Her sabah görüyorum onu. Belediyenin kamyonu gelmeden çöp konteynerinin içine kafasını sokup uzunca bir süre karıştırıyor. Eline gelen çöplere gün ışığında bir daha bakıp çuval geçirilmiş el arabasına atıyor, beğenmediklerini geri bırakıyor. Yüzü karanlık, tam göremiyorum. Neden izlediğimi bilmiyorum. Yaklaşık bir aydır rutinim oldu. Sabahları perdeleri çeker çekmez onunla karşılaşıyorum. Önceden olsa bırak dikkatimi çekmeyi, o tarafa bile bakmazdım, emeklilik işte. İyi bir şey gibi, ama bazen herkesin koştur koştur işine, okuluna gitmek için caddeden bir nehir gibi geçişini izlerken moralim bozuluyor. Yararsız hissediyorum kendimi. Tüle değen tüy gibi, varla yok arası, hafif, uçucu, gürültüsüz.
Ona yardım etsem bir şey yapmış olur muyum? Dün akşam üst katta gırla içki içildi örneğin, şarkılar söylendi, kadehlerin birbirine tokuşturuluşunu bile duydum. Bir yığın çöp çıkmıştır ordan, pahalı markaların şarap şişeleri. Mümkün.
Bu sabah geç kaldı. Bir süre ne yapacağına karar veremez halde sağa sola bakındı. Hafifçe tekme attı boş konteynere. Kaldırıma oturdu. Sigara yakıp dumanını üfledikçe üfledi.
“Hey, beyefendi!”
Sabah sabah sersemledi biraz. Beyefendi deyince korkmuş olmalı. Sesin nerden geldiğini anlamak için sağa sola bakındı önce.
“Burdayım, yukarı bak!”
Nihayet buldu beni. Kendisine seslenildiğini anlayınca ne istiyorsun der gibi baktı, biraz uykulu.
“Sana vereceklerim var, gelsene.”
“Bak, şu kapıdan içeriye gireceksin, A bloğun önüne gel, alttan ikinci zil, ben otomatiğe basacağım.”
Durdu. Elindeki sigarayı fırlattı.
“Ne vereceksin ki?” Sesi hışırtılı.
“Kullanmadığım eşyalar var, gel al onları. İstersin herhalde?”
Biraz düşünür gibi başını öne eğdi, sonra aşağı yukarı salladı.
“Hadi gel!”
Güvenliği aradım önce, adamı içeri alsınlar diye, az sonra da kapı çaldı. Otomatiğe bastım. Merdivenleri umduğumdan da yavaş çıkıyordu. Tedirginliğini duyabiliyordum.
Gözleri çekik gibi, ya da kısık mı desem. Burun delikleri ne kadar büyük. Sakalı kaç günlük bilmiyorum, karanlık bir yüz. Genç, belli, ama benden yaşlı gibi duruyor, kamburu çıkmış. Ağzı kocaman, sanki açtığında upuzun bir dil çıkaracak dışarı. Giysileri el arabasını kapladığı çuvaldan da beter. Kokusu ağır. Yüzümü ekşitmemeye çalıştım.
“Bak, bu poşetlerin içinde artık giymediğim giysiler var, hepsi yeni sayılır, ceketler, gömlekler, paltolar. İşine yarar değil mi?”
Öylece bakıyordu.
“İşine yarar mutlaka, önümüz kış, giyersin. İhtiyacı olan bir yakınına da verirsin, belki çocuğun vardır, gerçi büyük gelir, ama en azından terziye verirsin, ordan burdan kısalttı mı tamamdır. Bak bu palto kaşmir, çok kalitelidir, yüz kış daha görür. Zamanında en iyi yerlerden alınmış giysiler bunlar, başkasına verip de ziyan etme bence. “
Ne sevinmeye dair bir işaret vardı yüzünde, ne de bir kıpırdanma belirtisi. Grotesk bir heykel gibi duruyordu karşımda. Bense kabul beyanını almak için çırpınıyordum adeta.
“Çocuğun var mı?”
“Yok.”
“Hım, yalnız mı yaşıyorsun?”
“Sayılır. Arkadaşlar var.”
“Olsun, arkadaşlarına verirsin, ya da, ne bileyim, satarsın artık.”
Poşetleri kirden kapkara olmuş ellerine tutuşturmak için yaklaşır gibi olduğumda, geri çekti kendini.
“Yok abi, istemem, bunlar satılmaz, işe de yaramaz, giysem üstümde durmaz, arkadaşlarıma da vermek istemem. Zaten arkadaş sayılmazlar, aynı depoda kaldığımız kişiler işte. Sen en iyisi bunları ihtiyacı olan başkasına ver,” Üstüne başına iyice baktım bu sefer. Anlasın. “benim teneke, demir, şişe gibi şeylere ihtiyacım var, kağıt, plastik, hatta karton bile olur,” Yüklendi küreklere. ”para lazım, memlekete gitmem lazım, bunları kim alır ki, hem alsa kaç para verir, zamanım yok.”
“Zamanın mı yok!?” Şaşırmadım, düpedüz kızdım, insan bir teşekkür eder.
“Abi, bunlara para veren olmaz, kilo işi satıyoruz biz, kurtarmaz yani, boş şişen varsa alırım ama.”
Üst kattan bahsetmedim.” Yok şişe!”
Gözlerini kısınca tamamen kayboldu bakışları.
“ Niye kızdın ki şimdi, hayır niye kızdın?” diye sorsun, üstelesin istedim.
Gitmek için merdivenlere yöneldiğinde, “Bak” dedim, “çöpleri karıştırırken daha dikkatli olmalısın, etrafı pisletiyorsun görüyorum burdan.”
Hızlıca indi basamakları. İnerken ayağına büyük gelen terliklerinin çıkardığı ses taklacı bir güvercinin kanat çırpışını andırıyordu.
edebiyathaber.net (25 Ocak 2022)