Çeşitli dergilerde yayımlanan öyküleriyle tanınan genç yazar Melisa Parlak, 2020’de yayımlanan ilk öykü kitabı Asparagas ile dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Öyküleri okuyanlar, yazarın dilindeki olgunluğu hemen fark ediyor. Çünkü kitapta kullandığı metaforlar ile kitabın kurgusundaki otorite, okuyucunun daima teyakkuzda kalmasını sağlıyor.
Yazarın ilk romanı Tesis’te, öykülerinde olgunlaşmaya başlayan dilini iyiden iyiye ilerlettiği görülüyor. Roman, bir psikoloji merkezi olan Tesis’te yaşanan olayları konu alıyor. Olaylar birbirlerine zincirin halkaları gibi bağlanmış karakterler silsilesi çevresinde ustaca kurgulanıyor. Tesis’te sekiz yıldır çalışan Sahra, onun eşi, iş arkadaşı Atlas, yalnızlığını kontrolü altında tutmaya gayret ettiği merkezle atlatmaya çabalayan isimsiz Müdire, Tesis’in yeni hastalarından Hicran, onun epeyce romantik biri olan kardeşi Taylan, Sahra’nın uçarı kız kardeşi Hazar… Birbirine kenetlenmiş hikâyeler bu karakterlerle bir matruşka misali açılırken, Sahra’nın arkadaşı Karmen’le onun kızı Bonita, zengin bir sanatçı olan Ozan, Tesis’in renkli çalışanları Yelkovan Nursel, Ispanak Mutlu gibi karakterlerle tamamlanan bir yapboz parçası bu roman.
Tesis’in özgünlüğünün temeli, metindeki kendine has koku ve melodi. Baştan sona kadar okuyucuyu bırakmayan bir koku var romanda: bazen yapay parfümlerle Sahra ve Müdire’nin kollarında, bazen de Lal Jamila heykelinin dibindeki topraktan yükselen doğa kokusunda sizi yakalıyor. Müzik ise baştan sonra bir ritim tutturmuş hikâye seyrinde ilerliyor, kulakların içinde çınlıyor.
Roman, Sahra’nın görece düzenli hayatıyla açılıyor. Romantik bir eş; hoppa gibi görünen, az çok kıskanılan bir kız kardeş; senelerdir devam edilen bir iş, hastalar, spor, dostlar… Bu devinim Tesis’e gelen yeni hasta Hicran Aydın’la bir parça etkileniyor. Müdire sanki hayatını değiştirmek istermiş gibi onunla Sahra’nın ilgilenmesini istiyor. Romanın katmanları açıldıkça bir şey net olarak ortaya çıkıyor; esasında Sahra ve Hicran birbirine ayna tutan iki kadın. İkisi de bir arayış içindedir, hayatları nereye gidiyor bilmiyorlar. Sahra, Hicran’ın acılarında kendi iç dünyasındaki sorgulamalarını buluyor. Ona kendini yakın hissediyor. Onun aracılığıyla da hayata doğallıkla uyum sağlayan, sade bir duruş sergileyen kardeşi Taylan’a. Taylan’la olan ilişkisi Sahra için bir pusula görevi görüyor, zira sorgulamaktan hep korktuğu sorular bir anda üşüşüyor başına: Ne istiyorsun bu hayattan… Nelere sahipsin… Bir başka deyişle, hayatına giren bu iki insan, Sahra’nın dengesini alt üst ederek onu dönüştürmek için adım atmaya zorluyor.
Hicran karakteri üzerinden sorgulanan pek çok konu evrensel fakat aynı anda gündemimizden hiç düşmeyen birçok konuyu cesurca ayyuka çıkarıyor: kadın olmanın zorlukları, ilişkiler, kayıp, psikolojik şiddet, ruhsal bunalım, amaçsızlık, kaybolma hissi… Okuyucuyu kendi hayatı üzerinde düşünmeye iten birtakım olguları ortaya koyuyor.
Sürpriz finaliyle de ritmik gidişini taçlandırıyor roman. Ustaca kurgulanan bir eserin böyle özgün bir final yapmasıyla da okurda tatmin duygusu oluşuyor. Bu arada, elbette karakterlerin yolculukları tamamlanmıyor çünkü hayat hiç bitmeyen bir gidiş hâlidir. Her ne olursa olsun yürümeye, koşmaya yahut emeklemeye devam ederiz. Sahra da tüm kusurlu insanlar gibi, yolculuğuna devam etmektedir. Edecektir de.
Yazarın epeyce başarılı bir biçimde kurguladığı karakterleri canlı, olay örgüsü kuvvetli romanı bittiğinde, damağımızda kekremsi bir tat kalıyor. Üzerine düşünecek birçok şey vermiş olmanın dışında, hikâyede karakterlerin birbirine yaptığı gibi, okura da ayna tutuyor; hayatı üzerinde düşünmeye itiyor, ne istediğini sorgulatıyor. Hayatta amacımızı bulmak için bir başlangıç noktasını işaret ediyor. Belki bir heykelin dibindeki toprakta, belki bir radyo kanalındaki hareketli bir Latin ezgisinde ya da bir sapakta konuşlanan ıssız bir evin verandasında. Her durumda Tesis, bittikten sonra bile etkisi bizimle kalan bol sesli, kesif kokulu bir roman. Uzun bir müddet de akıllardan çıkmayacak gibi.
edebiyathaber.net (16 Ağustos 2022)