1951 yılında İnegöl’de doğan Cemil Kavukçu, İstanbul Üniversitesi Jeodezi Mühendisliği Bölümünü 1976 yılında bitirir. Bir yandan MTA’da mühendislik yaparken diğer yandan da 1980li yıllardan itibaren çeşitli dergilerde öyküleri yayımlanır. 1987 yılında “Patika” adlı dosyasıyla “Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü”nü alır ve kitap Varlık’ta yayımlanır. 1995 yılında Erdal Öz’ün “Aramıza hoş geldin,” sözüyle Kavukçu öykülerinin talihi değişir ve öykü kitapları art arda yayımlanır.
Cemil Kavukçu’nun Pazar Güneşi öyküsünü okuyan Fikret Otyam bir dergide kendisinden övgüyle bahseder: “Kimdir bu Cemil Kavukçu? Bilmem, tanımak isterim, başka öykülerini okumak isterim ve selam ederim buradan, elleri yüreği dert görmeye, bu ada dikkat ediniz. Şapka giymem, bahçede çalışırken giydiğim bir şapka var onu çıkarıyorum bu arkadaşa, bu öykü yazarına sevgiyle,” der. Yazarın kitapları kısa süre içerisinde okurların, eleştirmenlerin dikkatini çeker. Başta Fethi Naci olmak üzere pek çok eleştirmen öyküleri üzerine yazılar yazar. Seksenli yıllarda yıldızı parlamaya başlayan Cemil Kavukçu’nun öyküleri günümüzde de etkilidir. Öykücülüğümüzde teknik ve söyleyiş bakımından yeni yollar açmış, yeni yazarların yetişmesinde önemli bir rol oynamıştır Kavukçu.
Cemil Kavukçu gerçekten de bir öyküsünü okuduğunuzda diğerlerini de okuma isteği uyandıran bir yazar. Öykülerindeki samimiyet okuyucuyu hemen avucunun içine alır. Dilindeki sadelik, yalınlık ve tasarruflu sözcük kullanımı sayesinde bir çırpıda öykünün finalinde bulursunuz kendinizi.
Bu yazıda sizlere Aslangöz hikâyesinden bahsetmek istiyorum. Öykü şu cümleyle açılıyor: “Tanıdığım bütün dedeler öksürürdü ama benim dedeminki hiçbirine benzemezdi çünkü o öksürmez ya da öksüremez, “Öhhaa!” diye gırtlaktan, garip bir ses çıkarırdı.” Daha ilk cümleyle sizi avucunun içine alan anlatıcı, dikkati dedenin üstüne çekerek baş kahramanı hemen ilân ediyor. Sonrasında ana karakter fiziksel özellikleri, alışkanlıkları, onunla özdeşleşen giysisi, evde yaşayan diğer kişilerle olan ilişkilerine kadar uzun uzadıya anlatılıyor. Yazar bu bilgileri verirken bizi olayların geçtiği eve davet ediyor ve içeriden konuşmaya başlıyor. Böylece evde kimlerin yaşadığı, herkesin birbiriyle nasıl bir ilişki kurduğunu aşağı yukarı anlıyoruz. Birinci tekil şahısla anlatılan hikâyede, torunun gözünden dedenin nasıl göründüğünü algılıyoruz. Birinci tekil anlatımda okuyucu ile kolay kurulan bağ hemen dikkati çekiyor. Yazar bize torun vasıtasıyla anlatmıyor detaylı bir resim çiziyor adeta. Anlatma göster tekniğinin ne olduğunu “İşte bu!” der gibi gözler önüne seriyor. Böylece gözümüzün önünde karikatürleşmiş bir dede beliriyor. Kimselerin konuşmadığı bir sırrı hisseden torun, gözünü dede ile Aslangöz amcaya dikmiş durumda. Dede ne kadar gürültücüyse Aslangöz amca o kadar sessiz. Bir hikâyede kullanılan karşıtlığı çok güzel kullanıyor Cemil Kavukçu. Diğer yandan Aslangöz hikâyesi buram buram sigara kokuyor, anlatı boyunca sigara kelimesini tam sekiz kez kullanarak hem tekrar tekniğinin altını çiziyor hem de koku duyusunu okuyucuya tamamen geçirebiliyor. İşitme duyusunun kullanımını ise “Öhhaa!”lar ile görüyoruz. İlginç bir şekilde aile üyelerinin ismi telaffuz edilmezken bütün esnafın adları tek tek veriliyor. Bu isim vermeme haliyle yazar sanki ev halkının birbiriyle olan mesafesini anlatmaya çalışıyor ya da dede, babaanne diyerek kişileri anonimleştirerek buranın herhangi bir ev olduğu, hepimizin evi olabileceği fikrini iletiyor bize.
Ortak kullanılan mekânlar, aile bireylerinin oturduğu ev, esnafın sıralandığı, mahallelinin sosyalleştiği sokak vasıtasıyla hayatın ritmini yakalıyoruz. Rutini, monotonluğu kırmak için kahramanlar evden dışarı çıkıyor ve bir serüven yaşıyorlar. Yazarın torun vasıtasıyla gözünü diktiği sır ise okuyucuyu hep tetikte tutuyor. Bu kısacık öyküde geçmişte yaşanmış bir olayın ailede yarattığı travmayı iliklerimize kadar hissediyoruz. Mekânın ve zamanın ruhu ustalıkla okuyucu tarafına geçiyor. Dede ve Aslangöz amcanın bağımlılıklarının sebebi, anlatıcının açıklamadığı sırda gizli. Yıllardır ailenin ortak olduğu travmanın kaynağındaki gizin ne olduğuna değil, travmaların nasıl yaşandığına bakmamızı; acının insanlar üzerindeki etkisini görmemizi istiyor yazar.
Çok hüzünlü ve ağır olan bir konuyu yapış yapış bir duygusallıktan uzak, dedeyi karikatürize edip hafifleterek ustalığını ortaya koymuş sevgili Cemil Kavukçu. Amatör bir okur-yazar olarak bendenizin Cemil Kavukçu gibi bir ustayı değerlendirmesi mümkün değil elbet. Bir çevirmen olarak, yerel ve evrensel değerlere sahip hikâyelerinin diğer dillere çevrilirse dünyanın her yerinde kabul göreceğine inancım tamdır.
Tek dileğim 2020’li yıllarda da öykünün patikalarında yürümeye devam etmesi ve edebiyat ders kitaplarında onun da yer almasıdır.
edebiyathaber.net (7 Ocak 2022)