Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Yazar Ceren Gündoğan’ı, eşi Gün Zileli ile konuştuk.
Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?
Soştakoviç’in müziği için Pravda’da imzasız bir makale yazan Stalin, “Müzik Değil, Karmaşa” başlığını atarak, sanatçıları “formalizm”le suçlayan kampanyayı başlatmıştı. Bu başlığı atarken ondan etkilenmiş olabilirim. Genellikle karşıtlarımdan etkilenirim de. Ceren’in çalışma odasına girdiğimizde gerçekten bir karmaşayla karşı karşıya kalırız (belki de en iyisi hiç girmemektir). Örnek verecek olursam, yazı masasının çekmeceleri tam bir karmaşa içindedir. O çekmecelerde her şeyi bulabilir ya da daha doğrusu hiçbir şeyi bulamazsınız. Hayret edilecek olan şey, Ceren’in, masasının üzerindeki ya da çekmecelerdeki bu karmaşada aradığını şıp diye bulabilmesidir. Birkaç kere düzenlemeye çalıştım buraları. Elbette ondan habersiz. Büyük bir takdir bekliyordum. Tam tersi oldu. Ceren fena halde kızdı bana. Benim düzenlemem yüzünden aradığı hiçbir şeyi bulamıyormuş. Kısacası, onun düzeni karmaşaydı. Yani beyni böyle çalışıyordu. Demek ki onunla tam bir zıtların birliği oluşturuyormuşuz. Bu doğru, çünkü onun düşünüş tarzı da karmaşaya dayanır. Biraz (biraz mı!) karmaşa olmalı ki, oradan istediği düşünceyi bulup çıkarsın ve yazsın. Madem bir yazarın yazı odasını yazmam istendi benden, bunu kısaca da olsa yerine getireyim. Ceren yokken odaya giriyor ve yazı masasının (başka eşya yoktur zaten) önündeki iskemlesine oturmak istiyorum. O ne! İskemle yerinde değil. Köşeye gitmiş. Herhalde duvara bir şey çakmak için oraya çekmiş. Gerçi bu tür işleri genellikle ben yaparım ama… Ah evet anladım, sandalyeyi hayallere dalmak için oraya çekmiş (zaten masanın yerini ikide bir değiştirir). Bir “bakış açısı” oluşturmak için en iyi yerin bu tür dik açılı köşeler olduğunu düşünmüş olmalı. Neyse, sandalyeye oturdum ve beklediğim olay gerçekleşti. Ceren’in en sevdiği köpeği Çita tıkır tıkır adımlarla (sanki topuklu ayakkabıyla geziyor bu köpek) odada arz-ı endam etti. Tam karşıma gelip oturdu ve Mısır tanrıçalarına benzer yüzünü her zamanki gibi profilden gösterdi bana. Ceren’e takındığı pozdur bu ama şimdilik benimle idare etmek zorunda. Bu bakışı tanıyorum. Ceren, bakışlarından rahatsız olmasın diye bir aristokrat havalarında böyle uzaklara bakar, yani “ben sizle ilgilenmiyorum, rahatsız olmayın hanfendi” bakışı. Bir süre böyle durur, Ceren’den tepki gelmediğini görünce rahatlayıp yere yatar. Odaya yapılan ziyaretler bununla biter mi sanıyorsunuz? Hiç de değil. Ardından kedi Matmazel belirir odada. Sessiz miyavlamasıyla ne anlatmak istemektedir acaba? Onun dilinden Ceren anlar. Gidip ağzına kadar dolu bir bardakta su getirir. Matmazel küçük pembe diliyle birkaç yudum içer, sonra masaya sıçrar ve kabından mamasını çıtır çıtır yemeye başlar. Masanın üstünde yemek kabı mı var diye soracağınızı biliyorum. Evet, bu da odanın karmaşalarından biridir. Çalışma masasının üstünde, Ceren’in bilgisayarının yanı sıra kedilerin yemek kabı, kediler için bir bardak su bulunur. Tabii sadece bunlar değil. Ceren’in o an okumakta olduğu kitaplardan birkaçı (diğer odada da bunlardan vardır, çünkü Ceren aynı anda 5-6 kitabı birden okur), aralarına genellikle kalem sıkıştırılmış not defterlerinden birkaçı (aynı anda kullandığı, çeşitli boyutlarda 5-6 not defteri vardır) tükenmez, dolma ve kurşun kalemler, bazen kuklamız Filhakika, iki küçük kaktüs, bir güneş gözlüğü, bir mandal, bir şamdan, içinde mum yakılan mermer bir kâse vb. vb. masanın üstünü kaplamaktadır. Duvarlarda asılı aynalar ve bir Chagall tablosu. . .
Eşinizle yazı/ okuma üzerine neler paylaşırsınız?
Birbirimizin ilgisini çeken çekmeyen her şeyi paylaşırız.
Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?
Zaten bir fikir oluşturmuştur. Bu fikri açıp benimle tartışır. Kafasında bir yazı planı yoktur. Daha çok uçuşan fikirlerini paylaşır. Bazen benim önerilerimi dikkate alıp not tuttuğu bile olur. Öyle zamanlarda çok mutlu olurum. Sonradan çöpe atsa bile önemli değil. Yeter ki, not tutsun.
Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?
Onun vazgeçemediği hiçbir şey yoktur. Daha doğrusu, vazgeçemediği tek şey, yazısını yazmaktır, nerede, ne koşulda olursa olsun. Yazılarını yazarken onu görmek mümkün değildir. Herhalde bütün ruhunu verdiğinden ruh olup uçar adeta. Kapanmadan önce karamsar, hatta karanlık bir ruh hali içindedir. Yazı mı yazacaktır, yoksa tutup kendini pencereden aşağı mı atacaktır, neredeyse ayırt edemezsiniz. Ben de konunun zorluğunu biliyorsam, nasıl altından kalkacak bunun acaba diye kaygılanmaktan kendimi alamam ama şaşılacak bir şekilde konunun üstesinden gelir. 1-2 saat sonra odadan yüzünde güller açarak çıkar. O karanlık Ceren gitmiş, pırıl pırıl bir Ceren gelmiştir. Klasik bir ifadeyle söyleyecek olursam, acı veren doğum sancısı, dünyaya yeni bir canlı getirmenin mutluluğuyla yer değiştirmiştir. Yazarkenki ritüellerini pek bilmiyorum, çünkü yazı yazmaya girişmeden en az yarım saat önce ortadan yok olur. Yanına ancak köpeklerimiz Çita, Keje, Elif; kedilerimiz Alice, Matmazel, akıllı ve konuşan kuklalarımız Filhakika, Rafe, Hece girebilir. Bir ben mi fazlayım yani!
Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?
Elinde son gördüğüm kitapların listesini buraya yazmak uzun sürer. Çeşitli odalarda yakalayabildiklerimi yazmakla yetineyim:
David Eagleman, Incognito- Beynin Gizli Hayatı (çev: Zeynep Arık Tozar, ‘domingo, 2022
Sappho, Şiirler, Çev: Samih Rifat, YKY, 2021
Joseph Campbell, Tanrıçalar ve Tanrıçanın Dönüşümleri, Çev: Nur Küçük, İthaki, 2020
Edmund White, Marcel Proust-Bir Yaşam, Çev: Fırat Demir, Edebi Şeyler, 2019
Marcel Proust, Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde, Çev: Roza Hakmen, YKY, 2018
edebiyathaber.net (11 Ağustos 2022)