Nahid Sırrı Örik’in Eski Zaman Kadınları Arasında kitabının Selim İleri tarafından yazılmış sunuş bölümünde Selim Bey’in Nahid Sırrı kitapları ile ilk nasıl karşılaştığını okurken, “Ben ne zaman Nahid Sırrı kitapları ile tanışmıştım?” diye düşündüm. 2009 yılında Zeki Demirkubuz imzalı Nahid Sırrı Örik’in aynı adlı eseri Kıskanmak romanından uyarlanmış filmi sayesinde. Bu filme kadar böyle bir yazarın varlığından haberdar değildim. Film beni karakterleri, -özellikle kadın karakterleri- kıskanmak kavramının ele alınışı, psikolojik çözümlemeleri ve böyle koyu kıvamlı, daima karanlıkta kalmayı tercih eden kıskanmak meselesini anlatım biçimi ile büyülemişti. Kimdi kitabının bir filme uyarlandığı bu yazar ve ben onu o zamana kadar hiç fark etmeyerek neden okumamış olabilirdim?
Son dönem Osmanlı edebiyatı ve ilk dönem Cumhuriyet dönemi edebiyatı geçiş sürecinde yazan Nahid Sırrı Örik için okunmama, fark edilmeme, geç fark edilme, tam olarak anlaşılamama değişmeyecek makus talihinin oluşmasında en önemli köprü sebeplerin başında geliyor. Peki son dönem Osmanlı ve ilk dönem Cumhuriyet edebiyatı köprüsünden sadece Nahid Sırrı mı geçti? Yakup Kadri, Reşat Nuri, Halide Edip, Refik Halit gibi çok iyi bildiğimiz kitaplarını okuduğumuz yazarlar mevzu bahis iken Nahid Sırrı’yı bu geçiş köprüsü üzerinde neden fark edememiştik? Neden konu Nahid Sırrı’nın kendisi ve metinleri olunca onun eserleri bir kötülük ve umutsuzluk metni olarak ele alınmak istenmişti?
“Günler, yıllar, Nahid Sırrı’nın kapının önüne çoktan konulduğu zamanlardı. Örik’ten ve eserinden (Sultan Hamid Düşerken eserinden bahsediliyor) söz açan yok. Kitapları yeniden yayımlanmıyor. Hatta kitapları kaldırıma düşmüş. Niye? Belli değil. Daha doğrusu bilgi yetersizliğinden, “niye”nin cevabını bulmak güç.”
Selim İleri’nin Everest Yayınları tarafından yeniden basılan tüm külliyatı içerisinde Eski Zaman Kadınları Arasında kitabı için Nahid Sırrı Örik ile ilgili yazdığı kısa sunuş yazısı önemli. Zira, ilk dönem Cumhuriyet edebiyatı inşasına ve genel olarak içerideki edebiyata yön verenlerin (Kanonların) edebiyatın yönünü nasıl belirlediği konusuna dair önemli ipuçları içeriyor. Evet, kaldırımlara düştükten sonra uzun aralıklarla olsa da yazarın eserleri basıldı, Türk edebiyatı içerikli birçok derlemede kitaplarına yer verildi ve bazı akademik çalışmalarda da Nahid Sırrı Örik eserleri konu edildi elbet fakat hiçbir zaman Yakup Kadri’yi, Halide Edip’i, Reşat Nuri’yi bildiğimiz gibi bilemedik Örik’i ve dolayısıyla bu saydığım yazarları okuduğumuz kadar yoğun okumadık eserlerini. Neden? Okuyup, düşünüp, tüm detaylarıyla kritik edip konuştuğumuzda anlayamayacağımız bir gizem, bir giz mi var Nahid Sırrı Örük eserlerinde?
Bu noktada Nahid Sırrı Örik’ten kısaca bahsedilmesi gerekirse 1895’te İstanbul’da doğan Örik’in doğumu Osmanlı Devleti’nin adım adım sona yaklaştığı sürecin başlangıcına tekabül eder. Hukuk fakültesi hocalarından olan babası Hasan Sırrı Bey aynı zamanda II. Addülhamid döneminde saraya mensup olarak çalışmış idareci, eğitimci, çevirmen ve yazarlarındandır. Galatasaray Mekteb-i Sultani mezuniyeti sonrası, 1. Dünya Savaşı’nın ikinci yılında yurt dışına çıkarak Tiflis, Berlin, Paris, Viyana, Roma, Kopenhag vb. Batı şehirlerinde yaşamaya başlayan Örik, Cumhuriyetin ilanı ile ülkesine döner ve Cumhuriyet Gazetesi’nde yazmaya başlar. Bir müddet sonra Ankara’ya yerleşir ve Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde çevirmenliğe başlar. 1933 yılında Yaşar Nabi ile Varlık Dergisi’ni çıkarır. Nahid Sırrı yukarıda bahsettiğim memleketin geçiş sürecine tekabül eden köprü dönemi esnasında yazar fakat kültür sanat alanında yeni akım olarak nitelenen Cumhuriyet yazarları kadrosu içine girmez, giremez. Halbuki hayat hikâyesi onun nasıl bir kültür insanı ve bir yazar olduğunun açık göstergesidir. Fransa’da olduğu yıllarda Fransızca dilinde birçok öykü ve düz yazı kaleme alır mesela. Fakat halihazırda basılan Nahid Sırrı eserlerinin yok hükmü yazarın Fransızca yazdığı metinlerinin de yok sayılmasına sebebiyet verecektir.
Bu konuda bırakalım Türk edebiyatını, dünya edebiyatı adına da tek örnek midir Örik? Tabii ki hayır. Tek nefeste onlarca yazar sayılabilir elbet, ve fakat, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın veya Oğuz Atay’ın edebiyat kanonları tarafından görmezden gelinmesinden farklı olarak Nahid Sırrı neredeyse tamamen yoktur. Yeni cumhuriyetin yeni ritüelleri adına babası son Osmanlı döneminin saray mensuplarından olduğu için olabilir mi? Çünkü bazı kaynaklarda kendisinin eserlerinde “saray dili” kullandığı için anlaşılmadığı yazılmakta. Veya diğer yazarlar gibi -ve ondan istendiği üzere- yeni kurulan Cumhuriyetin rüzgârına kendini kaptırmayarak Osmanlı’yı içeren romanlar yazması (Sultan Hamit Düşerken mesela) ya da savaşın, yeniden inşanın, zorlu mücadelenin bir tezahürü olarak geçilen ulus devleti yapılanmasında tüm bunları konu edinen romanlar yazmayıp, aile içi meselelerden mütevelli kadın karakterlerin ağırlıkta olduğu (Kıskanmak mesela) romanlar yazdığı için mi? Veya belki de mevzu bahis olan eşcinselliğine yapılan imalı vurgulardır ki edebiyat bir kültür sanat dalı olmasına rağmen toplumsal cinsiyet meselesine -bilindiğinin aksine- yazarı ve eserlerini birbirinden ayırmasını başarabilip cinsiyet eşitliğini esas alıp konuyu bu açıdan tüm objektifliği ile değerlendirememiştir çoğu zaman maalesef.
Dönem, dil, siyaset ve yazarlığının da önüne geçecek şekilde pek çok kez gündeme gelen cinsel tercihi konularına uzun yıllar Fransa’ya gitmesi de eklenince edebiyattan, resme, tiyatrodan tarihe uzanan geniş yelpazede birbirinden değerli eserler üreten Nahid Sırrı Örik hep yaftalanarak hiçbir kategoriye dahil edilmeyip dışarda bırakılan kimliği ile yok hükmünde durumlarla karşı karşıya kalmış. Yaşarken üstelik ve 1960 yılı itibariyle yaşamı sona erdikten sonra da. Bu yüzden belki de bir yazısında, “Unuturlar seni biçare.” demiştir yok hükmünde olmasını ve dışlanmışlığı iliklerine kadar hissettiği için. Tarih, roman, hatıra arasında gezinen ailesinin üç kuşak kadınlarını anlattığı Eski Zaman Kadınları Arasında kitabında yazdığı şu satırlar onun aslında içten içe kendisi için de gerçekleşmesini istediği bir dilektir: “Gönlüm de okuyucuların bu sahifeleri sevmesini istiyor. Maalesef hiç ziyaret edemediğim mezarlarında taşları çoktan devrilmiş olmak gereken bu eski zaman kadınlarının hiç değilse isimlerini bellemelerini istiyorum.”
Nahit Sırrı Örik’e dair söylenebilecek olumlu hiç mi bir şey yok!? Var tabii. Birincisi Nahid Sırrı Örik eserleri var. Kıskanmak romanı Türk edebiyatı adına -yazıldığı döneme baktığımızda özellikle- psikoloji ve psikiyatri biliminin edebiyat ile olan ilk temasını içerir şekilde ilk örneği ve bu alanda yazılmış romanlar arasında hala en iyisi. Ele aldığı aile, kadınlar, erkekler ve onlar arasındaki ilişkileri sürekli “kötü” yaftasıyla nitelenen, kötücül olarak bilinen, insan bilinci için kemikleşmiş yapıya sahip kıskanma duygusunu yarattığı karakterlerin çok iyi psikolojik çözümlemelerinin de eşliğinde anlatır Örik. Bu yüzden kendi adı da “kötücül yazara” çıkar. Örik için olumsuz söylenen ve öyle de algılanan bu durum aslında yazdığı romanın karşı tarafa tam olarak geçen hissettirdiği güçlü etkisinden kaynaklıdır. Kıskanma duygusunun kötücül hisleri okuyucu zihnine neredeyse hiç boşluk bırakmaksızın tam olarak geçer. Sultan Hamid Düşerken romanında da bakış açısı o kadar farklıdır ki, özellikle her şeyin henüz çok sıcak yaşandığı öyle bir dönemde zihinlerdeki Addülhamid’i neredeyse ters köşeye yatırır Örik. Osmanlı’nın bitmeye yakın, can çekişen devrini ve tabii ki Sultan Abdulhamid’in kendisini padişah kimliğinden azade, sadece kendisi olarak, hisleri, duyguları, seçimleri olan bir birey olarak ele alır. Üstelik bunu hiç istenmeyecek şekilde yeni kurulan Cumhuriyetin şahlanma döneminde yapar. Ne toplum, ne siyasi anlayış ne de kültür sanat camiası buna hazır değildir. Yazarın ölümünün üzerinden 62 yıl geçmişken, şimdi hazır mıyız acaba tüm bu gerçekçi bakış açılarına?
Selim İleri ile başladığım bu yazıya Selim ileri ile bitirmek isterim zira kendisinin tabiriyle “…handiyse yarım yüzyıl önce…” Ankara Caddesi’nde şimdilerde artık olmayan Kanaat Kitapevi’nin vitrininde Sultan Hamid Düşerken’i görür. Yazar ve yazarın diğer kitapları Selim İleri için artık başucu kitaplarıdır. Öyle ki yazarın kitaplarıyla tanıştıktan yıllar sonra yazacağı Cemil Şevket Bey Aynalı Dolaba İki El Revolver eserindeki Cemil Bey, Nahid Sırrı Örik’in ta kendisi olarak arz-ı endam edecektir. Selim İleri’nin Nahid Sırrı’nın okunması, anlatılması ve anlaşılması adına verdiği emek yadsıyamayacağımız oranda büyüktür gerçekten. Tüm bu sebepler göz önüne alındığında evet Nahid Sırrı Örik edebiyatının yok sayılması ile ilgili olumsuz sayılabilecek bir çok sebebe karşılık olumlu olarak varlığının önemine vurgu yapmamız gereken pek çok sebep var. Bu yüzden Nahid Sırrı Örik eserleri değerinden hiçbir şey kaybetmeksizin yayımlanmaya ve okuruyla buluşmaya devam ediyor. Okurlarla buluşmuş olan eserlerle birlikte henüz okurlarıyla buluşmamış tüm metinleri elden geçirerek yeniden basan Everest Yayınları Nahid Sırrı Örik külliyatı adına önemli bir çalışma gerçekleştiriyor. Henüz bu eserlerle yolunuz kesişmediyse okumanız, Türk Edebiyatı’nın kilometre taşı olan çok değerli yazarımız ile tanışmanız dileğiyle.
edebiyathaber.net (12 Eylül 2022)