Eser Çelik Avcı: “Edebiyatın yaraları sardığı, acıları sağalttığı, olana bitene dayanma gücü verdiği benim de gerçeğim.”

Ağustos 1, 2022

Eser Çelik Avcı: “Edebiyatın yaraları sardığı, acıları sağalttığı, olana bitene dayanma gücü verdiği benim de gerçeğim.”

Söyleşi: Mehmet Özçataloğlu

Uzun yıllardır yazmasına rağmen, kitabı yenilerde yayımlanan Eser Çelik Avcı’yla “Başıma Güller Taksam” adlı kitabını ve yazın serüvenini konuştuk.

Neden öykü, diye sorarak başlamak istiyorum.

Çocukken dedemden masal dinler, söğüt ağaçları altında masalları yaşıtlarıma canlandırarak anlatırdım. Öykü yazmadan önce de sanatla hep ilgiliydim. Önce tiyatro yaptım, dans ettim. Resim, müzik, tiyatro, fotoğraf hepsiyle amatörce ilgilendim.  Bunları yaparken öykü hep yanı başımdaki bir ajandanın arasındaydı. Beni hiç terk etmedi. Şiirlerim lise yıllarında öyküye yer açtılar. Lise yıllarından beri öyküler uydururum. Çocukken cenneti düşlerdim, benim cennetimde insanlar sadece sanat yapıyor olurdu. İstedikleri sanatla ilgilenirken paraya ihtiyaçları da olmazdı. Yaş aldıkça öykü, sevdiğim sanat dallarının merkezinde kaldı.

Başıma Güller Taksam, yaşanan tüm acıya ve umutsuzluğa rağmen yüzünü ışığa, iyileşmeye dönmeyi ifade eden bir cümle. Yıllarca kayıplarına acılarına dayanan anne de başına gül takmak ister. Bu isteği acısını unuttuğu anlamına gelmez, bir gün olsun avunmak, gülebilmek ister. Bu aynı zamanda kitabın yazarından okura bir sesleniş, başıma güller takabilsem, bu yaşadıklarımızı, acıyı bir an bir kenara bırakabilirdim. Yüküm ağır, demek istiyorum. Belki bu yolla paylaşırız. Öykülerin hepsinden ince bir ağıt geçiyor, duyabilene. Ağıt, yürekli insanın işidir. Ağıt söyleyene dokunulmaz, dinleyene işleyen bir yanı vardır ağıdın. Umarım öykülerimden aynı his okurlarıma geçiyordur.

Kitaptaki öykülerin sonundaki tarihlere bakınca uzun yıllar bir araya gelmeyi beklediklerini görüyorum. Öykülerin yolculuğu neden bu kadar uzun sürdü?

Dergilere, el yazımızla öyküler yazıp pulların arkasını yalayarak postaya verdiğimiz yıllardan beri yazıyorum. Sonra defterler dolusu yazdığımın çokluğuyla baş edemedim. Hepsini bir çuvala doldurup çöpe attım. Attım rahatladım, hafifledim, yazmanın beni terk etmesini bekledim. Hayaller kurdum yazdıklarımı bulanlarla ilgili. Sandım ki yazdıklarımı yok edince yazmak beni bırakır. En uzak tarihli olanlar kurtulanlar. Son beş altı yıldır yayımlansın diye çaba sarf ettim, şimdi Başıma Güller Taksam’dan konuşuyoruz. O kadar hızlı kitaplaştı ki Kitapol Yayınevi’ne teşekkür etmeliyim. Şimdi zamanıymış.

Öykülerinizi, öykü okurunun beklentisi olan (en azından benim için böyle) etkili bir son vuruşla bitirmiyorsunuz. Bu açıdan bakarak öykülerinizi siz nasıl tanımlıyorsunuz?

 Öykülerin üzerinde uzun yıllardır uğraşıyorum. Her okuyuşta bir şeyler değişiyor. Sonları sıkı bir düğüm gibi bağlanıp bitmiş öyküler yazmıyorum. Başlangıçları, giriş bölümleri şiir olan öyküler yazdığım gibi sonları şiire akan öykülerim de var. Belki başka bir zaman “Aziz” susturulmaz, konuşur. Bu öyküyü canlı kılıyor. Okurun hayal gücü devam etsin, “Tüh, bitti” dedirteyim istiyorum, bazılarının kısalığı bu yüzden.

Kitap kadın odaklı öykülerle başlayıp tamamında böyle olacakmış gibi hissettirse de dağılıp insan odaklı öykülere dönüşüyor. İzlenimci bir yazar olduğunuzu da hissettiriyor okura. Neler söylemek istersiniz bu konuda?

Günümüzde kadının ve insanın başına gelenlere tanık olup bunlara ilişkin yazmamak mümkün değil. Duygusal, sanatla uğraşan, tepkisini sanatla ortaya koyan her sanatçı kadının yaşadıkları üzerine üretimde bulunuyor. Yazdıklarım, öykülerim gönlümden geçenlerdir. Onların harf hallerini okuyorsunuz. Bazen bir köprüyle tanıştırdım okuru, kör birinin duygularıyla temizlik yaptık ve mavi kuşlu bir t-şort giyip dershaneye gittik. Kelimeler alabildiği kadar duygu ağırlığını benden okura taşıyor, herkese keyifli okumalar diliyorum.

Arka kapakta “gelmiş-geçmemiş, birikmiş-çoğalmış hayat gibi öyküler” tanımlaması yapılmış. Benim de katıldığım bir ifade bu. “Perdesini araladığı acılar artık geçmişte kalsın diye yazılmış” söyleminden yola çıkarak sorayım. Edebiyatın buna gücü var mı?

Edebiyatın gücü neye yeter, uzun uzadıya cevaplanabilir bir soru. Benim yaralarımı sardığı, acılarımı sağalttığı, olana bitene dayanma gücü verdiği benim gerçeğim. Yazmasaydım yaşayamazdım, benim sözüm değil, ama benim için de doğru. Edebiyat bana “Yaşadıklarından öğrendiğin bir şey var mı?” diye sordurdu, “Semaver” kaynadıkça fokurdayan çaydanlığın sesi beni de mutlu etti. Edebiyat, yazma tutkum Alis’in Harikalar Diyarı’na başımı şöyle bir uzatmamı sağladı. Öykülerimde insanların canını yakmadan acılarımdan bahsettim, bağırmadım, bir ağıdı duyulur duyulmaz bir sesle mırıldandım. Aynı ezgiyi daha önce duymuş ve unutmuş olanlar hatırlayacaklar, tanıyacaklar beni. Asıl onlara “Merhaba “demek isterim.

Başıma Güller Taksam” ilk kitabınız. Bundan sonrasında yazın yaşamınız için planınız- hedefiniz nedir?

 Elim kalem, klavye, tuttuğu sürece yazmaya devam edeceğim, daha önce bırakmayı denedim, olmuyor. Okurla buluşmamış yüzlerce öyküm duruyor, onları işler, kitapevlerine dosya göndermeye devam edip umutla beklerim. Bir gün Konak Meydanı’nda sağımdan solumdan akıp geçen insan kalabalığına bakıp şöyle düşünmüştüm “ Bu insanlar benim yazdıklarımı okurlar mı?”

Şimdi “Başıma Güller Taksam’ın” yolculuğu devam ediyor ve “Neden olmasın?” diyorum. Bu kitap içine kapanan, bir anlık avuntu arayan, bir ağıdı dinlemeyi bilen okurun kitabı oldu. Herkese keyifli okumalar diliyorum. Bende saklı duran öykülerde buluşmak üzere.

edebiyathaber.net (1 Ağustos 2022)

Yorum yapın