Samet Altıntaş’ı tarihçiliği ve bu yöndeki uğraşı sonucunda kaleme aldığı Bursa’nın Daveti-Bir Osmanlı Başkenti Güncesi, Boğaz’ın Dört Muhafızı, Ben Şeyh Bedreddin/Derviş-Devlet-İsyan monografileriyle tanıyorum. İsmini andığım kitapları okurken; dikkatimi bir şey çekmişti: Yazar, özellikle resmî tarihin kurduğu barajı şiirle aşmaya çalışıyordu. Bunu, Şeyh Bedreddin üzerine yazdığı son çalışmasında daha göz doldurucu, göz çarpan, göz kamaştıran bir tavırla yapmıştı. Defolu, yamalı tarihsel anlatının karşısına, her bölüm başına epigraf olarak kaydettiği Nâzım Hikmet ve metnin içine ustalıkla monte ettiği İsmet Özel dizeleriyle dikilmişti. Yani demem o ki, Samet Altıntaş zaten başından beri şiiriçi konuşmalar yapan biri. İlk şiir kitabı; kendi ifadesine göre, üniversite okumak için İstanbul’a geldiğinde, edebiyat dergilerine yolladığı ve yayımlandığı şiirlerden mürekkep.
Lakin Yayıncılık etiketiyle çıkan Ölmek Sabrı, üç bölümden oluşuyor: Çünkü Her Ölüm, Biraz Yalnızlıktır ve Postmodern Soneler. Adından ve kapağından anlaşılacağı üzere ölüm kavramı üzerine ciddi ve incelikli düşünülmüş şiirler var. Bu arada kapak için birkaç cümle kurmak istiyorum: Görsel, şair-ressam Bünyamin K’nın bir suluboya tablosu. “Ölüme bakmak bir yazgının kenarından”, “Ellerinden başladım ölmeye”, “Canım sıkıldığında parmakla oynuyorum ölümün.” diye konuşan ve izleğini bu yol üzerinde izleyen Altıntaş’ın şiir örgüsüyle uyumlu bir resim olmuş.
“Şimdi/Balkonumuz Bile Yok Ölümü Seyredecek”
Şair, “Padişahım Çok Yaşa ki Sürsün Saltanatımız” başlığını taşıyan şiirinde, “Bu çağda tuttuk/Eskicilere sattık rüzgârı/şimdi/Balkonumuz bile yok ölümü seyredecek.” diyor. Bu, “Çocukların ağızlarında bir beton ürpermesiydi evler/ve bazen çocuklar/annesiz evlerde ağlar.” dizeleriyle birbirine bağlı gibi. Ayrıca bu ses sürekliliğini, günümüz mimarîsine bir eleştiri olarak okuyabiliriz.
Samet Altıntaş, Tanrı, ölüm ve yalnızlık üzerinden kendi fotoğrafını çekiyor sanki. Arka kapak, “Çünkü Her Ölüm Biraz Yalnızlıktır” şiirine ayrılmış:
ölürken de genç kalabilirdim aslında
bileklerimdeki rüzgârı hissetmesem de olurdu
günahın uğultusunu damarlarımdan sökmeği
ben de isterdim elbette
ama
içimde dipsizleşti sağırlığım.
…
şimdi
en vahşi yerlerimi yeniden tanımlıyorum
yeniden dokunuyorum ölümün duvarlarına
rutubeti emiyorum mezarların alnından
sırtlanmış geliyorum leşimi
uzaktan
dağdan
yani yalnızlıktan…
“İçimden gelmiyor ölmek bile…”
Mahrem mırıltıları saklayan, tenha bir telaş içinde yaşayan bir adamın şiirleri var Ölmek Sabrı’nda. Şair, ölülerin utangaç, bir daktilonun el yazısı kadar kişisel olduğunu söylüyor. Uzak dünyasıyla yaşadığı zamanı birleştiren Altıntaş, kendi bahçesine uyak düşen çiçekleri gösteriyor okura: bazen solgun, bazen yeni. Ölmek Sabrı, sabrederken yaşlananların, hayata, akıp giden zamana, hâlâ kımıldamadan yerinde duran geçmişe, belleğe dair hatıraları hatırlatıyor. Son sözü, ‘insan insanın hurafesidir” diyen Samet Altıntaş’a bırakalım, ontolojik sancılarını onardığı şiirinin sonunda, şöyle konuşuyor:
“böyle böyle dışıma taşıyor yalnızlığım
bir dudak payı kalmalıydı bana
diyorum:
beni bi kere öpsen mi
içimden gelmiyor ölmek bile,
bi sigara içip dünyaya küssem mi”
edebiyathaber.net (20 Aralık 2021)