Cortazar dindirerek okuduğum yazarlardandır. Yazma bilinci kadar, hayata bakışı, tasarım düşüncesiyle de beni kendine çeken biri.
Andrés Fava’nın Güncesi (*) onun dünyasına kapı aralayan bir anlatı. Cortazar’ın yazı yolculuğuna, yazının anlamına oradan bakmak usta anlatıcıya daha da yakınlaştırıyor size.
Onun sürgün yaşamı 1951’de Paris’ta başlar (doğ.:1914-ölm.:1984). Bu kitabın 1950’de yazar. 1986’da da Buenos Aires’te basılır.
Metinler/düşler/düşünceler arası yolculuk…
Sevdiğim bir tarz. Cortazar bundan ilgimi çekiyor belki de!
Seksek’te bize sunduğu okuma biçimi, kurguda ulaştığı yetkinlik; Son Raunt’taki anlatı çeşitliliği Cortazar’ı her dem öğretici/biçimileyici anlatıcı kılmıştır gözümde.
Andrés Fava’nın Güncesi, onun yazarlığındaki buzdağının altını gösteriyor…Her bir düşüncesinden kendimi alamıyorum…
“Yazmak; başkasının yerine geçmek, yüceltmek, yerini tutmak…Artık neredeyse bir kalıp, bildik bir şey, doğal karşıladığımız, yani unuttuğumuz bir şey. Ruhbilimin bu ışıltılı gerçeğini doğru dürüst mercek altına yatırmanın zamanı gelmedi mi? Gerçek her zaman ilişkileriyle geçerlik kazanan bir dizgedir. Bence, yazarın hormonları, kişilik karmaşaları ve kısıtlamalarıyla olan ilişkilerini bize güzelim bir formül sunan bu gerçekte çok iyi ortaya çıkar ve anlaşılır: Edebiyat=bir başkasının yerini tutan yol. Ancak bu gerçek artık geçmişte kalmış olabilir, gerçekleşemeyeceğinden değil, yazarın kendisiyle ve içinde bulunduğu koşullarla ilişkileri kendinden değişmekte olduğundan.”
Bir büyücü o benim gözümde.
Son Raunt’un satıraralarında gezinirken, böylesi bir kült anlatıyı kurmak , Türkiye’nin ruhunu oraya yansıtabilmek için çok geç olmadığını düşünedurdum…
Aşk ve Yaratıcılık
Oyuncu Songül Öden’den benim “Kanıtlanmış Sözler Ansiklopedisi”ne girebilecek sözler:
“Yoğun ve güçlü bir şey. İnsana yaşama sevinci katıyor. Hayatı daha fazla seviyorsun ve algılıyorsun. Yaratıcılığını kamçılıyor. Birini sevmek insanları iyileştiriyor, iyilik veren bir duygu. Kendinle birlikte birini daha önemsiyorsun.”
Uzaklık: (I)
Kendini onararak yaşarken de hissettiğin bu. O denli aralar, duvarlar, ötelemeler koyuyorsun ki; gerçek anlamda seni kuşatabileceklere geçit vermiyorsun.
Nedensizleştiriyorsun hemen her şeyi. Bu bir arayış belki, ya da bekleyiş…
Dilzamanı, dilçağı yaratıyorsun kendine o kadar…
“İyi Yazar”: Julian Barnes
“David Cohen Edebiyat Ödülü”…İngilizlerin Nobel’i. Barnes benim yazarım. Onun yazıdaki düşünce insanı bakışını, hayil gücünün yansıdığı sözcükleri kullanma biçimini, kurgusal zekasını seviyorum. Bir Çift Söz’üyle şimdilerde süren yolculuğum üzerine yazmalıyım…Bir yazarın bir yazara taşıdıklarını orada bulmak…
John Fowles’la onu içselleştirerek yan yana okumak her zaman zenginleştirici gelmiştir bana. İngilizlere uzak olsam da, yazarlarının bazılarına çok yakınım. D.H. Lawrence da bunlardan biri…Dickens da öyle…İngiliz edebiyata çalışma masam ve bu edebiyata dair kitaplığım bunun bir kanıtı…Bazı ülke edebiyatları/edebiyatçılarını bir okul gibi görürüm. Rus, Fransız, İtalyan, Amerikan, İspanyol, İngiliz, Alman, Latin Amerikan edebiyatları öyledir benim için.
Bir Eczacıbaşı Romanı!
Bir arkadaşıma önce bir fotoğrafın benzerliğinden söz ediyorum. Sonra da önümdeki bir söyleşiden bir bölüm okuyorum, “işte bir roman konusu” diyerek: “Çekiniyordum ailemin ve Eczacıbaşı ailesinin rencide olmasını istemiyordum. Ancak Vedat Bey’in eşinin bir gazeteye verdiği mülakat sonrası cevap hakkımın olduğunu düşündüm. Amacım, o hanımefendiyi incitmek değil. Kendisinden once annemle babamın büyük aşk yaşamış onun açısından utandırıcı bir durum değil.”
Refika Başkır’ın anlattığı hikâye bir Yeşilçam film öyküsü gibi…
Orhan Kemal’ın küçük oğlu Işık anlatmıştı bir gün bana. Bir gün bir delikanlı çıkıp geliyor; “Ben kardeşinizim,” diyor. Orhan Kemal’in tutkulu bir aşk yaşadığı, bundan bir çocuğu olduğu biliniyor. Işık; “Çocuk babamın gençliğinin aynısı, hiçbir şekilde itiraz etmeniz mümkün değil, duruşu anlatıyordu babamın çocuğu olduğunu,” demişti…
Uzaklık (II)
Bugün derinden hissedilen… sonrasında sorular sorduran…
GSF’de (Güzel Sanatlar Fakültesi) derste; görme biçimi/görmenin dilinden söz ederken; sanatçının görme yetisi/gördüğü ortaya koyduğunu biçimler demiştim..şunu da eklemiştim; sanat, ne bildiğindir, bunun yansı(tıl)masıdır bir bakıma.
İnsandan insana yaşadığımız uzaklıkları sanatın diliyle görmeye, anlamaya, hatta iyileştirmeye başlarız.
Bunlardan söz ettim.
Sonra, konferans salonuna indik. Orhan Çekiç’i dinlerken, tarihe yolculuk iyi geldi. Çanakkale’yi anlatıyordu. Uyanış için tarih bilince gerek.
Nasıl da uzağız şimdi bunlardan.
Mağrip ülkelerinde olanları bir film gibi izliyoruz. Çoğu şey bize uzak gibi! Oysa, bir gün, eğer böyle giderse; sıra bize de gelebilir! Bunlara çok uzağız dememeli!
____
(*) Andrés Fava’nın Güncesi, Julio Cortázar, Çev.: Ayşe Nihal Akbulut, 2006, Defne Yay., 102 s.
edebiyathaber.net (5 Nisan 2022)