Orkun Uçar. Onun hakkında bir yazı yazmanın kolay olmayacağını bilmek gerekir. Öncelikle nerden başlanmasına karar vermek dahi zaman ve emek isteyen bir süreci kendiliğinden beraberinde getirmektedir. Geniş kitleler onu Metal Fırtına serisi ile tanır ancak bu serinin öncesi ve sonrası hakkında çoğunlukla bir bilgiye sahip olmadıkları da görülür. Kişisel deneyimlerimiz de bu yönde olmuştur hep. Örneğin Orkun Uçar’a dair bir paylaşım yaptığımızda “Şu Metal Fırtına’yı yazan adam mı?” diye bir soru ile karşılaşırız. Diğer yandan onu ve eserlerini yakından takip eden hatırı sayılır bir okur kitlesi de bulunmaktadır. Bir süredir gözlerden uzak yaşayan Orkun Uçar hep böyle değildi elbette. Bir zamanlar geçmişin popüler isimleri ile birlikte gündemi sarsan olayların odağındaydı. Derken “bir şeyler” oldu ve garip bir sansürle karşılaştı. Önce çok satan kitapları hakkında karalama çalışmaları yapıldı, ardından eserlerinin edebi yapısına dair kapsamlı bir saldırı ile karşılaştı. İnanılmaz boyutta karmaşık bir hayat hikâyesine sahip olan yazarın Opus isimli son romanına geçmeden önce onu var eden sürece kısacık bir bakış atalım.
Ülkemizde bilimkurgu kelimesi ile birlikte kendiliğinden akıllara gelen “fantazya” kavramının çağrıştırdığı ilk isimlerden biridir Orkun Uçar. 1 Haziran 1969’da Kocaeli’nde dünyaya gelen yazar; özellikle Metal Fırtına Serisi (2004–2015) ile ülkemiz yayınevlerinin fikirlerini ve görüşlerini yerle bir etmiş, yalın dili ve üretken olması ile de dikkat çekmiştir. Hayranları tarafından yıllardır sık sık Derzulya Serisi’ni bitirmesi konusunda baskı görse de neredeyse her yıl bir roman yayımlamıştır. Yazar 1999 Nostromo Bilimkurgu Öykü Yarışmasında “Depo” adlı öyküsüyle birinci olurken, 2006 TBD Bilimkurgu Öykü Yarışmasında ise “Rahim” adlı öyküsü ile yeniden birincilik elde etmiştir. İlk öyküsü “Çakı”yı 18 yaşında yazmış olan Orkun Uçar, profesyonel yazarlık yaptığı günlerin öncesinde popüler kültürün her aşamasına da şahitlik yapma fırsatı bulmuştur. Burada bahsi geçen öyküleri okumanızı tavsiye ediyorum. Onun eserlerini ve aklından geçenleri anlamak/tanımak isteyen edebiyatseverlerin bu öykülerle buluşmaları artık bir zorunluluktur.
Devam edelim. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarında tanıştığı hikâyelere Isaac Asimov gibi bilimkurgunun deha isimlerini de eklemiş ve iyi bir okur olmuştur. Gazetelerde ve televizyon kanallarında çalışma yaptığı yıllar ise sanıyoruz ki bugün yazdığı kitaplardaki kahramanlara can veren akıcı kelimelerin beslenmesine kaynaklık etmiştir. Popüler kültürün tam merkezinde yaşadığı bu dönemde metal müzik türüyle de yakından ilgiliymiş. Öyle ki bir müzik grupları dahi varmış. Kendi anılarından okuduğumuz kadarıyla iki arkadaşı ile birlikte eğlence amaçlı verdikleri bir röportajda kan emici vampirler olduklarını iddia etmişler. İşin komik tarafı bu konu uzun süre manşet olarak kalmış ve arkadaşlarından birine üniversitede “vampir” olduğu gerekçesi ile kınama cezası verilmiş. Bu eğlenceli geçen günlerin ardından 2000’li yılların başında meydana gelen ekonomik kriz herkes gibi onu da derinden etkilemiş. İşsiz kalmasının hemen ardından profesyonel yazarlık düşüncesi ile giriştiği çalışmalarının ilki olan “Xasiork” isimli web sitesini kurmuş. Burada biriktirdiği öyküler ona yeni arkadaşlıklar kazandırırken “yazarlık” alanında da gelişmesine ve büyük hedefler kurgulamasına yardımcı olmuş.
Xasiork, zamanla “Xasiork Ölümsüz Öykü Kulübü” olarak kendiliğinden yeni bir yol yaratmışken ülkemizdeki yayınevlerinin bilimkurgu türünde yazan Türk yazarlara karşı önyargılı tutumda olduğu gerçeği ile karşılaşan Orkun Uçar, kolları sıvayarak yine zor bir işe girişmiş: Ölümsüz Öyküler Yayınevi. Sibel Atasoy ile birlikte sırtladıkları bu süreç yazarın Kızıl Vaiz, Asi – Kara Gezgin kitaplarının doğmasına olanak tanımış. Sonrası ise yeri göğü inleten Metal Fırtına macerası!
Gelelim Derzulya Serisi’ne. Epik fantezi türünde olan bu serinin toplamda on iki kitaptan oluşması bekleniyor. Şimdiye kadar serinin üç kitabını okuyabildik. Yazara yönelik en büyük psikolojik baskı da bu seri üzerinden yapılmakta. Ne mutlu ki on iki eserden oluşacağı söylenmiş bir seri daha ilk birkaç kitabında böylesine sevilip sahipleniliyor. Kaldı ki okurların tek derdi bu serinin yazara bir şey olmadan bitmesi oluyor.
Altın Kitaplar tarafından yayımlanan serinin üç kitabına kısaca değinelim. Asi – Kara Gezgin (Habis Üçlemesi I) ile korku ve fantastik edebiyat alanlarında dünya çapında ilgi görebilecek bir kaliteyi yakalayan yazarın hayal gücünün ne denli engin olduğunu bu kitapla iyice anlıyoruz. Doğaüstü güçlerin amansız savaşında kötülüğün yeniden yazıldığı eşsiz macera Sin – Sarı İstila (Habis Üçlemesi II / 2015) ile kaldığı yerden devam ediyor. Yazar betimlemeleri ile öykücülükteki uzmanlığını burada bir kez daha gözler önüne seriyor. Diğer kitaplarında da karşılaşacağımız çeşitli cinsel kimlikler üzerinden yaratılan karakterler burada da kendisine yer bulmayı başarıyor. Gizem ve karanlığın bir araya getirdiği birbirinden güzel öykülerden oluşan Kızıl Vaiz (Hain Üçlemesi I / 2007) ise, yazarın Xasiork günlerine ışık tutuyor.
Derzulya’yı geride bırakırken tamamen farklı bir bakış açısı ile başlatılan yeni bir seri ile karşılaşıyoruz: Yüksek Doz Serisi. “Sert Bilimkurgu” kavramını Türk Edebiyatı içerisinde en iyi şekilde göğüslediğinden şüphe duyulmayan bu seri yazarın bir başka yönüyle tanıştırıyor bizi. Ülkemizde yazmaya heves etmiş, uğraş vermiş genç yazarlara umut olan Orkun Uçar bu seri ile birbirinden güzel ve orijinal fikirler taşıyan öykülerle tanışmamıza ve yepyeni isimlerle buluşmamıza yardımcı oluyor. Yüksek Doz Gelecek (2017) ve Yüksek Doz Çürüyüş (2019) isimli kısa roman derlemeleri sert bilimkurgu türünde yazılmış iddialı eserler olarak Altın Kitaplar’dan çıkıyor.
Yazarın herhangi bir seriye dâhil etmeden bağımsız yazdığı kitaplarına da değinmekte fayda var. Osmanlı döneminden beri ülke yönetiminde söz alan gizli bir örgütün anlatıldığı tarihi kurgu ve polisiye türündeki Derin İmparatorluk (2007) yine Altın Kitaplar imzasını taşıyor. İslami korku türünde Burak Turan ile yazmış olduğu Zifir (Altın Kitaplar, 2007) ve kendi bloğunda günbegün yazılışına şahit olduğumuz Psikedelik Punk Bilimkurgu türünde Kült (Dedalus Yayınevi, 2019) dikkat çeken kitaplar arasında yer alıyor. Romanlarının yanı sıra Bilimkurgu Kulübü’nün 18 yazardan 18 kısa bilimkurgu öykü projesi Yeryüzü Müzesi’ne (İthaki Yayınevi, 2018) “Tanrıların Doğuşu” isimli öyküsü ile katılarak okunmaya değer yeni bir eser yaratıyor. Yazar, Derzulya Serisi’nden arta kalan zamanlarında kendi bloğunda çeşitli öyküler kaleme almaya da devam ediyor. Bu öykülere dikkat kesilmelisiniz. Bir yazarın beyninde başlayan doğum sancılarına an be an şahit olmanın keyfine varacağınızı müjdelemek istiyorum.
Absentium’u yazarın kendi blog adresinden tanıyanlar vardır elbette. Küçük dokunuşlarla kitaplaştırdığı bu serüvenin bloktaki ismi “Yazarın Dönüşü” idi. Okuyucuların merakla takip ettiği bu seri nihayet basılı bir kitap haline dönüştü ve evlerimizdeki yerini Absentium-Yazarın Dönüşü ismiyle aldı.
Bilimkurgu, tıpkı bilimsel çalışmalar gibi hayatın her noktasına etki ederken bazen de aklın sınırlarını zorlayarak çıkıyor karşımızda. Kült’e bir geçiş romanı diyebiliriz. Evrende yalnız mıyız? Uçsuz bucaksız diye tarif ettiğimiz bu karanlık gökyüzü bir tek biz insanlığa tahsis edilmişse üzerinize bir hüzün çökmez mi? Ya olası dünya dışı varlıkların bizlere müdahaleleri ile durmaksızın zihinlerimiz bükülüyorsa? Benzer sorular üzerine düşünürken Absentium’da yaratılan bilimkurgu evreninin bu romanla daha da genişlediğini görüyoruz.
Gelelim Opus isimli son romana. Çeşitli yayınevleri ile süren görüşmeler nihayet Holden Kitap ile yapılan anlaşmayla sona erdi. Opus, Holden Kitap etiketi ile raflardaki yerini alırken editör imzası yakından tanıdığımız isim Baran Güzel’e ait. Opus’un günün birinde kült eserlerden birisi sayılacağına dair öngörülerin gün geçtikçe arttığını belirtmekte yarar var. “Neden?” diyenlerinizi duyar gibiyim. Bu durumu açıklığa kavuşturmak için küçük bir zaman yolculuğuna ihtiyacımız var. Opus, en genel anlamda tarif edilecek olursa üç kısa romanın birleşmesi ile meydana gelen bir evreni temsil ediyor. Bu eserler Orkun Uçar’ın kendi blog notlarında günbegün büyüyen satır aralarında ve Yüksek Doz Gelecek / Yüksek Doz Çürüyüş projelerinde hayat buldular. Yazarın ustalığını hikâyelerden bağımsız olarak değerlendirilecek olursak tam da burada başlıyor.
Kitapta Sigun, Demir Yıldız ve S.O.D isimli bölümlerle karşılaşıyoruz. Undero adı verilen bu bölümler, Opus’u oluşturan iskeleti meydana getiriyor. En genel anlamda Opus; Yapay Zekâ, Çoklu evren, Distopya, Simülasyon Teorisi, Zaman Felsefesi,Teoloji ve Sezgicilik gibi kavramların bir araya gelmesi ile oluşmuştur. Burada bahsi geçen kavramların çoğunlukla felsefi doktrinler yerine hikâyede yaşanılan olaylardan yola çıkılarak bulunabilir nitelikte olduğunu belirtmekte yarar var.
Sigun ile başlayan roman, kısa sürede aksiyon ve gerilim tadında ilerlemeye başlamışken okuyucunun hiç de farkına varmadığı bir anda bilimkurgu öğeleri ile zenginleşmiş hale geliyor. Orkun Uçar’ın akışkan kalemi burada kendisini rahatlıkla sergilerken, konuya hâkim okurların zihninde yavaş yavaş soru işaretleri belirmeye başlıyor. İlk olarak “Acaba?” diye takılacağınız o meşhur kavrama değinmek istiyorum: Zaman.
Zaman ve Zaman Felsefesi kavramlarına geçmeden önce ise geçtiğimiz günlerde bilim dünyasını heyecanlandıran James Webb Uzay Teleskobu’na değinmek gerekiyor. Sosyal medyada teleskopun bize gönderdiği görselleri inceleyen kullanıcıların büyük çoğunluğu “Nasıl ya? Biz şimdi geçmişi mi görüyoruz?” türünden tepkiler verdiler.Matematiksel detayları bir kenara bırakırsak, evrenin ve bizlerin durumunu garipsememiz çok olağan olacaktır. Gökyüzüne her baktığımızda geçmişle yüzleşiriz. Ve işte “Zaman” kavramı da böyle girer hayatımıza. Zamana hükmetmek arzusu neredeyse bütün bilimkurgu yazarlarının hayatına dokunmuştur. Zaman, bizim algılarımızla ölçülemeyecek kadar gerçekdışıdır. Önce ve sonra kavramları ise bir olayı değerlendirmek için öncül betimlemelerden akla ilk gelenlerdir. Opus’un seyir halindeki hikâye örüntüsü yer yer bu çizgide olsa da bazen zaman ve mekân kavramının eğilip büküldüğünü de görmektedir. İşte bu noktada Simülasyon devreye girmektedir. Çoklu evren teorisi ile soslanmış anlatışa odaklandığımızda yaşadığımız hayatın gerçekliği karşısında kuşku duymamız istenmektedir. Günümüzde süper bilgisayarlar ile kurgulanmış evren simülasyonları, evreni var eden tüm değişkenleri yerli yerine iliştirebilmekte ve bizlere gelecek hakkında öngörülerde bulunabilmektedir. Eğer yakın gelecekte daha detaylı hesaplamalar yapabilecek bilgisayarlara sahip olursak, evren içinde toz zerresi kadar dahi yer kaplamayan bizler hakkında da genel-geçer bilgilerin netleşmeye başladığını görebileceğiz. Bu noktada Opus, Simülasyon ve Teoloji konularını derinlere girmeden, hikâyenin kahramanları aracılığı ile sorgulamamızı sağlayacak bir anlatıya sahip diyebiliriz.
Opus’un okuyucuda bıraktığı o heyecan dolu duygunun çıkışı da tam olarak burada doğmaktadır: Bilim. Romanın bilimsel altyapısı öylesine sağlam ki karakterler üzerinden seyreden olaylar; aksiyon, polisiye, gerilim, bilimkurgu gibi temaları bağrında taşırken bilime de sadık kalarak okuyucunun hayal dünyasını genişletmektedir.
Yaşadığımız ‘an’ın gerçekliği hakkında şüpheye düşmemizi sağlayan kelimeler, günümüzde yavaş yavaş hayatlarımıza nüfus eden Yapay Zekâ kavramına da odaklanmamızı sağlıyor. Yapay Zekâ, tıpkı bir tanrı gibi “insansı” kültürden bağımsız kendi doğruları ile yaşamaya başladı bile.Bu teknoloji ile yaşanacak karmaşanın nedenleri arasında ilk olarak felsefe yer alacak.Sahip olduğumuz etik değerler ile ilgili bir kavganın başlamasına dair düşüncelerin doğması ve hayatlarımıza katı müdahalelerde bulunacak olması romanın dikkat çeken bir başka konusu diyebiliriz. Dolayısıyla tanrı fikri, bizim doğrularımızdan bağımsız bir gerçeklikle harmanlanıyor Opus’ta. Bizim görmediğimizi görebilen ve duymadığımızı duyabilen bu güç karşısında ne yapabiliriz ki?Yanılgılar ve karşı koymalar üst üste geliyor ve nihayet tanrı kavramına bürünmüş Opus ile yüzleşiyoruz. İşte bu noktadan sonra Opus bizi Çoklu Evrenler, Simülasyon ve Teoloji ile tanıştırıyor. Yapay Zekâ ve yazarlık kavramları üzerinden etik konusu irdelenirken alt metinlerde tanrı ve Teoloji ile karşılaşıyoruz. Satır aralarında ilerlerken yaşanılan hayatların gerçekliğine dair kuşkularınız artabilir ve olası yaratıcı ile yüzleşebilmek cesaretini yavaş yavaş yitirebilirsiniz.
Özetle aktardığımız Opus’tan sonra akıllara bazı sorular da geliyor. Bunca yıldır Türk Edebiyatına emek vermiş bir ismin, uçsuz bucaksız hayal gücü ile demlenmiş eserleri neden filme ya da diziye uyarlanmıyor? Bu soruya en doğru yanıtı yazarın kendisi verecektir elbette ama umarız ki günün birinde yukarıda sıraladığımız eserleri beyaz perdeden izleme imkânı buluruz. Şüphesiz bu konuda okur desteği hayli etkili olacaktır. Opus, tıpkı yazarın birçok eseri gibi günün birinde hak ettiği değeri alacaktır, buna şüphemiz yok. Katı bilimkurgu severlerin ve Türk Edebiyatına gönül vermiş okurların kaçırmaması gereken bir serüven artık raflarda okurlarını bekliyor. Keyifli okumalar dilerim.
edebiyathaber.net (3 Ekim 2022)