O yıllara fotoğraf çektirmek şimdiki kadar kolay değildi. Herkeste fotoğraf makinesi yoktu. Fotoğraf makinesi olan da her an yanında taşımaz, her gördüğünü çekmezdi. Çünkü fotoğrafı çekme de sonra basıp çoğaltmak da maliyetli bir işti. Fotoğraf makinesine konulan film bizim öğrenci bütçelerimiz için pahalıydı. Sonrasında tabettirmek, bastırmak gibi aşamalarda da ödenecek tutarlar vardı.
Fotoğraf konusunda şanslı bir gruptuk. Çünkü şair arkadaşlarımızdan biri, Merih Akoğul Güzel Sanatlar Akademisi’nde Fotoğraf bölümünde okuyordu. Hemen her zaman yanında bir fotoğraf makinesi taşırdı. Ama biz fotoğraf çektirmeye pek meraklı değildik. Nadiren fotoğraf çektirirdik, o da çok önemli bir olaysa ya da aşırı ısrar varsa.
80’li yıllardan kalmış az sayıdaki fotoğrafa baktığımda çoğunu Merih’in çektiğini görüyorum şimdi. O olmasaydı o günlerden geriye çok az fotoğraf kalacaktı. Üstelik Merih, fotoğrafın eğitimini almasının yanında işini ciddiye alan yapıda biri olduğu için iyi fotoğraflar da çekmiş. Fotoğraflarında bir üslup, kendine has bir bakış açısı var. O nedenle “80 Kuşağının Ara Güler’i” diyorum. Yoksa fotoğraf anlayışları farklıdır. Merih kendisini Ara Güler gibi “foto muhabiri” olarak tanımlamaz. Gerçi Ara Güler’in bu tanımını da düzden okumak doğru değildir. İçerdiği ironiyi anlamak gerek. Ara Güler’in büyük bir fotoğraf sanatçısı olduğunu biliyoruz.
Merih, fotoğrafın bir belgeleme işi olmasının yanında “sanat” olduğuna da inanan bir anlayıştaydı. O zamanlar fotoğrafın “gördüğünü belgeleme işi” mi yoksa daha sonra karanlık odada sanatçının müdahalesiyle son halini alan bir sanat eseri mi olduğu tartışılırdı.
Fotoğrafın sanat olduğu görüşüyle Merih ve arkadaşları Hüsnü Atasoy, Kâmil Fırat, Yaşar Saraçoğlu ve Mustafa Kocabaşı Grup Dokuz adıyla birleşmişlerdi. Sergiler açıyorlardı. Ankara’daki açtıkları sergi “ulusal olmamakla” suçlanmışlar. Ben o sırlar Karacan Yayınları’nda çalışıyordum ve Sanat Olayı dergisine de katkıda bulunuyordum. Aslında dergide fotoğraf sanatı, iyi bir fotoğrafçı da olan arkadaşımız rahmetli Aytekin Hatipoğlu’ndan sorulurdu ama 1. İstanbul Fotoğraf Günleri’ni bahane ederek yazı işleri müdürümüz Ülkü Karaosmanoğlu’nu ikna etmeyi başarmışım ve ortaya bir buçuk sayfalık bir haber röportaj çıkmış. Başlığı da “1. İstanbul Fotoğraf Günleri ve Grup 9”. Kendilerine yapılan eleştirileri de sorup görüşlerini de almışım (Sanat Olayı, s. 44, Ocak 1986). Bu haber röportaj “fotoğraf eleştirmeni” olarak tanınmamı da sağlamıştı. Tabii bunun nedeni benim çok önemli bir iş yapmış olmam değil fotoğrafçılık hakkında çok az yazı ve haber çıkmasıydı. Sanat Olayı’nda fotoğraf sanatıyla ilgili 4-5 çalışmam daha yayınlanmıştı.
Bir yandan Cağaloğlu’nda profesyonel olarak çalışırken diğer yandan kazandığımız paralarla dergiler, yayınevleri kuruyorduk. Mehmet Müfit ve Tuğrul Tanyol’la Poetika Dergisi’ni ve şiir kitapları yayınlayacak Çizgi Yayınları’nı kurduğumuzda Merih şair olarak bize katılmasının yanında sanatsal ve teknik destek de vermişti. Kitap kapakları için özel fotoğraf çekimleri yapmasının ya da fotoğrsk sanatçısı arkadaşlarının eserlerini almasının yanında kapak düzenlerini de yapıyordu.
Grup 9’dan Hüsnü Atasoy büyük bir reklam ajansında çalışıyordu, o da kapak tasarımlarının son halini almasını ve basılmak üzere filmlerinin çekilmesini sağlıyordu. Bu imeceyle çoğunluğu şiir kitaplarından oluşan 17 kitap çıkarmayı başarmıştık.
Terzi kendi söküğünü dikemez derler, Merih’in ilk şiir kitabını Çizgi’de çıkaramamıştık. Sanırım bunda onun bir türlü dosyasını hazır edememesinin payı çoktur. Tabii hayat gailesi de etkili bu gecikmede. Merih Akoğul’un ilk şiir kitabı 1992’de Sombahar dergisini de yayınlayan Korsan Yayın’dan çıktı.
Hayat gailesi dedim, Merih, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinden 1985 yılında mezun olmuş. Mezuniyet sonrası da fotoğraf işi oldu. Bir dönem reklam ajanslarında çalıştığını, kendi stüdyosunu kurduğunu biliyorum. Bu gelişme de fotoğrafa daha çok yoğunlaşmasını, şiirin biraz geriye düşmesine neden oldu. Şiir kitapları yayınladı ama esas yayın faaliyeti fotoğraf sanatı hakkında oldu. Hem kendi albümlerini yayınladı hem de fotoğraf üzerine yazılar yazdı, kitaplar yayınladı. Yurtiçinde ve dışında sergiler açtı, projelere katıldı. Bir dönem Cengiz Cıva ile Hürriyet grubu için, yazık ki yayınlanmayan, bir fotoğraf dergisi hazırladı. O yıllarda Türk edebiyatının ve şiirinin belli başlı tüm adlarının fotoğraflarını çektiler. Cengiz Cıva’da ve Merih’te müthiş bir arşiv vardır. Merih bu fotoğraflardan yaptığı çok küçük bir seçkiyi sergiledi diye anımsıyorum. Umarım o fotoğrafların tamamı bir gün gün yüzüne çıkar.
Merih Akoğul’un en büyük özelliği ilgi alanlarının çokluğu ve o alanlarda derinleşme, uzmanlaşma arzusudur. Şiir ve fotoğraf yetmedi, bir dönem saksafon çalmaya merak sardı, ders aldı. Caz müziğini sıkı takibe aldı. Caz üzerine yazılar yazmakla kalmadı radyolarda programlar yaptı. Radyo ve televizyonlara sanat programları hazırladı, danışmanlık yaptı. Akademisyen olarak üniversitelerde fotoğrafçılık dersleri verdi. Küratörlük yaptı. Çok önemli fotoğraf sergileri hazırladı, fotoğraf ustalarının biyografik albümlerini hazırladı. Resim sanatına yoğunlaştı, eleştiriler yazdı.
Yemek ve seyahat yazıları yazdığından da şüpheleniyorum. Pandemi döneminde sosyal medyadan canlı söyleşiler gerçekleştirdi. Ekşi Sözlük’te Sirius UFO ve Uzay Bilimleri Akademisi Yürütme Kurulu üyesi olduğu bilgisi var ki hiç şaşırmadım. Bizden habersiz o alana da merak sarmış olabilir. Google’a göre ise sosyal antropoloji konferansları veriyor. Kim bilir haberim olmayan başka ne merakları, işleri var.
Ne yaparsa yapsın inanarak, disiplinle yapar, uzmanlaşmaya çalışır ve hep şairane bir bakışı vardır. Dergilerde görünmediği için şiirden uzaklaşmış gibi görünse de hiç kopmadığını, sürekli şiir yazdığını geçen yıl yayınlanan Ağustos adlı kitabıyla bir kez daha anladık. Yayına hazır başka dosyalarının da olduğu müjdesini vermişti. Tabii yaptığı başka işlerden ve yeni ilgi alanlarında uzmanlaşmaktan vakit bulabilirse.
edebiyathaber.net (26 Ocak 2022)