Söyleşi: Demet Enç
Boğaçhan Sözmen’le müzik, oyunculuk ve yönetmenliğini üstlendiği son oyunu “Müzikli Türkiye Takvimi” hakkında konuştuk.
Tiyatro özelinde kurmaca türlerle olan ilişkiniz, yönetmenlik serüveniniz ve “Müzikli Türkiye Takvimi” oyununuzun ekip olarak ortaya çıkış sürecini anlatabilir misiniz?
Tiyatro ve kurmaca, bir yaşam biçimi. Blogumda düşler üzerine yazdığım bir yazımda da değinmiştim. Oyuncak arabanın tekerleklerini nasıl da gerçek görünüyor diye düşleyerek izleyen, bugün sahnedeki kurgunun ne kadar içten ve kuşkusuz kurgusal yapısı içinde ne kadar gerçek olduğuna bakarak yaşam süren ve bundan mutlu olan bir adamım. Yönetmenliğe gelince, çok erken yaşlarda olanak bulduğum bir alan. Yine “düş” bağlamında büyük bir şanstır yönetmenlik. Bir düş kurar, bunu gerçekleştirmek üzere sizinle birlikte çalışan kocaman bir ekiple bilginiz ve beceriniz oranında çalışır, bunu gözünüzle görebilirsiniz. Elbette bir metni yazıldığı gibi uygulamak da bir seçim. Ama ben, yönetmenin varlığını ortaya koymasını yeğlerim. Yönetmen sıfatıyla Devlet Tiyatroları’ndan amatör topluluklara kadar düş kurabildim, genellikle de düşlediğime yakınını görebildim.
Müzikli Türkiye Takvimi, hem müzisyen hem oyuncu olarak uzun zamandır istediğim bir yapıydı. Hem bir öykü anlatmak, hem oynamak, hem de şarkılar söylemek. Konuyu, “Sözü olsun, insanlara bir şeyler anlatsın,” diyerek kalemine, gülmecesine çok güvendiğim yazar dostum Erol Onur ve birlikte çok proje ürettiğimiz Musa Göçmen’e açtım. Erol, çok kısa sürede bizi çok eğlendiren bir metinle geldi. Ne var ki tam başlayacakken küresel salgınla tanıştık. 2021 ortalarında etkinliklerin başlayabileceği ışığı görününce hemen provaya girdik. Bize yeni mezun bir oyuncu olan, benim taktığım isimle “kız çocuğu” Tutku Ece Çoruk da reji asistanı ve yardımcı oyuncu olarak katıldı. Sevgili Musa’nın Ankara’ya kazandırdığı harika konser salonunun düzenli temsillerinden biri olarak Ekim 2021’de seyirciyle buluştuk.
Boğaçhan Bey her anlamda çok yönlü bir sanatçısınız. Her ne kadar okuma, yazma, sahne deneyimleri, işçilik ve gözlem gücü önemli olsa da oyun yönetmenliği söz konusu olduğunda “Müzikli Türkiye Takvimi” üzerinden sahnelenme sürecinde oyuna özgü bileşenler taslaktan sahnelemeye son halini nasıl aldı, bu süreçte ilham kaynaklarınız neler oldu?
Müzikli Türkiye Takvimi’ni yönetmenlikten çok performans etkinliği olarak görüyorum. Bir anlatım biçemi seçmek ve uygulamak söz konusuydu sadece. Burada da meddahlık geleneğinin çağdaş bir yorumunu denedim. Bir sahnede yazarın önerdiği video görüntüsü yerine gölge oyunu tekniğinden yararlandık. Orta oyununun göstermeci unsurları ile “yeni dünya” denen paravanının yansımasını bir fon olarak kullanarak geleneği bugüne aktarmaya çalıştık. Ama önceliğimiz hep “anlatmak” oldu. Müzikli Türkiye Takvimi, çalgıcı-şarkıcı yanımı çokça kullandığımız, Osmanlı’nın sonundan günümüze, ülkede yaşananları, müzikteki dönüşümle koşut anlattığımız bir gösterimiz oldu. Kimi zaman hep birlikte çok güldüğümüz, kimi yerinde bir damla yaş dökecek kadar hüzünlendiğimiz, gerçeklerimize dair bir anlatı.
Sizce tiyatroda, romanda, öyküde, şiirde döneme göre bazı konular, izlekler ön plana çıkıyor mu; son dönemde ilişkiler, kadınlık ve erkeklik durumları, aile ve bireysel yabancılaşma gibi dertler mesela? Müzikal alt yapıyla birlikte toplumsal meselelerin ön plana çıkması anlamında temel dertleri nedir “Müzikli Türkiye Takvimi”nin? 1920-2020 arasında neler oldu gerçekten?
Kuşkusuz sanatın her alanında yaratıcı birey yaşadığı dönem ve ortamdan bağımsız olamıyor. Bir şeyi reddediş, karşı çıkış, yadsımak bile aslında onun varlığını kabulden geçer. Biz Müzikli Türkiye Takvimi’nde epeydir azalan yüzlerdeki gülümsemeyi arttırmak istedik elbette. Bunu yaparken de çok dertli olduğumuz toplumsal ayrışma, uzaklaşma, birbirine yabancılaşma sorunlarını, bu toplumun üyesi olarak kendimizi eleştirerek, zaman zaman dalgasını geçerek, yer yer yüzleşerek zihinlerde aşmaya çalıştık. Her şeyimizle biz olduğumuzu anımsa(t)mak, doğrusuyla yanlışıyla hatta bunlara gülerek BİZ’i, kendimizi sevmek ama mümkünse artık daha iyiyi yapmayı seçmek üzerine bir söylem oluşturduk. 1920 ile 2020 arasında özelde ülkede, genelde dünyadaki hızdan başımız döndü aslında. Çocukluğumdan beri varken yok olan, hep olur derken yitip giden şeyleri sayamam bile. Belki bunları toparlarken demeye çalıştığımız “Dur biraz. Neler oldu bak. Dururken baş dönmen geçsin, artık daha düz yürüyelim,” olabilir. Yaptığımız işe dair bu yorumu şimdi yaptıran da sizin sorunuz aslında.
Dünya ve Türkiye özelinde iklim krizi, savaşlar, göçler ve temel eşitsizlikler üzerinden düşündüğümüzde tiyatro özelinde sanatın katkısıyla salgın günlerini daha az hasarla atlatabilmemiz mümkün mü sizce?
Hiç kuşkusuz. Beylik anlatıdır ya, II. Dünya Savaşı’nda Avrupa’da tiyatrolar kapatılmadı, insanlar yaşama sanatla tutundu diye. Sanat elbette didaktik bir anlatım yöntemi değil, olmamalı. Ama bence “neden”i olmazsa olmazdır. Nedensizliği seçmek bile aslında bir nedene dayalıdır. Anlattığı şey dehşet bile olsa, yaratacağı estetik haz aracılığıyla insanda erişeceği yer ve kalıcılık bence çok önemli.
Boğaçhan Bey, çok yönlü bir sanatçı ve eğitimci olarak mesleğiniz insan ilişkilerinizi nasıl etkiledi?
İletişim açısından çok avantajlı bir mesleğim olduğu net. Bu konulara ilgi duyuyorsanız yaşamı kolaylaştırabiliyor. Çok yönlülük ise olaylara değişik açılardan bakıp yorumlayabilme becerisi kazandırıyor. Sonuçta her işin kendine özgü yöntem ve yönelimleri var. Müzisyen olmanız, sahnede yürüyüşünüzden, bir cümleyi kuruşunuza kadar etkiliyor. Oyuncu ve müzisyen olmanız araba kullanırken uzamı ve zamanı algılayışınızı etkiliyor. Sanatçının üretimini izleyene sunduktan sonra, savunmasız bir sessizliğe bürünmesi gerektiğini düşünürüm. Sonuçta siz yapacağınızı yaptınız. Artık söz eleştirinin. “Ama öyle değil, böyleydi,” deme şansınız yok. “Yapsaydın o zaman,” derler insana. Eleştiriden öğrenmek çok değerli. Her eleştiri iyi niyetli olmayabilir, o zaman da bu kötü niyetli eleştiriye yol açacak ne yaptım diye bakarım. Bu dinleme ve tahammül hali, çoğu ilişkide kolaylaştırıcı oluyor. Sonuçta doğru dinlemek, doğru yanıtı vermenin birinci aşaması.
Sizi çok etkileyen oyun, roman, öykü ve film karakterlerini sormak istiyorum.
Herhangi bir karakterden çok eserleri bütünsel olarak algılıyorum sanırım. Ama Treplev’den nefret ederim. Müthiş yazılmış bir karakter ve ben onun zavallı eylemsizliğine dayanamıyorum. Oyunlara gelince, bir çırpıda epeyce sayabilirim. Daha çok oyuncular ve anlar geliyor aklıma. Benim de oynama şansı bulduğum Orhan Kemal’in Murtaza’sı inanılmaz derin ve çevresindeki dünyanın yalanlığı karşısında olanca gerçekliğiyle abartılı kalan müthiş bir roman karakteridir. Damdaki Kemancı’nın Sütçü Tevye’sini oynamadan ölürsem gözüm açık gidecek, bu çok net. Rus klasiklerinin acı-gülünçleri, Calvino’nun Marcovaldo’su, say say bitmez ki. Bir de Yaşar Kemal’in Binboğalar Efsanesi var ki bir gün mutlaka sahneye çıkaracağım onu her insanıyla.
Önümüzdeki dönemde masanızda neler var, neler izleyebilir ya da okuyabiliriz sizden?
Sivas Devlet Tiyatrosu’nda yönettiğim Karacaoğlan’ı 2022’nin başında teslim ettim, artık seyircimize emanet. Müzikli Türkiye Takvimi, çok çok çok oynasın istiyorum. Konya Devlet Tiyatrosu’nda benim de oynadığım Işıltılı Haşerat sürüyor. Elbette konserler de sürüyor. Musa Göçmen Senfoni Orkestrası Konser Salonu’nun fuayesinde harika bir kafemiz var. Burada birbirinden değerli isimlerle Çarşamba Muhabbeti adı altında söyleşiler yapıyorum. Bunları bir iki hafta geriden gelerek kendi adımı taşıyan YouTube kanalında yayınlıyorum. Yazdıklarıma gelince; web sitemde (www.bogachansozmen.com) blog yazılarım duruyor. Küçük küçük denemeler diyebiliriz bu metinlere. Arada içim doldukça, o sırada başka mecra yoksa oraya döküveriyorum.
edebiyathaber.net (14 Mart 2022)