Söyleşi: Serkan Parlak
Ayşe Övür ile Remzi Kitabevi tarafından yayımlanan son romanı “Zamanın Kapıları/İstanbul’un Öteki Yüzü” hakkında konuştuk.
Ayşe Hanım, son romanınız “Zamanın Kapıları/İstanbul’un Öteki Yüzü” geçtiğimiz ay okurla buluştu. Edebiyatla ve özelinde romanla ilişkiniz nasıl başladı, nasıl gelişti ve bugünlere nasıl geldiniz?
Pek çok yazar gibi kendimi bildim bileli hep iyi bir okuyucu oldum. Çocukluğumdan bu yana elime geçen bütün kitapları not alarak, şaşarak, hayran kalarak okudum. Beğenmediğim metinleri bile asla yarım bırakmam. Okumaya başlayıp da sonunu getiremediğim sadece tek bir roman oldu. Yazmaya başladığım ilk dönemde bazı eğitimlere de katıldım. Hepsinin az ya da çok yararını gördüm. Yazmak eyleminin tılsımlı bir enerjisi var. Bir defa başlayınca bırakmak mümkün değil.
Son romanınızda ilham kaynaklarınız neler oldu, gözlemleriniz, deneyimleriniz, okumalarınız metninize nasıl yansıdı?
Son romanım Zamanın Kapıları’nın ana gövdesi pandemi sürecinde oluştu. Belki de o dönemde hissettiğim endişe ve gelecek kaygısı nedeniyle romanda bir şekilde aydınlık ve karanlık iki dünya, birbirine zıt insanlar var. Sinan adını verdiğim baş kahraman ve Nevra’yı gerçek kişilerden esinlenerek kurguladım. Bir şekilde gerçek ve kurguyu bir araya getirmeye çalıştım. En başta yeraltındaki İstanbul’dan söz etme planım yoktu ama metnin bu metafora uygun bir zemini olduğunu düşünerek ekledim.
Elinizdeki malzemeyi kurgu için yeniden üretip dönüştürürken nasıl bir süreç işliyor? Özellikle felsefi-sosyolojik-psikolojik bir alt yapıdan hareketle kurmaca üretmenin zorlukları da düşünüldüğünde roman türünü seçmenizin nedeni nedir?
Roman dışındaki bir alanda ürün vermeyi düşünmüyorum. Kalemim ve zihinsel dünyam roman yazmaya daha uygun. Ara sıra kısa öyküler de yazıyorum ama onları çoğunlukla kendime saklıyorum. Son zamanlarda romancı olmayı hedefleyenlerin yazmaya öyküden başladığını fark ediyorum. Oysa her iki tür birbirinden çok farklı bir matematiğe sahip. Öykünün romana geçiş için bir aşama olduğunu düşünmek bence doğru değil. Edebiyat eserleri dışında sık sık tarih ve psikoloji metinleri de okuyorum. Farklı türdeki okumaların amacı hem merak hem de yazdığım romanlarda insana dair kurgularımın daha sağlam zeminde ilerleyebilmesi. İnsanı, dışarıya yansıttığı davranışlarının ötesinde iç dünyasıyla yazmayı seviyorum. Zihinlerdeki gel-gitleri, bocalamaları, insanın kendi var oluşuna dair şaşkınlığını göstermeyi önemsiyorum.
Cumhuriyet Kitap Eki’nde yayımlanan söyleşinizde “Uzaktan bakıldığında çekici duran hayatların içindeki tahmin edilmesi zor karanlığı göstermek istedim,” diyorsunuz. Bu cümlenizden hareketle romanınızın merkez karakterleri Sinan ve Nevra’nın temel kişilik özelliklerini sizden dinleyelim.
Uzun yıllar iş dünyasında üst düzey yöneticiler ve büyük fabrika sahipleriyle çalıştım. İster istemez zamanla aranızda samimi sohbetler de oluyor. Onların çekici yaşamlarının arka planına da şahitlik ediyorsunuz. Bazılarının sosyal medya da sergiledikleri yapay mutluluklarının arkasındaki derin hüzünleri iyi biliyorum. Kendilerini şirket tuvaletine kilitleyip hüngür hüngür ağlayan patron çocukları tanıyorum. Romanı yazarken bu hakikat hep aklımda oldu. Sinan ve özellikle Nevra’nın yaşamı, uzaktan bakıldığında oldukça çekici. Oysa okuyucu onların kilitli kapılarını teker teker açınca bambaşka gerçeklikle karşılaşıyor. Romanınızın merkez izleği iki kişi arasındaki aşka bağlı olarak yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayan sırlar. Günlük hayatımızda, özellikle yakın çevremizden hareketle deneyimlediğimizde sarsıldığımız bu temel meseleyi, anlatılan hikâyeleri kurmaca aracılığıyla araştırırken amacınız neydi, bu romanı neden yazdınız?
Metinde iyi ve kötünün zıtlığı içinde, olan her şeyin, birbirini tetiklediğini anlatmak istedim. Fazla iyi ve fazla kötü olmanın denge bozuculuğunu açmaya çalıştım. Ben mutlu olmayı değil dengede olmayı önemsiyorum. Mutluluk denilen kavram bir çeşit modern dünya illüzyonu. İnsanın bu gezegende araması gereken şey mutluluğun çok ötesindeki hakikatler olmalı diye düşünüyorum.
Son romanınız “Zamanın Kapıları/İstanbul’un Öteki Yüzü”nde kurmacanın temel bileşenlerini popüler roman türünün kalıpları doğrultusunda nitelikli bir biçimde yeniden ürettiğinizi düşünüyorum. Dünya ve Türkiye özelinde popüler roman türünün durumu hakkında neler söylemek istersiniz?
Biraz daha rahat okunan ve heyecanlı bir metin olmasını istedim. İyi üniversitelerde eğitim alan gençlerin bile roman okumadığını biliyorum. Bir yanda sürükleyici ve merak uyandıran öte yanda nitelikli ve değeri olan bir metin yazmayı bu nedenle önemsedim. Bence artık okullardaki edebiyat dersleri de gözden geçirilmeli. Bilgiye hızla ulaşılabilen bir çağda yüzyıllık ağdalı metinlerle gençlere edebiyatı sevdirmek kolay değil.
Ayşe Hanım son dönemde neler okudunuz? Önümüzdeki dönem için yeni üretimleriniz olacak mı?
Son dönemde daha çok tarih kitabı okudum. Osmanlı İmparatorluğu tarihiyle ilgili kitaplar okuyup, notlar alıyorum. Özellikle yabancı yazarların gözünden tarih okumayı önemsiyorum. Sanat tarihiyle de yakından ilgileniyorum. Aklımda iki farklı roman yazma fikri var. Birisi 1960-1980 arasında Beyoğlu’nda yaşamış bir kadının hayatı. Dönemin ekonomik ve siyasi gündemini inceliyorum. Şimdiye kadar romanlarımda kahramanlarım hep erkek oldu. Bu nedenle bir kadın kahramanı yazmak istiyorum.
edebiyathaber.net (19 Temmuz 2022)