygu olduğunu düşündüğümüzde olaya doğru yerden parmak bastığını söyleyebiliriz. Kitap boyunca yazar, insanın, bir bilinmezden geldiğini, kuralların, normların, ahlakın, dinin insan doğuşuyla değil insanın toplumsallaşmasıyla ortaya çıktığını, bunların bilince sonradan eklemlendiğini savunuyor. Zaman kısıtlılığından dolayı Alpay Eglenen’e birkaç soru sorabildim sadece ama uzun uzun konuşmak isterdim…
Alpay Eglenen 1991 yılında Ankara, Sincan’da doğmuş. Aşağı yukarı her ergende olduğu gibi –biz bu “ergenliği” lise çağı olarak kabul edelim- lisede kafasında birtakım sorular ve çözümler cereyan etmeye başlamış. “Her insan davranışı çözüm içindir ve maalesef bir şeyler çözülmemeye devam etti lisede. Allah’ın dokunuşunu hissetmediğimden başka bir arayışa girdim. Dinlerin ötesinde bir hakikat olmalıydı, her şeyi kapsayan bir açıklama ve mutlak bir çözüm istiyordum. Onuncu sınıfı ikinci kez okurken bir arkadaşın elinde, özü majiye dayanan bir öğretiye sahip bir kitap gördüm. Kitap tam olarak sorduğum soruya cevap niteliğindeydi,” diye açıklıyor şu anki durumunun başlangıç sürecini. Lisede Radyoloji Teknisyenliği okumuş ama kesmemiş. Çünkü gözü felsefe bölümündeymiş. Lise bölümünün Gazi Üniversitesi’ndeki iki yıllık Tıbbi Görüntüleme Teknikleri adındaki yüksekokuluna girmiş. Oradan da Açıköğretim Fakültesi Felsefe’ye kayıt yaptırmış. Burada okurken farkındalığı daha da artmış ve kafa yorduğu meselelere bakış açısı iyice genişlemiş. Kırıkkale’de bir yerel gazetede köşe yazıları yazmaya başlamış. Okul bittikten sonra bir dershanede idare işlerinde çalışmış. Hacettepe Üniversitesi’nden formasyon eğitimi almış ve öğretmenlik sertifikasını duvara asmış. Bir de üzerine Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi’nde yine felsefe üzerine yüksek lisans yapmış. Biraz sinema üzerine çalışmış. “Tüm bu süreçte uyumsuzluğum hat safhada olmasına rağmen girdiğim her yerde kendimden ödün vermeden var olmaya çalıştım ve bana özel şartlar bir şekilde oluştu. Kendimden ödün vermeden yaşamaya devam ediyorum ve sonuna kadar gitmeye kararlıyım. Başka insanlara da bu yolda ilham vermeye çalışıyorum çünkü hakikatten başka sığınacak hiçbir olgu yok. Zihnimde hiçbir sınır bırakmadım ve tamamıyla hakikate kucak açtım,” diyor nihayetinde geldiği yere dair.
Eglenen’e kitapta masaya yatırdığı meseleleri neden bu kadar dert edindiğini sorduğumda ise şu cevabı alıyorum: “Hakikatin sonuca götüren tek yol olduğunu kavradım ve bireysel ve toplumsal tüm sorunların çözümünün de ancak objektif gerçekler üzerinden bulunabileceğine deneyimsel olarak ikna oldum. Böylece keşfettiğim tüm sorunları bu açıdan çözümleme yolunda akıl yürütmeye başladım. Yazma konusuna gelince, 13’te de belirttiğim gibi, en masrafsız üretim yolu. Yeterli ekip ve ekipman şartları sağladığımda sinemaya da atılmayı düşünüyorum. Bu benim için en büyük tutkularımdan. Çünkü sinemanın somutlaştırma gücü sonsuz ve benim isteklerim de.”
“Ağır” konulara dalıyor Eglenen kitapta. Ya da söylenmeye cesaret edilemeyeni söylüyor demek daha doğru. Bunu özellikle bizim gibi üstü kapalı toplumlarda yapmak çok zor. Ancak satırlara bıraktığı önermelerin sadece bu topraklarda geçerli olduğunu söylemek de abes kaçar. “Her şeyi bir şey yarattıysa ve o bir şeyin her şeye gücü yetiyorsa, o bir şey yarattığı şeyin her şeyinden sorumlu değil midir? Tüm bu adaletsiz ve çarpık düzeni kurgulayan eller, kimin elleri? Belki hiç kurgulanmadı, her şey hep vardı ve var olacak; bizler dönüşümün bir parçasıyız,” fikrini Kuzey Avrupa ülkelerinden birinde de ortaya atsanız bakışları kendi üzerinizde toplarsınız büyük ihtimalle. Yazar düşüncelerine yine kendisi cevap veriyor ama bu cevaplar okura “Çözüm orada,” diye sabit bir fikirle tek yönü işaret etmiyor. Bir kapı aralıyor. O kapıdan geçmek de herkesin harcı değil. Şöyle açıklıyor Alpay Eglenen bu durumu: “Toplumda tabu kabul edilebilecek birçok konuya olgusal açıdan yaklaşıp hakikat yolunda beyin jimnastiğine girişiliyor. Buradayız ve bir şeyler yanlış, bu yanlışlar da ancak bu tür yöntemlerle doğruya yerini bırakabilir ve bırakmalıdır da. Bu nedenle 13 bir cevap bulmak yerine cevabı arama alıştırması yaptırıyor zihne, bir nevi felsefe antrenmanı diyebiliriz. Olandaki yanlışları belirlemek ve olması gerekene dönüşmek yolunda herkesin çözüm eylemine katılmasını ne yazık ki bekleyemeyiz. Herkesin yaşam şartları ve sorumlulukları buna izin vermeyebilir. Fakat kafamızın içinde gizli bir dişli dönmeye devam etmeli en azından. Günümüz için gereklilikleri yerine getirirken zihin ütopyalar tasarlamalı ve zamanını beklemeli. Öğrenilmiş çaresizlik bizim en büyük engelimiz ve içten içe özgürleşmeye başlamalıyız. Zaten biz yapmasak da tahammül sınırlarımız ihlal edildiğinde kendiliğinden olacak.”
13’le ilgili yapılan yorumlar genelde kitabın önyargıları alaşağı etmesi konusunda birleşiyor. Doğru saptama. Üstelik yazar Eglenen bu önyargı, tabu gibi meselelere kendi deyimiyle “felsefi antrenman”la eğilirken roman bütünselliğini ve formunu bozmuyor. Yeraltı edebiyatına da epey yakın duran 13, toplumsal hapishaneye doğduğumuz anda düşmüş biz faniler için bir “zihinler arası kısa paslaşmalar” niteliği taşıyor.
edebiyathaber.net (16 Aralık 2021)