Söyleşi: Serkan Parlak
Ertürk Akşun’un yazma ve okuma deneyimine odaklandığı “İnsan Birikimdir, Bir Genel Yayın Yönetmenin Gözünden Yazma ve Okuma Deneyimi” Karakarga Yayınları’ndan yayımlandı. Yazarla son kitabı üzerine konuştuk.
“İnsan Birikimdir, Bir Genel Yayın Yönetmeninin Gözünden Yazma ve Okuma Deneyimi” adlı deneme kitabınız Karakarga etiketiyle okurla buluştu. Kitabınızın ortaya çıkış sürecini anlatabilir misiniz? Kitabınızla ilgili taslaklarınızı oluştururken ilham kaynaklarınız neler oldu?
Kitaba pandemi sürecinde başladım. Pandemi süreci birçok insanda yıkıcı sorunlara yol açsa da, benim gibi zaman darlığı çeken insanlar için önemli bir boş zaman yaratmış oldu. Daha öncesinde yayımlanmış dört romanım vardı ama roman yazmak beni tatmin etmiyordu. Beni tarif eden şey, yazmaktan daha çok okumaktır. Okumak biriktirmek demektir ama biriktirmek tek başına bir şey ifade etmez. Birikimlerimiz aktarılmadıklarında çok da bir şey ifade etmez. Birikimlerimizi ise sadece yazarak aktarmayız, birçok eylemlilik içinde de aktarabiliriz. Ben yazarak aktarmak istedim. Bu kitabın serüveni, benim okuduklarımı başka insanlara aktarma çabamdan doğdu. O yüzden bu kitap yazma birikimlerinden daha çok okuma birikimlerimin aktarımıdır.
Bir tür giriş kitabı var elimizde. Dil ve anlatımı yalın, alıntılar ve deneyimlerinizi aktaran cümleler merkezde. Yazma ve okuma eylemlerinin önemi üzerine öznelliğin merkezde olduğu bir tür kılavuz deneme kitabı yazmanızın nedenleri nedir?
Düşüncenin kaynağı merak ve sorulardır. Önce soru vardır. Sorusu ve sorunu olmayan insanların okuma ve yazma eylemini doğru bulmadığımı kitabın içinde uzun uzun anlatıyorum. Her şey bir soruyla başlar. Günümüzü “yeni ortaçağ” olarak tarif ediyorum ve bu kavrama çok önem veriyorum. Yeni ortaçağ ne demek? İnsanın merakının kaybolması, gelecek kurgusunun kaybolması, liyakat yerine biatın öne çıkması, üretimin yerine pozisyon almanın öne çıkması vb. diye devam edebiliriz. O yüzden kitap her soruya net cevap vermenin dışında, sakıncalı da olsa, yanlış da olsa yeni sorular üretebilmek ve yeni cevaplar arama çabasından ibaret. Böyle olunca da öznellik kaçınılmaz oluyor. Birçok insanın birçok soruya sıradan cevap üretmesinin yerine, daha cesur (her zaman hata payını içinde barındırır bu durum) cevaplar üretmesi gerektiğini vurgulamaya çalıştım.
Arif Damar bir anısında Yalçın Küçük için şöyle söylüyor;
“Türk solcusunun tek korkusu hata yapmak. Hata yaparsak bizi komünistlikten atarlar diye korkuyorlar. Onun için yeni bir şey söylemekten ödleri kopar. Bir tek Yalçın Küçük her aklına geleni söyler. Ama hiç de komünizmin dışında kalmaz.”
Son yirmi yılda çok sayıda nitelikli yaratıcı yazarlık ve okuma kitabı yayımlandı. Kitabınızın var olan yaratıcı yazarlık ve okuma kitaplarından farkı nedir?
Yazma üzerine güzel kitaplar, kurslar, dersler son derece fazla bunun bilincindeyim. Bunun nedenlerini tartışabiliriz. Akıma ilk gelenleri sıralayabilirim. Dünyada her şey gibi kitaplar da artık bir metadır. Meta, bir ürünün ticari değerinin olması demektir. Yani artık, kitapların da bir ticari değeri var ve böylece kitapla ilgili tüm yan ürünler de ticari bir nesneye dönüşüyor. İşte bunun içine yazma üzerine kitaplar, kurslar, seminerler de girmekte. İkinci nedenin ise cevabı uzun ama toparlamaya çalışayım. Çağımız bencil bir çağ. Narsisistlik çağı diyebiliriz. Yalnızlaşan insandan bahsediyoruz. Bunun nedeni insanların canı istedi de yalnızlaştı değil elbette. Yeni üretim biçimi olan neoliberal ekonomi ve bunun ayağı olan esnek üretim tarzı, kazanan her şeyi alır, kaybeden hiçbir şey almaz anlayışı, tüketim kültürü vs. bu yalnızlaşmanın temel nedeni.
Yani sistem insanları bile isteye yalnızlaşmaya itiyor. Yalnız insan çaresiz insandır, güçsüz insandır… İşte bu yalnız insan sürekli kendini anlatma çabası içerisinde. Bu anlatma isteklerinin yollarından birisi de yazmak. Bu elbette sadece roman yazmak, şiir yazmak, edebiyat yapmak demek değil. Günümüzde insanlar kendi kişisel sosyal medyalarında ortalama her gün yazılar yazıyorlar, dijital mecralarda yazılar yazıyorlar, bloglar, Twitter vs. Birçok doktor, kişisel gelişimci, koçlar kendi işlerini tanıtmak için kitaplar yazıyorlar. Ben kitabımda tüm bunlara cevap üretmeye çalıştım.
Her ay farklı türlerde binlerce kitabın yayınlandığı bir dönemde derinlikli okumalar yapmak ve nitelikli okur olmak mümkün mü sizce?
Evet, uzun süre yayıncılık dünyasından birisi olarak buna net bir cevap verebilirim, hey ay ortalama olarak üç bin yeni kitap çıkmakta ama bu gerçek arz talep eğrisine uygun mu? Cevabı kısaca hayır. Çağımızın en önemli sorunlarından bir tanesi de seçim yapmaktır. Seçimlerimizi gerçekten biz mi yapıyoruz, yolsa amiyane tabirle gizli bir el veya eller bizim seçimlerimizi belirliyor mu? Kitapta o yüzden uzunca edebiyat ve moda kavramı tartışılıyor. Bugün hızla çoğalan enformasyon ve veri yığınları karşısında teoriler ve birikim hiç olmadığı kadar gerekli. Teoriler şeylerin harmanlanmasını sağlayarak dağılmasını engeller. Böylelikle bilgi yitimini azaltırlar.
O yüzden kitap okumanın kendisi bile teorik bir durum. Nitelikli bir okur olmak için gerçekten bir sorununuz ve sorularınız olmalı. Bu noktada kitap okuma eylemi de bir soyutlamaya dönüşüyor. Şöyle anlatayım. Matematik Tales ile birlikte büyük bir soyutlamaya dönüşmüştür. Tales’ten önce de elbette matematik vardı. Mezopotamya’da insanlar ürünlerinin miktarını bir şekilde hesaplıyorlardı. Mısır’da piramitleri yaparken de matematik kullandılar, gemi yaparken de matematik kullandılar. Ama kullanılan matematik o anki yapılan işe göre, ihtiyaca göre yapılıyordu. Tales, üçgenin iç açılarını hesaplarken, bunu dünyadaki tüm üçgenler için ortak bir formüle dönüştürdü. Artık tüm sorulara karşı üretilmiş bir cevaptı bu. İşte bu soyutlamadır. Gerçeğe daha büyük bir gerçeklik kazandırma diyebiliriz.
Okuma eylemi de öyle. Eğer bir omurganınız, oluşmuş bir düşünce sistematiğiniz yoksa aldığınız bilgiler kısa sürede dağılırlar ya da bir anlam ifade edecek bütünlüğe ulaşmazlar.
Robotlar, yüksek hızlı trenler, drone otomobiller, sürücüsüz araçlar, kuantum bilgisayarlar, gen editörleri, yapay organ üreticileri, veri dedektifleri gibi yeni meslekler… Öbür taraftan ırkçılık, iklim krizi, göçler ve mülteciler, her geçen gün daha da artan zengin fakir uçurumu, eşitsizlikler… Yayıncılık dünyasına girdiğiniz günlerden bugüne olumlu olumsuz anlamda ne gibi köklü değişimler oldu? Sizce yayınevi-metin-yazar-okur-toplum ilişkileri gelecekte nasıl olabilir?
Yayıncılık sektörünü kitapta oldukça cesur bir şekilde anlattım. Yayıncılık ülkemizde ve elbette diğer ülkelerde bir sektöre, ticari bir sektöre dönüşmüş durumda. “Başka çaresi var mıydı?” sorusunun cevabı ise maalesef “Hayır”dır. İdealist yayıncılık yapmak mümkün değil, yapmaya çalışanlar ise kısa sürede ticari olarak iflas ediyorlar.
Genellikle ülkemizde ve dünyada kitap konusu hala bir tabu. Halbuki kitap bilgi aktarım ürünlerinden sadece bir tanesi. Yani tabu olacak bir tarafı yok. “Kötü kitaplar okuyacağınıza iyi bir belgesel izleyin” diyebilirim mesela, biraz da kışkırtmak için. Kitabın önemli bölümlerinden bir tanesi “Sanat ve Tüketim” başlığını taşıyor. Bu konuyu o bölümde uzun uzun tartıştım. Afşar Timuçin’den bir alıntı var mesela, şöyle; “İzleyici edilgin alıcılığı ölçüsünde değil, etkin değerlendirici kavrayıcılığı ölçüsünde izleyicidir. İzleyici önemlidir: İktisadi etkinlik gibi sanatsal etkinlik de ancak tüketicisiyle vardır. Üreticisi olmayan bir alanın tüketicisi, tüketicisi olmayan bir alanın da üreticisi olmaz. Tüketicinin istemi üreticiyi belirler. En azından üreticinin istemiyle tüketicinin istemi şu ya da bu ölçüde uyuşmalıdır.”
Tüketicisiyle var olan bir etkinlik elbette bir ‘meta’ya dönüşüyor. Demek ki tüketilen sanat ürününü belirleyen tüketeni, yani kitap üzerinden düşünürsek, kitabı belirleyen asıl olarak okuyucu. Yine aynı konuya gelmiş bulunuyoruz, iyi okur olmadan, iyi okur yaratılmadan iyi kitaplar yazılamaz. Tabi böyle söyleyince kulağa çok hoş gelmiyor, ben de biraz abartarak söyledim, ki kışkırtıcı olsun. Kitap öyle bir metadır ki, yazan kadar okuyan da kitaba yeni anlamlar yükler demek daha doğru olur. Kitaptan bir alıntı daha yapayım ve bu sorunun cevabını bitireyim; “Kitabın okura hazır olması kadar, okurun da okuyacağı kitaba hazır olması gerekir.”
edebiyathaber.net (25 Haziran 2022)