Kürecikler halinde aşağıya kayan caddeye baktım. “Büyüdük, kimse elimizi tutmaz oldu” diye mırıldandım. Gök kara, caddeler ıslaktı.
Elinizi tuttuğum köşe başı, çorba içtiğimiz sahil lokantaları ve gidebileceğiniz mağazaların caddelerinde yüzünüzü bulmak için dışarı fırlamıştım. Allah kahretmesin biraz sonra gümbür gümbür yağmur yağmaya başladı. Ben de bastım küfrü. Bilirim, siz ıslanmayı sevmezsiniz. Sokaklar, sizsiz kara parçasından başka bir şey değil. Baktım yağmur dinmiyor, elimde cigara, fikrimde siz lokantaya daldım.
Kepaze bir yaşamdan evvel zatı âlinizle, hüsnü muhitte muhabbet arzu ederim.
Girişte rast geldiğim on üç, on dört yaşlarındaki saçı alnına dökülmüş çocuk, istediğim çayı gözlerini kısmış, masama getiriyordu. Sivilceler esmer yüzüne tek tek ama özensizce yerleştirilmiş gibi geldi bana. Gömleğinin iki düğmesi açıktı. Bu açıklıktan zorla inip şişen tüysüz, parlak ve zayıf göğsü görünüyordu. Tam anlamıyla kötü bir hatıraya benziyordu. Bana yaklaştıkça, herkes gibi yavaş yavaş o da büyüdü. Taşıdığı çayın döküldüğünü görünce “İşe yeni girmiş olmalı” dedim kendi kendime.
Buraya taşınmamalıydım diyorum, o zaman hiç tanışmazdık. Belki bu dünya daha manalı, daha katlanılabilir gelirdi gözüme. Ama şimdi, sizi gördükten sonra bir başka adam oldum. Uykularım kaçar, hülyalarım değişir oldu.
Evinizde odanıza çekilmiş kitap okurkenki halinizi düşünüyorum. Belki ayaklarınızı duvara dikmişsinizdir, belki aşk romanı okuyup ağlıyorsunuzdur. Sizden âlâ roman mı var? Ne yiğitler geçiyordur hülyalarınızdan. Beyaz atlarında dağlar, yokuşlar, vadiler aşan; düşmanlarına galip gelen koca bir yiğit! Aklınızdan neler geçiyor, siz neler düşünüyorsunuz bilmiyorum ama benim fikrimde siz varsınız. Tuttuğunuz hülyaları görmek isterim. Madem beni sevmiyorsunuz, onlar gibi olmak isterim. Söyler misiniz Allah aşkına, rüyalarımda ne işiniz var?
Garson çocuk yüzünde tebessümlerle çayı masama bıraktı ve yerine döndü.
Allah rahmet eylesin amma da babama çekmişim. Çayı tıpkı onun gibi şekersiz ve demli içiyorum. Cigaramı küllüğe bastırdım.
Adını bilmediğim şu lokantada, yalnız başıma oturmuş sizi ve hayatı düşünüyorum. Etraf sessizlik içinde. Şu dünya da çelişkiler, anlaşmalar ve zulüm hep ardı ardına. Çocukça biliyorum ama dünyanın bu haline çok kızıyorum. Çocukken böyle birisi değildim. Daha kötüydüm. Tahtadan oyduğum sapanımla eti üç gram gelmeyen özgür kuşları avlardım. Bilye ve gazoz kapaklarım azaldığında mahalledekilerden aşırırdım. Ama sonra nasılsa ağlar, bir daha yapmayacağım, derdim. Peki ya şimdi n’oldu? Büyüdüm, o kadar. Çocukken mışıl mışıl uyurdum. Şimdi ellerinizi, saçlarınızı ve kokunuzu biliyorum. Bundan sonra rahat uyku uyumak âşık adamın işi mi?
Kuş kokan ağaçlarım vardı. Cahiliyetin kokmuş sözcükleriyle teker teker hepsini baltaladım. Cesareti olmayan insanlarla yemek yedim. Bana öyle geliyor ki, cigaramın tadı bu yüzden acı. Bir yaratıcıya inanıyordum, kafamı kaldırdım, gökyüzünü gördüm. Peki, haritada kaç renk insan var? Ben bunları sizlere söylüyorum siz çocuklara bunlardan bahsetmeyin. Bırakalım gıcırdayan beşiklerinde uyumaya devam etsinler. Onları uyandırmayalım, ağlatmayalım. Avuçlarını öpmeyelim. Eskimiş ağızlarımızdan yayılan pis kokuyla avuçlarını kirletmeyelim.
Sevgilim, siz olmayınca böyle konuşuyorum.
Günaha değmez misiniz?
Şimdi size şiir yazmak, bulutlar kirpiklerinizde tane tane. Dudaklarınızda biten çiçekler. Ninemin kovaya doldurduğu kuyu suyu. Elleriniz sonra iş; rüyalarımın uzattığı güz. Bilirsiniz, güzel kadınlar, güzel oğullar ve güzel nesiller doğurur. Yetişiniz bana.
Sonra, sonra, sonra… Yağmur evvelden dinmiş de, nefes nefese sokağınızın başına gelmişim. Allı pullu bir araba da yanaşmış kapınızın önüne. Tokmağa üç kez vurup geri çekiliyor jilet gibi bir adam. Birini bekliyor. Ben de birini bekliyorum. İçim bir fena. Bakkal Rüstem’den borçla aldığım paketten bir cigara çıkarıp yakıyorum. Sonra evden siz çıkıyorsunuz. Adımlarınız çirkin, siz ne güzelsiniz! Montunuz üzerinizde, elleriniz iki yana açık, saçlarınız özgür. Ben cigaramdan nefesler alıyorum, siz gülümsüyorsunuz. Siz otuz iki diş birden gülümsüyorsunuz. Ben ve cigaram iyi şeyler düşünmüyoruz. Siz adımlarınızı alıyorsunuz, birinci basamak, derken bir hamle daha kayıyor gözlerimden. Saçlarınız değil, göğsünüz değil… Bilekleriniz anne sütü. Merdivenler bitiyor.
Arabaya binmiş giderken beni ve cigaramı görüyorsunuz. Pencereniz açık. Belki eğilip bir şeyler söylemeliyim. Ben size bakıyorum, siz bana bakıyorsunuz. Ben konuşmasını bilmem, Allah aşkına bir şeyler söyleyiniz!
“Men ta senin yanında dahi hasretem sana!”
Dikiz aynasından bana baktığınızı görüyorum. Biliyorsunuz, ölüler o meşhur günlerde sokakların hınca hınç kalabalık olmasını isterler.
Evime geliyorum. Sokaklar ve siz dışarıdasınız artık. Yatağımda böğürürken bir çekmece açılıyor. Onu görüyorum, rahmetli anamın tülbentlerinin altında eski dosttan geriye kalan bir tek hatıra, alyans!
edebiyathaber.net (27 Eylül 2022)