Avuntu Zamanı
Yokluğun sesini duymak yeterli. Tenin ısısına gerek yok. Su kaybeden her şey ölmeye mahkûm.
Geçimsiz bir güneşin yaktığı ten de öyle; havale geçirir, büzüşüp kalır bir yerde.
Çölleşiyor hayatımız gitgide.
Ağrılar azınca neşter gerek. Herkes kendi sesinin yabancısı. Ölünce ölmek, gidince gitmek, durunca durmak…
Evet evet, bir ayna gerek; aramızda kırılanlara bakmak için. Yeni bir sır, yeni bir yüzey… Parıltısı olanlar kazanıyor, kaybedenler gidiyor…
Zamanın tufeylisi dediğim de bu olsa gerek!
Tınısını beklemek boşunaydı sesinin. Tutkunun erimesi, su buharına dönüşmesi bu olsa gerek.
Gitmenin işaretleri yüklü bakışlarında. Sakınımlı duran bir yüzün ezberindesin. Bozulsun istemiyorsun yıllanmış alışkanlıkların.
Açılıp gelen kapının gölgesinde bekleyen sesle başlayacak bundan sonraki yolculuğun. Değişmeyeni görmenin adresi yazılı defterinin ilk satırlarında.
Unutturmak isteyen sözlere daha yakınsın.
Evet, ısısını kaybediyor bakışlar. Elinin sıcaklığındaki kor gitmiş, sözlerindeki tını silinmiş, gelecek düşünü harmanlamışsın başka sözlerle. O sözler yabancı da olsa, çekiyor seni zamanın kalbine.
Yaşanılanları unutturan ne varsa derliyorsun; evet, bakışların anlatıyor bunu.
Yaşamanın anlamını sorgulamak boşuna, güneşin her gün hangi yönden doğduğunu ezberlemek gibi bir şey bu.
Yinelemek, yazmak, anlatmak, nesnelerle yansıtmak bunu nafile.
Kırılan kürenin parçalarına bakmayı unuttum kaç zamandır. Dönüp bir bir adlandırmak yoruyor, çölde yaşanan avuntu serabına dönüşüyor söz aramızda.
Şimdi kaçış zamanı. Yazmışsın bunu ezberine. Bozulmasını hiç istemiyorsun. Ama bir renk nasıl solar, bir çiçek nasıl ölür, bir söz nasıl tükenir bunu çok umurladığın yok.
Bozulan nedir diye soruyor bakışlarım. Geceye teslim olmuş uykulu gözlerle arıyor sevmelerin yüzündeki rengini… Hani o tutkunun rengi nerede, hani o gelecek düşünün sözleri, hani o birlikte akmanın şenliği…
Evet evet, soruya dönüştürmemeli hiçbir şeyi; susmalı, sinmeli, güne göre söz, gölgeye göre de bez biçmeli.
Kim dile getirecek şimdi suskun kalınan anların elemini? Kim çekip alacak şafaktan tutkunun rengini?
Kimdir o kapında bekleyen şafak, seni kendi ezberine çeken?
Sormadan ölmek, anlamadan yaşamak en iyisi. Zaman bunu istiyor, gözlerin ölümü de bundan olsa gerek!
İçimden bir ses çağırıyor hep:
“Avuntu zamanı… avuntu zamanı…”
Dönüp kime baksam aynı yüz, aynı söz. Herkes kendi gecesine kapanmış. Görmenin bilgeliğinden kime ne!
Ah! Sen… O karanlıktan geçendin hani, aydınlatandın sabahı… O kara örtüyü yırtıp atandın hani…
“Bekle, gör, bak daha neler olacak hayatımızda,” diyendin…
Dedim ya, sormadan yaşamak en iyisi.
Gecenin rengine bürünüyor zaman; Ortadoğu’da yeni bir gün ağarıyor, sınırlarda ayak sesleri yer değiştiriyor. Tıpkı içimizde avazlanan ses gibi… Dön bak, görmeye az kaldı; hangi cam keser, hangi taş kanatır, hangi bıçak kesmez, duygularımızın nehrinden hangi su geçmez…
2006
Rüzgâr Seni Unutturacak
Sözün kıyısında durmalı artık, mademki duyguları geçitsiz kılıyoruz.
Ve başka bir göz, bakış kendi göğünde hüküm sürüyor; unut dillendirmeleri. Aranızda adsızlaştırılan bir zaman var. Örseleyen olma sözlerinle. Bırak o kendi göğündeki sesin kalbinde yaşasın. İyicil gelen öfkeleri de unut. Kendi sesinde avcı olmak niye?
Gitmeyi seç, gözlerinin buğusunu alan rüzgârlara ver kendini. Adını unut, nasılsa göğünü kuşatan sürüklenen biri var ardında. Gecesini bölen, ruhunu daraltan, gene de iyi gelen bir sesle baş başa bırak onu.
Gününü tel tel dokuyan zaman işaretlerini de kaldır aradan. Kırgın bakışa, ezgin sözlere gerek yok. Herkesin yağmuru kendine, çiçeği bahçesi böceği…
Rüzgârında ol kendinin. Kendi olmak başka bir şey gerektirmez. Bırak anlamamak başkasının derdi olsun; sen anlam verdiğine bak, yürü onunla içine doğru.
Çıkışsız merdivenlere düşürme yolunu demedi mi sana Derviş. Hani külhanda bekçi olmak değil mesele demişti, aslolan külhana hangi odunun girip giremeyeceğini bilmekte. Bu da zamanın ilmini bilmekle olur, demişti yani hani…
İçindeki rüzgâr sana yeter, sözünü de eklemişti o akşamüstü. Mademki senin kalp ağrın onun gözlerinin mührü olamamış, bırak gitsin.
Elemler böyle oluşur, kederler böyle tufana dönüşür. Menzilsiz yolcu olmak senin harcın değil, düşürme sokaklara sözünü. Ne eşiklerde dur, ne de yüz geri edildiğin avlulara düşür yolunu.
Bırak kendi rüzgârında onu. Bırak çoğalttığı sesleri kalbinin sesi bilsin. Dağıtsın sözünü ulufe çadırının bekçilerine. Gecesini bölene nasılsa yer var her zaman.
Sen ki yolun geçmezdi zaman tufeylilerinin bakışlarından. Devasız bilineni yaratan onların paçal haliydi. Budalalık senin harcın değil, dememiş miydi Derviş?
Bilirdin zekilerin aptal, salakların budala olduğunu!
Giden göz olmak en iyisi. Bırak kendi sesinde kalsın, sitemli sözleri yıkmaya gerek yok bahçesine. Elem ki, bazen herkese gerekir. Şimdi kederlenmek niye. Seven olmak zenginlik, eğer yeri varsa duygularının kavminde; alır taşırsın rüzgârınla onu. Ötesi unutuşlar, alışkanlıklar, sürüklenişlerdir. Her gün tekrarlanan hayatın ırmağında uzaklaşalı çok oldu. Şimdi sen, rüzgârındasın. Bize gözyaşı gerek, iç ferahlığı yaşamak için. Bırak, sansınlar ki kederlenmiş kadife gözler. Adsız gözyaşı mı olur, san’sız aşk? Siz sevmeyi bilmek deyin gene de; bilmek görmektir biraz da. Kendi olmadan olunmuyor sevmek. Bir bunu biliyorsun, bir de unutmaların ilminden geçirdiğin duygularının sahiciliğini.
2007
edebiyathaber.net (23 Ağustos 2022)