Karanlık basmak üzereydi. Süreyya Hanım bir elini çenesine dayamış gökyüzünü kaplayan kapkara bulutları izliyordu. Yaprakları dökülmüş erik ağacının dalları, rüzgârın etkisiyle sallandıkça cama vuruyor, çıkan ses rüzgârın sesiyle birleşiyor bir yerlere sürüklenip kayboluyordu. Bu sürükleniş kendini tekrar tekrar yineliyordu. “Tıpkı insan yaşamı gibi” diye düşündü. Gökyüzündeki bu manzara ve işittiği ses derin düşüncelere dalmış olan Süreyya Hanımın içindeki kasveti daha bir artırmıştı. “Sürüklenmek…” dedi. Bir an duraksadı ve devam etti. “Bazen umutlarımızla, bazen hırslarımızla, bazen de sevmelerimiz, aldanışlarımızla… Birlikte sürüklenip kayboluyoruz. Bu döngü ömrümüz boyunca böyle sürüp gidiyor,” dedi içinden.
Süreyya Hanım çakan şimşeğin ardından duyduğu şiddetli bir gök gürültüsüyle irkildi. Derin düşüncelerinden sıyrılıp kendine geldi. Duvarda asılı olan saate baktı. İçerisi karanlık olduğu için saatin kaç olduğunu göremedi. Bu sırada sokak lambasının yanmaya başlamasıyla odanın içi hafif aydınlandı. Karnının acıktığını hissetti ama yerinden kalkmaya üşendi.
Sokak lambasının yanmasıyla birlikte dışardaki ağaç dallarının ve camın önünde duran iki saksı çiçeğinin duvara vuran gölgelerini izlemeye başladı. Dalların cama vururken çıkardığı sese ve rüzgârın sesine bir de yağmur sesi eklenmişti. Duvardaki gölgelere bakmaya devam ederek:
“ Ben de bu gölgeler gibi gölge bir hayat yaşadım. Gerçekliğimi değil toplumun bana dayattıklarını…” diye mırıldandı.
Kendiyle alay eder gibi gülümsedi:” Bunu şimdi elli yaşına gelince mi fark ediyorsun Süreyya?” diyerek içten içe kendine söylendi. “ Hayır, farkındaydım ama…”diye devam etti.
Derin bir iç çekerek ayağa kalktı. Bir şeyler atıştırmak için mutfağa gidecekti. Odanın kapısını gürültü çıkmasın diye özenle açtı. Ayağını uzatmadan önce başını uzatarak koridorun sonundaki oda kapısının kapalı olduğundan emin olmak istedi. Kapının kapalı olduğunu görünce hızlıca mutfağa girdi. Kendine içinde peynir, zeytin, birkaç dilim domates olan bir tabak hazırladı. Aynı şekilde mutfaktan odaya geçerken de koridorun sonundaki kapıya baktı. Bu seferki bakışı daha uzun sürdü. Boş ve donuk bakışlarını birden geri çekti, kaşlarını çattı, hızlıca odasına girip usulca kapıyı örttü.
Sokak lambasının odayı aydınlatan loş ışığı hoşuna gitmişti. Bu yüzden odanın lambasını yakmadan masanın yanına geçip çok sevdiği deri kaplı siyah sandalyesine oturup yemeğini yemeye başladı. Pek iştahı yoktu, canını acıtan olayları düşünüyor, keşkelerini zihninde çoğaltıyordu. Bu duygu halindeyken sanki ağzına attığı her yudum büyüyor, yudumları yutmakta zorlanıyordu. “Ne oluyor bana böyle? Oysa sabah oldukça neşeliydim…” Bir yerde okuduğu ama nerede okuduğunu unuttuğu, sık sık tekrarladığı cümleyi mırıldandı, “Zihnini geçmişin acılarıyla ve geleceğin kaygılarıyla meşgul eden kişi bugününü kaybeder.” Bu cümleyi hatırlamak çoğu zaman kendini iyi hissetmesine neden oluyordu.
Geceyi film izleyerek geçirmeye karar verdi. Masanın üzerinde duran cep telefonunu ve kulaklığını alıp kanepeye geçti. Biraz üşüdüğünü hissetti. Sandalyenin üstünde duran battaniyesini almak için ayağa kalktı. Battaniyesine sarılacak kadar üşümediğine karar verdi ama ona sarılıp film izlemeyi çok arzuladı. Bunun için aklına kendince parlak bir fikir geldi: “Camı açarak iyice üşümek, o zaman battaniyeye sarılmak daha keyifli olur,” diye içinden geçirdi. Battaniyesini alıp cama yöneldi. Camı açar açmaz yüzüne soğuk bir rüzgâr çarptı. Yağmurun sesini daha çok duydu. Etrafta ışıkları açık birkaç ev gördü, sokak boştu. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, hiçbir şey düşünmeden bir müddet böyle açık camın önünde durdu, iyice üşümüştü. “Artık battaniyeme sarılıp film izlemeyi hak ettim,” diye düşündü. Gözünün ucuyla koltuğun yanındaki boşluğa baktı. “Buraya bir kömür sobası, üstüne çay dolu kocaman çaydanlık ve kestane… Nasılsa hayal kurmak bedava…” diye düşünerek gülümsedi. Hemen battaniyesine sarılıp kanepeye oturdu. Hoşlanacağı bir film izlemek umuduyla telefonunu eline aldı.
Film izlemeyi çocukluğundan beri severdi. Kurgu ya da gerçek, aklına gelmeyecek yaşamlarla tanışmak, hiç gitmediği gidemeyeceği mekânları görmek hoşuna gidiyordu. İzlemeye başladığı film boşanmak isteyen bir çifttin son bir çare olarak başvurdukları evlilik danışmanının odasında başlıyordu. Danışman onlardan birbirleri hakkında sadece olumlu düşüncelerini yazıp okumalarını istiyordu. Sanki bu kendisinden istenmiş gibi, filmi durdurup düşünmeye başladı Süreyya Hanım: “ Ayıkken ve kumar oynamadığında oldukça iyi, şakacı biriydi,” dedi kendi eşi için. Sonra filmdeki çiftin düşüncelerini merak edip filmi izlemeye devam etti. Adam danışmanın dediğini yapıp yazdıklarını okudu ama kadın okumayı reddedip odadan çıktı. Boşanmak isteyen kadındı. Niçin boşanmak istediğini tuttuğu avukatın yanına gidip boşanma gerekçelerini anlatmaya başlayınca öğreniyoruz. Evlendikten sonra eşi yükselirken kendisinin gerilediğini, onun hayatını yaşadığını, onun istediği şehirde onun zevkine göre döşenmiş bir evde oturduklarını… Ağlayarak anlatıyordu. Bunları işitince Süreyya Hanımın yüzünde şaşkın bir gülümseme belirdi: ”Bunun için boşanılır mı? Şiddet yok, içki yok, kumar yok. Ben bunları yaşadım ama hiç boşanmayı düşünmedim. Çocuklarım için katlandım, babasız büyümesinler diye. Gerçi çocuklarım babasız büyüseydik daha iyi olurdu diyorlar, çocukluğumuzun her günü sizin kavgalarınız yüzünden korkuyla geçti. Şimdi psikolojik sıkıntılar yaşayan yetişkinler olduk diyorlar,” diye düşündü.
Birden kızı Aslı’nın birkaç gün önce geldiği günü, kendisini ziyaretini, ona söylediklerini, onun nasıl hiddetlenerek kendisine cevaplar verdiğini anımsadı. O da eşiyle anlaşamıyor, kavgasız bir gün geçirmiyorlardı: “Boşanacağım!” diyordu. “Ben senin gibi çocuklarım için katlanmayacağım bu evliliğe! Onlar da bizim yüzümüzden çocukluklarını yaşayamıyorlar!” diye yüksek sesle, gözünden yaşlar süzülerek anlatmıştı. Bir anne için çok büyük bir hayal kırıklığıydı bu. Çünkü onları büyütürken, onlar için güzel yaşamlar, kaliteli birliktelikler düşlemişti, hatta bunun böyle olacağına inanmıştı. Şimdi öyle olmadığını görüyor kahroluyordu. O gün kızına sarılmak, gözyaşlarını şefkatle silmek istemiş ama yüz bulur diye yapmamıştı. Tıpkı eşine katlanırken ailesinin ona yaptığı gibi. Onlara da ailelerinin yaptığı gibi… Evlendin mi boşanamazsın… El âlem ne der… Rezil oluruz… Gibi gerekçelerle bitirilen ömürler. Süreyya Hanım çocukluğunu geçirdiği mahallede, yakın çevresinde mutsuz evliliklerine katlandıkları için kendilerini cennetlik gören, bu durumlarıyla övünen kadınlar tanımıştı. O da o gün bu evliliğe katlandığı için kızına karşı kendiyle övünmüştü. İçindeki hakikati görmezden gelerek, adet yerini bulsun diye. ”Eşinin içkisi yok, kumarı yok, evine bakıyor, şiddet uygulamıyor. Sırf kafalar uyuşmuyor diye boşanılır mı?” demişti kızına. Aslı gözyaşları içinde annesinin gözlerinin içine bakmış: ”Ya psikolojik şiddet varsa!” demişti. Buna cevap veremediğini hatırladı şimdi.
Süreyya Hanım bu düşünceler içindeyken ekranda on yaşlarında bir erkek çocuk göründü.” Bu çocukları olmalı,” dedi içinden. Birden diğer odanın kapısının açıldığını duydu. Alelacele filmi durdurup telefonun ışığı fark edilmesin diye ekranı kararttı. Oturduğu yerden bakışlarını kapıya yöneltti. Tuvalet kapısının açıldığını duydu, yanan ışık kapının camını aydınlattı. İki üç dakika
geçmeden kapı tekrar açıldı, ışığı söndü. Oda kapısının da kapandığını duyunca tekrar filmi izlemeye başladı. Film boyunca kadın ve erkeğin çocuğun yanında kavga etmediklerini gördü. Gerçi film boyunca yalnız ikisinin olduğu, çocuklarının olmadığı bir zamanda kavga ettikleri tek bir sahne vardı, başka da yoktu. İkisi de çocuklarıyla oldukça ilgiliydi, onunla ayrı ayrı güzel vakit geçirebiliyorlardı. Süreyya Hanımın filmde dikkatini çeken onu şaşırtan başka bir sahne daha vardı. Erkeğin, kadının annesi ve ablasıyla olan dostane sıcak ilişkinin boşanma kararına rağmen devam etmesiydi. “Bizde olsa herkes birbirine küser düşman kesilirlerdi,” diye düşündü. “Sanki insanın yaşadığı toplum kaderini de belirliyor,” diye ekledi. Bu sadece kadın için değil erkek için de böyle. Bizim erkeklerimiz de yanlış oldu bizim bazı erkeklerimiz demeliydim. Çünkü böyle olmayan erkekler de var. İşte bu dediğim erkekler babalarından, annelerinden, yaşadıkları çevreden onlara dayatılan davranışları düşünmeden sorgulamadan kabul ediyor, onların değişmez doğrular olduğunu düşünüyorlardı…” “Erkektir yapar…” “Elinin kiri…” “Erkek ne derse o olur…” gibi. “Nice boşanmak istediği için öldürülen kadınlar, ayrılmak istedikleri için erkek arkadaşı tarafından öldürülen genç kızlar… Hep bu zihniyetin sonucuydu.” Bunlar aklından geçerken daha beş dakika geçmemişti ki diğer odanın kapısının tekrar açıldığını duydu, içindeki endişe yüzüne vurdu, yüzündeki tüm kasların gerildiğini hissetti. Filmi durdurup telefonun ışığını kapatıp gözleri kapıda beklemeye başladı. Tuvaletin kapısı tekrar açılıp kapandı birkaç dakika sonra kapının açıldığını birkaç saniye içinde de diğer odanın kapısının kapandığını duyar duymaz filmi izlemeye döndü. İçindeki endişesi büyüdü.” Hiç böyle yapmazdı, bu kadar sık tuvalete kalkmazdı,” diye mırıldandı.
Tekrar filme döndü, kadın boşandıktan sonra oturmak istediği şehirden bir ev tuttu. Oyuncuydu, mesleğine yoğunlaşarak ilerledi. Vaktinin çoğunu işine ve çocuğuna ayırıyordu. Eşi de çocuğu için onun yaşadığı yere yakın bir yerde ev kiralamış haftanın belli günlerinde çocuğunu yanına alıyordu. Bazen hep birlikte güzel vakit geçirebiliyorlardı. Bu bitiş sahnesinden sonra Süreyya Hanım kafasını sağ sola salladı, şaşkın şaşkın gülümseyerek mırıldandı: ”Bu nasıl bir ayrılık şimdi?” dedi. Böylesi bir ayrılığı anlamaya çalışıyordu. Bunun, kendince mantıklı bir açıklamasını bulamazsa bu gece uyku uyuyamayacağını düşündü. Bu arada tuvalet kapısının açılıp kapandığını duydu o kadar dalmış olmalı ki ondan önce diğer odanın kapısının açıldığını duyması gerekirken duymamıştı. Bu durumdan çok tedirgin olmadı, çünkü film bitmiş telefonun ışığı çoktan kapanmıştı. Nedense gecenin bu saatinde hala uyumadığının bilinmesini istemiyordu.
Süreyya Hanım heyecanla “ Buldum.” dedi. “ Kadın “mış” gibi yapmak istemiyor.” diye devam etti. Akşam hava karardıktan sonra duvara vuran gölgeleri hatırladı. ”Gölge gibi bir hayat yaşadım demişti…” “İşte filmdeki kadın da gölge gibi yaşarken mutsuz olduğunu anladı, mutluluğun, kendi hakikatini yaşamakta olacağına inandığı için de ayrılma kararı aldı, aksi takdirde eşini mutlu edemeyeceğini biliyordu…” Aklından bunlar geçerken tuvalet kapısının açılıp kapandığını duymadığını fark etti: “ çok uzun kaldı…” “ çıktığını fark etmemiş olabilirim…” diye düşündü. Endişeyle yerinden kalkıp kapıya doğru yürüdü, kapıyı hafif aralayıp kafasını uzattı, tuvaletin kapısına, ışık var mı yok mu diye baktı. Kapının altından ışığın yandığını gördü. Odasına baktı. Kapısı ardına kadar açıktı. İçinde sızıyla karışık bir korku oluştu. “ Kapıya vursam mı?” diye düşündü. Sonra vaz geçti, düşünceli bir şekilde biraz daha beklemek için geri döndü.
Saat gecenin üçüydü, çok uykusu gelmişti: “ Çıksa da uyusam.” Dedi. Ama hala kapı açılmıyordu. Daha fazla endişeye dayanamayıp yerinden kalktı, lavabonun kapısına gidip kulağını dayadı, bir ses duymadı. Sonra kapıya vurdu, yine içerden bir ses gelmedi. Tekrar kapıya vurdu. “ Kenan Bey orda mısın?” diye seslendi. Bu sefer de ses gelmeyince kapıyı açtı. Eşi yerde upuzun yatıyordu, panikledi. Hemen telefonunu alıp ambulans çağırdı.
Süreyya Hanım, eşinin başında ne yapacağını bilemeden öylece dona kalmıştı. Ne olduğunu kestiremiyordu. Başını mı çarpmıştı, tansiyon muydu? Bilemedi. Ama gördüğü tek şey onun çökmüş, keder dolu yüzüydü. Bir heykel gibi öylece başında dikiliyordu.
Zil çalınca hemen kapıyı açmaya koştu. Ambulans gelmişti, onlara hemen hastanın yerini gösterdi. Ambulans hemşiresi:
Ne oldu? diye sordu Süreyya Hanım:
“Bilmiyorum, böyle buldum,” dedi.
Ambulans Hemşiresi hastaya ilk müdahaleyi yaparken, “Bir hastalığı var mıydı?” diye sordu. “Bilmiyorum,” dedi Süreyya Hanım. “Biz yıllardır aynı evde küs yaşıyoruz,” diyemedi.
Hemşire ilk müdahaleyi tamamladıktan sonra hastayı sedyeye koyup ambulansa taşıdılar. Hemşire, Süreyya Hanıma dönüp refakatçı olarak gelip gelmeyeceğini sordu.
Süreyya Hanım: “Gelmeyeceğim…Çocukları arayıp onları gönderirim…”dedi
Hemşire hızla oradan uzaklaşıp gitti. Ambulansın sesi, hemşirenin soruları, eşinin yüzü, bu gece izlediği film, kızının söyledikleri başının etrafında bir halka gibi dönmeye başladı. Hiçbir şeyi yerli yerine koyamıyordu, onlarla birlikte sürüklendiğini hissediyor, durmak istiyor duramıyordu. Başı dönmeye başladı, holün duvarlarına tutuna tutuna eşinin odasına girdi, Bu odaya girmeyeli yıllar olmuştu. Onun yatağına uzandı. Kokusu sinmiş yorganına sarılıp: “Böyle olmayabilirdi,” diye sessizce ağladı.
edebiyathaber.net (6 Ocak 2022)