Stefan Pohlit’in ‘İrfan’ müstear ismiyle Türkçe yazdığı Münzevi Adası, Büyükada’nın tarihine, sosyal ve kültürel yapısına, insan ilişkilerine odaklanıyor. Sayfalar ilerledikçe yazarın dayandığı alanların birer birer su yüzüne çıkmasıyla ise kitap, büyülü gerçekliğe göz kırpan, yer yer de gerçeğin üstünde gezinen bir romana dönüşüyor.
Avrupa’da ve Türkiye’de kompozisyon, müzik kuramı, etnomüzikoloji eğitimi alan, Şafakların Cihangiri kanun konçertosu, Peşrev isimli orkestra eserleriyle nam yapmış bir Alman Stefan Pohlit. Kendisiyle yaptığımız yaklaşık 45 dakikalık telefon konuşmasından geriye Türkiye’ye karşı klasik bir oryantalistle hiç alakası olmayan bir bakışa sahip, burada geçirdiği 11 yıl içinde acısı çok tatlısı damakta anılar biriktirmiş, “çift kutuplu dünyanın”, “çift kutuplu” ülkesinde birinin ‘sağdan’ birinin ‘soldan’ çekiştirmesiyle bol bol “gavur” damgası yemesine rağmen, bir “yanını” burada bırakarak, Türkiye’ye “Elveda” demiş bir adamla yaptığım tatlı bir muhabbet kaldı.
Türkiye ve kültürü merakı, yüksek ihtimalle, “bizden” birinden daha fazla olan, Türk musikisinde giriştiği derin araştırmalarla “bu tarafa” daha da yaklaşan Pohlit’le bu ön görüşmeyi yapmamın sebebi, Heyamola Yayınları’ndan çıkan, ‘İrfan’ müstear ismiyle yazdığı Münzevi Adası kitabından bir şekilde haberdar olmamdı. Kitap elime geçip de okumaya girişince, zor bir metinle karşılaştım zira Münzevi Adası kalabalık bir karakter kadrosuyla okuru çok zor içine alan bir kitap. Ancak karakterler ve kurgu hafiften oturmaya başlayıp, onlarla beraber ben de Ada’nın dününe, bugününe, bin bir çeşit insanının hikâyelerinin arasında bir yolculuğa çıktım ve kitabın içine dahil olarak satırlar boyunca onların bitmeyen ‘arayışlarına’ tanıklık ettim.
Kitabı konusunda çok fazla tüyo vermeyeceğim çünkü yazarın epey kafa patlattığı bir sürecin ürünü olan Münzevi Adası’nda, yazarın yararlandığı tonla ‘oji’ var ve bunları bu yazıda ifşa etmek, kitabın tüm büyüsünü bozacak. O yüzden basitçe değinmekle yetinelim… Münzevi Adası, hor görülmek ve dışlanmak dışında hayatlarında kayda değer pek bir şey olmayan bir Ermeni, bir derviş ve bir Alevi müzisyenin, dünyalarında bir ihtimal, bir değişiklik olur diye Büyükada’ya gelmelerini, ancak “yağmurdan kaçarken doluya tutulmalarını” anlatıyor. Yakalarını bir türlü bırakmayan çevrelendikleri yelpazeden uzaklaşmak isterken tam da onların kucağına düşen üçlünün ada hayatı ve mecburen muhatap olmak zorunda kaldıkları insanlarla ilişkileri romanın iskeletini oluşturuyor. Bunun üzerine bir de yeni savaşın “insanla insan” arasında değil, “insanla doğa” arasında çıkacağını savunan yazar, uzun süredir çeşitli biçimlerde beklediğimiz ve belki de uzaklarda bir yerde çoktan kopmuş ‘kıyamet’ten de işaretler aktararak roman ilerledikçe atmosferi kaotik bir çerçeveye yerleştiriyor. Ancak tüm bunların dışında başka bir mevzu daha var. Ki zaten bu bir nevi kitabın sırrı pozisyonunda. O da Ada’nın gizemli münzevisi. Kitapta ‘Büyükada’nın Robenson’u olarak ‘Kamil Kaya’ ismiyle geçen, gerçek hayatta ise 1946 yılında İstanbul’a gelmiş ve yazarın anlattığına göre yıkıcı bir kayıptan sonra Ada’da inzivaya çekilmiş Franz Fischer, Münzevi Adası’nın ana karakteri. Yazarın da asıl derdi, yukarıda bahsettiğim üç ‘ötekinin’ sıradan Ada hayatlarına bakmak dışında, bu gizemli adamın ‘sır’ olan ‘kimliğinin’ peşine düşmek.
On yıllık bir araştırma sonucunda yazılmış Münzevi Adası, “üstten” bakınca Ada’nın geçmişini, kozmopolitliğini, sosyo-kültürel yapısını ele alıyormuş gibi görünüyor. Fakat derine inince Stefan Pohlit’in başta müzik, astroloji, mitoloji ve teolojiden aldığı referansları ve sembolleri kurgunun içinde harmanlamasıyla ortaya büyülü gerçeklikle iç içe geçen, karakterlerin sürekli olarak hem kendilerinin hem de eşrafın asıl ‘kimliklerini’ aradığı, sorguladığı, üzerinde ısrarla durduğu gerçek üstünde gezinen bir roman haline bürünüyor. Bunların dışında yazarın yayınlanan röportajlarında vurguladığı “evrensellik” şiarını Ada içine uyarlayarak, oradaki tek ‘münzevi’nin Kamil Kaya olmadığının, “evrenselliği” pusula bellemiş mozaiğin her ‘parçasının’ da bir münzevi ‘kumaşı’ taşıdığının ifadesi olarak okunabilir. Farkında olsak da olmasak da, kabul etsek de etmesek de, hepimiz anlam dünyasındaki “hiçlikten” oluşan bir bütünün ‘parçasıyız’ ve hepimiz birer münzeviyiz. Birileri elimize birer ‘seri numarası’ tutuşturmuş, ne fayda…
edebiyathaber.net (19 Eylül 2022)