Söyleşi: Burak Soyer
Işıl Şenol, son romanı O Yaz’da, dostlukları 20 yıl öncesinin Yalova’sına dayanan 5 arkadaşın, uzun bir aradan sonra bir cenaze vesilesiyle tekrar bir araya gelmesi ve sonrasında yaşanan dehşetli yüzleşmeyi anlatıyor.
1985 yılında Balıkesir’de doğan Işıl Şenol, Balıkesir Fen Lisesi’nde tamamladığı lise eğitiminin ardından İTÜ’den mezun olmuş. 2012 yılında ilk romanı Asma Pansiyon’u, 2015 yılında da ikinci romanı Kırık Nota’yı yayınlamış. 2018 yılında vizyona giren Bebek Geliyorum Demez adlı sinema filminin yaratıcılarından olan Şenol, son romanı O Yaz’da 5 çocukluk arkadaşının 20 yıl sonra bir araya gelmesini ve sonrasında her birinin ortaya döktüğü yalanlarını, iki yüzlülüklerini, çıkar hesaplarını kısaca birbiriyle yüzleşmlerini anlatıyor. Ancak kitabın bir artı yönü var: Şenol okuru, karakterlerin ‘yüzleşme’ zamanı geldiğinde okur neyle karşılaşacağını az çok tahmin edip mantık yürütmeye yönlendiriyor ancak kitabı klişe yüzleşme hikayelerinden kurtaran ‘tersine yüzleşme’nin ortaya çıkışıyla birlikte 5 arkadaş, içlerine dönüp o ‘yola’ girmeye ve belki de hayatlarında ilk defa ‘tıraşa’ gerek kalmadan yaşayacakları bir hayata adım atıyor. Bu durum da O Yaz’ı emsallerinden ayırıyor. Ayrıca hikayenin 20 yıl öncesi ve 20 yıl sonrasıyla paralel yazılmış olması, romanı bir yapboz gibi ilerletiyor ve okurun kafasında sayfalar boyu bitmek bilmeyen “Acaba?” sorusuyla baş başa bırakıyor.
O Yaz, Işıl Şenol’un akıcı anlatımı, günümüz ‘beyaz yakalıları’nın diline hakimiyeti ve uzun süre koruduğu gizemiyle kendini peşinden bıraktırmayan bir roman. Şenol’la, kitabın hikayesini ve ilk romanından bu yana geçen 10 yılda yazarlığıyla ilgili nelerin değiştiğini konuştuk.
İlk romanınız Asma Pansiyon’un yayınlanmasının üzerinden 10 yıl geçmiş. Nasıl geçti bu 10 yıl yazarlığınız açısından?
Çok hızlı geçen bu 10 senede hem senaryo eğitimi aldığım için hem de 10 yaş daha yaş aldığım için daha gerçekçi, daha cesur ve daha doğal bir kalemim oldu diye düşünüyorum. Bununla birlikte anne olmak ve hayata artık bir ebeveynin gözünden bakmak da bir yazar için yeni bir bakış açısı demek. Dünyanın çok hızlı değiştiği bu dönemde, kimsenin yavaş şeylere sabrı yok. Bu yüzden ben de daha akıcı ve sürükleyici bir yazım tarzı edindim. Tabii esas değişen ve gelişen şeyleri yine okurlar tespit edecektir.
Asma Pansiyon’la O Yaz’ı edebi bir karşılaştırmaya sokmanızı istesem… Kendi gözünüzden nasıl görünür ikisi? Ne gibi farklılıklar anlatırsınız bize?
Asma Pansiyon çok naif ve sıcak bir roman. İnsanı iyi hissettiren, zihnini tatile çıkaran bir yanı var. Romanı okuyanlar kendilerini hep Asma Pansiyon’da bir gece kalmış gibi hissettiler. Karakterleri çok temiz bir duygu dünyasına sahip. Gerçek hayat böyle mi derseniz, O Yaz’da kullandığım çok sevdiğim şu alıntı ile yanıtlamak isterim: “Masum değiliz, hiçbirimiz.” O Yaz daha cesur ve gerçek bir hikaye. Derdini çok daha direkt anlatan, Pandora’nın kutusunu açan, ama finali ile iyileştirici bir etki bırakan bir roman. Bu ikisinin tam ortasında bulunan Kırık Nota ise, dönüştüren ve bakış açımızı değiştirmeye davet eden bir kurguya sahip. Ben genel olarak romanlarımda “büyük” bir olayın, küçük hayatlara etkisini işlemeyi seviyorum. Rum olayları Madam Yenola’ya ne yaptı, 80 ihtilali besteci Arın Günalp’e ne yaptı, ya da “O Yaz” yaşanan olay, Ece’ye ne yaptı gibi. Bu tarz, sanırım benim imzam gibi biraz.
Son romanınız O Yaz yayınlandı. Öncelikle şunu sormak isterim: Kişisel deneyimlerinizden bir şeyler var mı romanda? Çünkü özellikle o ‘olayın’ yaşandığı geceyi, o ana gerçekten tanık olmuş birinin gözünden ‘naklen’ anlatmışsınız. Ve aynı şeyin diyaloglar için de geçerli olduğunu söyleyebilirim…
Öncelikle bunu duyduğuma sevindim, teşekkür ederim, çünkü her iki bahsettiğiniz konu da benim çok titizlik gösterdiğim alanlar. Belki şaşıracaksınız ama benim o “olay” ile ilgili kişisel bir anım yok. Bu noktada; bahsedilen konuyu tüm güçlüğü ile yaşamış olan Sarp İçaçan ve Merve Erdemli’ye teşekkür etmek istiyorum. Onların kendi kişisel tecrübelerini detaylı bir biçimde aktarmaları sebebi ile bahsettiğiniz kısmı gerçekçi yazmaya çalıştım. Gelen yorumlardan anlıyorum ki bunu başarabilmişiz. Ece’nin travma sonrası psikiatrist görüşmeleri için bir psikiyatristle ve Serra’nın yaşadığı olay için de ilgili branşın hekimi ile çalıştım. Roman yazarken yanlış bilgi aktarımında bulunmamak çok dikkat ettiğim bir nokta. Romanda kişisel deneyimlerimden izler olan kısım nedir derseniz, kesinlikle yazlık arkadaşlığı. Doğduğumdan beri yazlarımı Altınoluk’ta geçiriyorum ve beraber büyüdüğüm çok eski dostlarım var. Diyaloglara gelince, bunda senaryo eğitimi almamın etkili olduğunu düşünüyorum. Bir film ya da dizide duymak isteyeceğiniz doğallıkta diyaloglar yazmak için çabaladım. Bir romanın akışında bu tarz akıcı ve hayatın içinden diyaloglar okumak, romanı canlı hale getiriyor ve ben de bu etki için çok çabalıyorum.
Çok fazla karakterin olduğu romanları –eğer tamamen kurguysa- dengede tutmak zordur. Birinin diğerinin önüne geçme ihtimali, diğerinin geri planda kalması vs. Ama O Yaz’da böyle bir durumla karşılaşmıyoruz. Nasıl kurdunuz bu dengeyi?
Bunun için, karakterleri öncelikle ben iyi tanımaya çalıştım. Yani kitapta yazmayan detaylarını bile belirledim. Sonrasında ise karakterlerin hepsini ana karakter olan Ece’ye güçlü bir bağ ile bağladım. Ve hepsinin birbiri ile aralarındaki ilişki ağını döngüsel kurguladım. Birbirleri için ne ifade ettiklerini satır aralarında hissettirmeye çalıştım. En önemlisi ve belki de püf noktası; hepsinin en büyük zaafını açık ederek onları ele verdim, okurun onları sahiplenmesini böylelikle sağlamaya çalıştım. Gerçekçi bulmanıza sevindim zira bana bir yerlerde yaşıyorlarmış gibi geliyor.
2019’da İstanbul’da başlayan hikaye de, 1996’da Yalova’da başlayan hikaye de birbiriyle ilerliyor ancak araya serpiştirdiğiniz çok ufak ipuçları hariç –Okan’ın nasıl başhekim olduğunu öğrenmemiz gibi- karakterlere gelecekte ne olacağıyla ilgili gizem kendini çok iyi koruyor. Okurda merak uyandıran bir asıl mesele de elbette ‘o gece’ neler olduğuyla ilgili. Ve bununla ilgili ilk emare kendini çok geç gösteriyor. Aslında bu biraz riskli bir durum. Zira okurun sıkılma ihtimali çok yüksek. Siz nasıl değerlendirirsiniz bu görüşümü?
Evet, 127. sayfaya kadar bu dönüm noktasına ulaşamıyoruz. Ama bir yandan da bir yerlerde büyük bir kırılım olduğunu roman boyunca hissediyoruz. Riskli olduğuna hemfikirim ama sanırım okurun o noktaya kadar hızla geleceğine güvendim. Bunu sağlamak için de geçmiş ve gelecek bölümlerini uzun tutmayarak sürekli zamanda atlamalarla dinamik tutmaya çalıştım.
Kitabın sonunda yaşanan yüzleşmeyi, ‘tersine bir yüzleşme’ olarak da okumanın mümkün olduğunu düşünüyorum. Herkesin aynaya bakıp yoluna o aynada gördüğü yerden devam etmesi gibi… Katılır mısınız buna?
Muazzam bir tespit olmuş, kesinlikle katılıyorum. Bu kadar derin okuduğunuz için teşekkür etmek isterim. Aslında tüm karakterler kendisi ile yüzleşiyor. Yaşamları belki yörüngesinden fırlamış gibi görünüyor ama aslında hepsi temiz bir sayfa açıyor. Her ne kadar birbirleri ile yüzleşmiş ve ilişkileri zarar görmüş olsa da; bilmem dikkatinizi çekti mi ama öfkeye rağmen son ana kadar birbirlerini kollamaya da devam ediyorlar. Burada çocukluk sihri var, yetişkinlikte kurulan ilişkilerde bunu bulamazsınız. En azından bence…
Son olarak sizin tarafınızda okurları bekleyen yeni bir şeyler var mı?
Kafamda yeni bir roman konusu belirmeye başladı bir süredir ancak olgunlaşması elbette zaman alacak. Yine O Yaz gibi akıcı bir hikaye olması için çabalayacağım. Bununla birlikte bugüne kadar yayınlanan romanlarımı ekranda görebileceğimiz projeler haline getirmek için de çalışmaya devam edeceğim. Benim için yaşam hikayeler anlatmaktan ibaret, o nedenle umuyorum ki yepyeni hikayeler ile bir araya geliriz.
edebiyathaber.net (24 Haziran 2022)