Altı aydır çalmadığı kapı, başvurmadığı ilan kalmamıştı. Aynı cevapları almaktan çok yorulmuştu. ‘Biz sizi ararız, uygun görülürseniz mutlaka dönüş yaparız’ cümleleri; artık ilk zamanki yaldızlı, umut vaat eden parlaklığını yitiriyordu. Yaşı otuz sekize yaklaşıyordu. Çalışma hayatının önündeki engellerden biri de buydu. Tecrübeli eleman ilanı verip, tecrübesizin yaşını arıyorlardı. Hayvanat bahçesinde kafesin içindeki maymuna muzu gösterip, geri çekiyorlardı. Elini nereye uzatsa boşlukta kalıyordu. Yakın zamanda bir türlü evlenme teklif etmeyen uzatmalı nişanlısını terk etmişti. Arkasından çalıştığı hastane kapanıp işsiz kalınca, aldığı tazminat kısa sürede tükendi.
İş seçme lüksünün kalmadığını; elektrik ve doğalgaz kesme ihbarnamesini posta kutusunda bulunca emin oldu. Önce sinirlenerek faturaları parça pürçük ederek yere fırlattı, arkasından da küfür savurdu.
Evin kapısına yapıştırılan kâğıt da günün son darbesiydi. Mal sahibinin avukatı ödenmeyen kiralar nedeniyle otuz gün içinde konutun tahliyesini bildiren ihbarname göndermişti. Kapıyı kapattıktan sonra avazı çıktığı kadar bağırmaya, eline ne geldiyse sağa sola fırlatmaya başladı. Sehpanın üstündeki gondolun içinde duran renkli cam bilyelerin bir kısmını avucuna aldı. Babasının doğum gününde hediye ettiği, Paris’te hayatını henüz otuz üç yaşındayken kaybeden ilk Türk kadın ressamlardan Hale Salih Asaf’ın reprodüksiyon oto portresinin karşısına geçti. Resme çarpan bilyeler pat pat diye ses çıkarıp, sek sek oynar gibi yere düşüyordu. Yorgun kelimeler duvara, masaya, sandalyelere çarparak tuzla buz oluyordu.
Sabah başının ağrısıyla yataktan doğruldu. Dün gece evin içindeki harpten kalan zayiata üzülerek baktı. Gözlerinden darbe almış tabloyu yerine astı. Kendisine bunları yaptıran dünkü beninden nefret etti. Bedeni ayaklarına yük gibi geliyordu. Duş aldıktan sonra sigarasını yakıp, camın tülünü açarak dışarıyı seyretmeye başladı. Kaldırımda aşağı yukarı yürüyen insanların mutsuz maskeli suratlarındaki ifadesiz bakışları; içimdeki umut kırıntılarını yok etmeden ‘kendimi dışarı atmalıyım’ diye düşündü.
Caddede yürürken vitrinlerin camına yapıştırılmış iş ilanları dikkatini çekti. Lokantanın camındaki kâğıtta ‘Bulaşıkçı Aranıyor’ yazısını okudu. Yürüyüp geçti, istemsiz bir kahkaha attı. Sonra ayakları onu ‘1968’den buyana Bereket Lokantası’nın’ kapısına sürükledi. Aklında faturaları havalanarak uçuşurken içeri girdi. Karşısında minik lekeli beyaz önlüğü göbeğinin üstünde, yaşlıca bir adam duruyordu. Gülerek “Buyurun Hanımefendi yerimiz var,” dedi. Sezen, çıkıp gitmek isteğiyle sesi titremeye başladı.
-Şey, ben ilanınız için gelmiştim.
-Hangi İlan?
-Cama yapıştırdığınız …
-Ha! Ama biz erkek arıyorduk. Yorucu bir iştir. Ojeli parmaklara göre değil, derken kızın ellerine göz gezdiriyordu.
-Ben kendime güveniyorum, sadece bir deneyin, sonra karar verin.
Adamın tostoparlak suratı kızarmış, saçsız başını kaşımaya başladı. Ağarmış bıyıkları yukarı aşağı oynarken, gözlerini kocaman açarak “Kolay iş değildir ama yaparım diyorsan bakıp, görelim,” dedi. Sezen utanmasa babacan adamın boynuna sarılacaktı.
Birlikte mutfak kısmına geçerken garsonlar, aşçı olan biteni meraklı gözlerle takip ediyorlardı. Dükkânın sahibi karşısında hepsi hazır ol da duruyordu. Adam, davudi kalın sesiyle “Sezen Hanım kardeşimiz bulaşıkhanede çalışacak. Talimatları sadece benden alacak, haberiniz olsun” dedi. Kimse çıt çıkarmadı. Kızın gözleri tezgâhın üstüne getirilip bırakılan bulaşık kaplara takıldı. Üst üste kule gibi dizilmişlerdi. Pişmanlıkla at başı giden işsizlik korkusu içinde çatışıyordu. Eline uzatılan önlüğü, eldivenleri aldı.
Hızlı hareket etmek zorundaydı. Tabak, kaşık, çatal her geçen dakika artarken lavabonun önünde durarak, uzatma başlıklı musluğu açtı. Akan suyu kirlilerin üstüne tutarak fırçalamaya başladı. Tabakları arkalı önlü deterjanla köpürttüğü süngerle temizleyip, duruladı.
Yan taraftaki süzülme rafına yerleştirdi. İşyeri sahibi uzaktan Sezen’i izliyordu. Saat akşam 21.00’i gösterdiğinde mutfak şefi birazdan paydos edileceğini duyurdu. Kızın ayaklarında derman kalmamıştı. Yarın gelip gelmeyeceğini sorgulamaya başlamışken, “Elinize sağlık kızım, ilk gün için gayet başarılıydın,” diyen lokanta sahibinin sözleri onu karamsar düşüncelerden uzaklaştırdı.
Aylar sonra evin kapısından içeri girerken kendini kuş tüyünden hafif hissetti. Başını yastığa koyduğu anda hemen uykuya daldı. Sabah telefonun alarmıyla yataktan fırladı. Ayaklarının ağrısı halen geçmemişti. “Bu zor iştir” cümlesini aklından silmeye çalıştı. Kahvaltı işyerinde yapılacağı söylendiğinden, giyinerek hızla dışarı çıktı. Lokantaya geldiğinde dükkân sahibi dışında kimse yoktu. Masaya hazırladığı kahvaltılıkları göstererek, “Sezen Kızım, sana sabah başlangıç saati söylememiştim. Bu işe bağlılığından bahtiyar oldum. Böyle devam edersen seni kısa sürede aşçıya yardımcısı olarak görüyorum,” dedi.
Kız bütün gün adamın konuşmasını aklında evirip çevirdi. Hayal kırıklığına uğratmaktan korkuyordu. Evde ara sıra yaptığı yemek denemeleri vardı. Çoğunlukla dışardan paket siparişi veriyordu. ‘Koskoca lokantanın yemeklerini yapmak kim, ben kim?’ diye, düşünürken müşteriler lokantaya gelmeye başlamıştı. Önlüğünü giyip, başına bonesini taktı, eldivenlerini eline geçirdi. Musluğun başında hafif bir şarkı mırıldanarak, ardı arkası durmaksızın gelen tabakları yıkamaya devam etti. Kirleri akıtırken, umutsuzluğu köpüğün baloncuklarında kaybolup gidiyordu. Fırsat buldukça tezgâhın üstünü topluyor, ortalıkta hiçbir şey bırakmamaya çalışıyordu. ‘Bulaşıkçılıktan da keyif almaya başlanırmış,’ diye kendisiyle dalga geçiyordu.
Bir sabah lokantaya geldiğinde kapının kilitli olduğunu gördü. İçinde kaygı bulutları dolaşmaya başladı. Az sonra aşçı başı geldi, kapıyı açtı. Yüzü durgun, üzüntülüydü. Sezen, çekinerek ne olduğunu sordu. Adam “Patron gece kalp krizi geçirmiş. Hastaneye kaldırılmış,” dedi. Herkes suskun bekleyiş içindeydi. Kız, beklemenin daha moral bozucu olduğunu fark ederek “Elbirliğiyle çalışarak onun yokluğunu müşterilere hissettirmeyelim. Ben bulaşık dışında da her türlü yardıma hazırım,” dedi.
Ocağın başındaki aşçı “Helal sana kız, ilk gün tüm çalışanlar kaç gün dayanacağın konusunda iddiaya girdik. Gelen dokuz kişi kaçmıştı, sen onuncu ve ilk kadınsın.
Şimdi yamak olarak bana yardım edersen bu işin altından kalkarız,” dedi. Sezen ustasına gülerek bakıp, başıyla onayladı. Keyifle sebzeleri ayıklamaya, soğanı doğramaya koyuldu. Doğanın bağrından gelen yeşilliklerle konuşmaya başladı. Kasaların içinde kapıdan girip, yemek haline gelinceye kadar geçirdikleri değişimi kendisine benzetiyordu. Cama yapıştırılmış kağıttaki iki kelimeyi görüp içeri girdiğinden bu yana iki ay geçmişti. Yüzlerce tabak, kaşık, çatal, bıçak, bardak yıkamıştı. Ayaklarının ağrısından uyuyamadığı geceyi artık dert etmiyordu. Masaların üstüne kırmızı kareli örtüler, küçük vazolar aldı. İçine rayihası lokantanın kapısından girerken insanı çarpan, mor sümbüller koydu.
Müşteriler, bu küçük dokunuşlardan memnuniyetlerini iyileşerek lokantaya dönen, sahibine ilettiler. Sezen’in büyük, küçük demeden her işe sarılması adamın gözünden kaçmıyordu. Akşam kapanış saati yaklaşıyordu. Masalar toplanıp, sandalyeler tersinden üstüne yerleştirildikten sonra yerler paspas yapıldı. Mutfakta her zamanki koşturma devam ediyordu. Kız, son tabak çanağı yıkayıp yanındaki çırağa kurulasın diye, uzattı. Yarın yapılacak yemekleri aşçı başıyla konuşup, malzeme siparişlerini de halletti. Eve gitmek üzere çantasını koluna taktı. O sırada mutfağın kapısında bekleyen yaşlı adamı gördü.
-Kızım biraz vaktin varsa; bize bir şekersiz kahve yap, hasbıhal edelim.
-Tabii ki, hemen
Sezen, bakır cezveyi ocağın ateşinin üstüne oturttu. Hafiften köpükler kabarmaya başlarken, içindeki heyecanlı minik dalgalarında sesini duymaya başladı. Konuşacakları konuyu merak etmeye başlamıştı. Kulpsuz eski zaman fincanlara kahveyi boşaltıp, yanına su dolu bardağı tepsiye koyarak, içeride onu bekleyen yaşlı adamın yanına oturdu.
-Kızım ben yaşlı ve hasta bir adamım. Tek evladım evlendi, yurtdışına gitti. Lokantayı ya kapatacağım ya da birine devredeceğim. Mal aldığım yerlere bir miktar borcumda var. Sen geldiğinden beri işlerimiz açıldı, müşteri sayımız arttı. Demem o ki; sen bu çalışkanlığın, iş bilirliğinle burayı devral
-Çok şaşırdım, size hayır diyemem. Bütün kapılardan boş döndüğümde elimden tuttunuz. Ama benim birikmiş param yok. Nasıl ödeme yaparım ki?
-İnsan bedelini ödediği hikâyenin sahibidir. Senden şimdi para, pul isteyen yok. Bana geçineceğim kadar maaşımı ödersin, gerisini sonra konuşuruz. Kırk beş yıllık ekmek teknemi, başkasının limanına demir attırma yeter bana…
-Emin olun siz benim ikinci babamsınız. Elimden gelen her şeyi yapacağım.
Yaşlı adam yüzünde yol yol olmuş derin kırışıklarından aşağı yuvarlanan gözyaşlarını elinin tersiyle silip, masaya tutunarak kalktı. Sezen koluna girerek, paltosunu giymesine yardım etti. Kol kola girip sokağa çıktılar. Havayı ciğerlerine iyice çekti. Kirpiklerine değen kar taneciklerini hayatının açık duran hikâye kitabının sayfalarına bıraktı.
edebiyathaber.net (17 Mayıs 2022)