Perulu yazar Mario Vargas Llosa, Latin Amerika’da yazarın durumunu dile getirdiği denemesinde, yaşanılan güçlükler, baskı altında yaşamanın getirdiği açmazlardan söz eder. ABD ve Avrupa’daki yazarların konumuyla bir karşılaştırma yapar karşılaştırma yapar. Buralarda yazar olmanın anlamını şöyle belirtir: “Genellikle her şeyden önce (ve çoğunlukla yalnızca) kişisel bir sorumluluk üstlenmek demektir. Başka bir deyişle, sanatsal nitelikleri ve özgürlüğüyle insanın ülkesinin dilini ve kültürünü zenginleştiren bir yapıtı en özenli ve sahici bir biçimde yaratma sorumluluğunu üstlenmek demektir.”
“Refah toplumu”nda yazarın konumuna dönük belirlemelerdir bunlar. Yazarın birey olabilme özelliği, yaratıcılığının en temel noktasıdır. Kendi içdenizlerinde uğraşını sürdürürken yaşama kültürü, dilsel zenginliğinin getirdiği birikim yapıtlarını biçimler. Dışdünya, güncel çok da umurunda değildir. Yaşanılan an’ın gündelik görünümündense, ötedeki dilin/kültürün/yaşanmışlığın arayışındadır.
Bu pencereden baktığımızda yazar “sırça köşk”te gibi durur. Hayatla kendi arasında görünmeyen bir duvar vardır. Yazıp ettiklerinin getirdiği birikim çoğunlukla masa başında edinilmiş/kazanılmış bilgi/deneyimlerdir.
Llosa, yazısının devamında, gene Latin Amerika gerçeğine dönerek yazarın oradaki konumuna dönük açıklamalar getirir: “Oysa Peru’da, Bolivya’da, Nikaragua’da vb. yazar olmak, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk üstlenmek anlamına gelir. Kişisel bir edebiyat çalışmasını geliştirirken, bir yandan da gerek yazdıklarınızla, gerek eylemlerinizle toplumunuzun ekonomik, siyasal ve kültürel sorunlarının çözümüne etkin bir biçimde katılmak zorundasınızdır. Bu yükümlülükten kaçmanın yolu yoktur. Kaçmaya kalkarsanız, kendinizi her şeyden yalıtır ve yalnızca kendi yapıtınızla ilgilenirseniz, ağır bir biçimde suçlanırsınız. Suçlanmakla da kalmaz, en iyi olasılıkla sorumsuz ve bencil biri olarak, en kötü olasılıkla da ülkemizdeki bütün kötülüklerin –bilgisizlik, yoksulluk, sömürü, haksızlık, önyargı- ve savaşmaya yanaşmadığınız şeylerin suç ortağı olarak görülürsünüz.”
Llosa’nın getirdiği bakış, bir anlamda, azgelişmiş/geri bıraktırılmış bir ülkede yazarın konumunu sergilemektedir.
Böylesi bir bakışın/yaklaşımın, yazarı toplumsal ve siyasal açıdan bağlanmaya itebileceği öne sürülebilir. Yazarın düşünsel seçimi, her şeyden önce uğraşının en temel çıkış noktasıdır. Belirli bir bakışı açısı, düşünce biçimi olmadan yazar olunamayacağı gibi; toplumsal sorumluluk da üstlenmenin tek koşulu olarak bunu görürüm.
Latin Amerika gerçeği ile ülkemiz gerçeği arasında yakın benzerlikler var. Toplumsal, siyasal oluşumların seyri; halkın yaşama biçimi, bağımlı olma durumları yan yana getirildiğinde bunları görebiliriz.
Ülkemizin çağdaşlaşma/batılılaşma serüveninde etkin biçimde yer alan yazar/aydın kesimin üstlendiği sorumluluk, yüz yıllık süreçte ortadadır. İşlevsel olabilme adına birçok misyonu üstlenen yazarlar, dönem dönem siyasal erkle çatışmış, baskı, sürgün, ölümle yüzleşmiştir.
Gerçeği dile getirme, toplumun vicdanı olabilme sorumluluğu birtakım şeyleri de göze almayı kaçınılmaz kılar. Edebiyat tarihimizde bunun örnekleri çoktur.
Bugüne baktığımızda, yazarın konumu dünkünden çok farklı değildir. Ama görünürde böylesi bir misyonu duruşu ve yapıtıyla etkin kılanların sayısı ise çok çok az.
Ülkemizdeki yazarın gerçekliği değişimin önünde değil arkasındadır ne yazık ki! Sinen, kapanan, toplumsal sorumluluk duygusunun iyice dışına düşen bir konuma itilmiştir.
Bir yazarın durduğu yer, yapıtlarının özü her yanıyla tartışılabilir elbette. Ama o yazarın düşüncelerini dile getirme özgürlüğü bir başka söyleme büründürülerek “linç” anlayışına dönüştürülürse; yazarın var olma hakkı, kendini/düşüncelerini ifade edebilme özgürlüğü tehlikede demektir.
Totaliter, baskıcı rejimlerin yaptığı ile basının/medyanın veya farklı siyasal görüşlerin yazarı kıskaca alması, ona gömlek biçmesi arasında bir fark görmüyorum.
Sözü Orhan Pamuk’a getirmek istiyorum elbette.
Onun yazar olarak duruşu Llosa’nın dile getirdiği gerçekle çok örtüşmese de –ki, o kendisini daha çok Avrupalı bir yazar olarak görmektedir-; bu son yaşanılan olayın, Pamuk’un nereye ait bir yazar olduğunu daha iyi gösterdiği kanısındayım.
Bu ülkenin yazarı olmanın getirdiği duruş, bağlanma, aidiyet duygusu üzerinde Pamuk’un daha çok düşünmesi gerektiğini söylemek isterim.
Bir yazarın toplumun vicdanı olabilmesinin hiç de kolayca bir olgu olmadığı ortada. Ne dersiniz?
edebiyathaber.net (22 Şubat 2022)