Bir dedektiflik bürosuna gideceğim aklımın ucundan geçmezdi. Ne de olsa ben de bir kanun adamıyım. Adamıydım. Dedektifle ne işim olur benim? Ama işte insan garajında ölü bir fare yerine bir insanla karşılaşınca napsın, karakola gider önce tabii. Orası yetersiz kalınca da buraya…
Ben böyle dedektiflik bürolarının bekleme salonlarının falan olacağını tahmin etmezdim. Yanımdaki insanlar sanki dedektiflik bürosunda değillermiş gibi, ağrıyan adalelerinden söz ediyorlar. Onların ne için geldiklerini tahmin etmenin çok güç olduğunu düşünüyorum. Az ötemde oturan botoks zengini sarışın afetin canı çok sıkkın ama meselesinin benim gibi ölüm olabileceğini düşünmüyorum. Muhtemelen kocası onu aldatıyor ya da tam tersi, bilmiyorum, boşanma davası arifesindeler ve onun için burada. Az önce yanıtladığı telefondan, bir oğlunun olduğunu anladım. Bir sekreter kızcağız var. Yazık, dolaşıyor ortalıkta. Gözlükleri kahverengi kemikten. Kendine gizemli bir hava katma arzusunda. Taş çatlasın yirmi beşinde.
Beni de böyle karşıdan süzüp neden geldiğimi tahmin oyunu oynuyorlar mıdır? Karşımdaki aynadan kendime bakınca, yaşlı, sümsük bir adam görüyorum. Neden geldiğimi büyük olasılıkla tahmin edemezler. Saçlarım iyice dökülmüş… Avurtlarım çökmüş, pek yemiyorum son zamanlarda… Uzun zamandır kendime bu denli uzun bakmamıştım. İnsan kendini süzer mi hiç bu kadar, ayıp, kendimden yüz çevirmeliyim artık.
Sıra numaralarımız var. Benimki altı, yanımdakilerin kaç acaba, bakmaya çalışıyorum. Yok göremiyorum. İçeriden çıkanınki kaçtı acep? Gözüm gene o büyük aynaya kayıyor. Gözlerimin altında torbalar var. Burnum, burnum mu büyümüş benim? Bir yerde okumuştum, yaşlandıkça insanın burnu büyürmüş. Beynim de küçülmüş müdür? Onu da okumuştum. Yaşla uyumlu olarak beyin de küçülüyormuş. Bu nedenle mi az hatırlıyorum? Ne de çok şey okumuşum meğer. Artık çok okuyasım da yok. Gözlerim elvermiyor, gözlük takmayı sevmiyorum. Sevsen de sevmesen de lazımsa kullanacaksın aletleri. Ben alet kullanmayı da sevmem. Ben neyi severim ki zaten?
Hah kapı açıldı. Bayan botoksa, “üç numaraydı,” dedi kemik gözlük, kadın hayıflandı, demek ki onunki dört yahut beş değil. İçeriden çıkanlar gülen gözlerle ayrıldılar. Olayları aydınlandı mı ki? Ne bileyim, sanki doktordan şifa bulup ayrılan birileri gibiydiler. Ne mutlu… Fakat benim öyle olmayacak, ben daha ilk kez geliyorum buraya, ben konuyu anlatacağım daha. Karakol tutanaklarını vereceğim. Bir de kamera kaydım var, hepsi bu. Belki bunları alacaklar ve biz sizi ararız diyecekler, hemen postalayacaklar beni. Ben öyle hemen sepetlenecek adam mıyım? Mıydım? Artık devrim kapandı. Eskiden olsa emniyet müdürünü aratır, çağırtırdım ayağıma, seferber ederdim tüm polis teşkilatını. O zaman saçlarım da sesim de gür çıkardı. Kaşlarım da mı dökülmüş benim? Kirpiklerim hiç yok gibi. Hiç dikkat etmemişim şimdiye dek, sahi kirpiklerim ne alemdeydi önceki yıllarda? Ben dedektiflik bürosuna gelecek adam mıydım? Neden geldim sahi? Kimin burası? Biri önerdi galiba. Kimdi unuttum. Elimde tuttuğum sıra kağıdını çok sıkmışım, ıslanmış, elimi bollaştırdım, kâğıdı masaya bıraksam bir şey olmaz değil mi?
Hah şimdi de dört numara çıktı. Onların yüzü asık, olmadı herhalde bir sonuç. Nasip tabi bu işler; olmaz bazen. Şu yanımdaki mafsallarından söz edenler girdi, beş numara onlarmış meğer. Onlar çıkınca ben gireceğim. Hadi bakalım. Bir heyecan bastı şimdi. Nereden başlasam anlatmaya? Garajdaki kamera kayıtlarından başlarım. Onlar delil sonuçta. Bu ölen kadını da bir yerden tanır gibiyim gerçi ama çıkaramıyorum tam olarak. Cebimde bir küçük alet var, çakmak gibi bir şey. Bunun içine kamera kayıtlarını nasıl sığdırdılar bilmem; teknoloji… Herhalde kamera görüntülerini izleriz önce sonra anlatırım adım adım… Ardından da görüntünün üstüne konuşuruz. Bir ara benim sesim de duyuluyor kayıtlarda. O neden? Onu da unuttum. Var olan saçlarım da iyice beyaz, hiç mi siyah saçım kalmadı? Saçlarımı boyatsam çok mu sakil durur? Ağır ceza reisi Muzaffer boyatırdı, ne fena olurdu. Yok boyatmam. Botokslu kadın hareketlenip duruyor, dergilerden falan aldı, ofladı, pufladı yine. Altı bende olduğuna göre bu kadın benden sonra. Yazık daha bekleyecek.
Kapı gene açıldı, beş numaralı insanlar belirdi. Hala adale ağrısından söz ettiklerine inanamıyorum. Onlar çağırmadan yavaş yavaş ayağa kalkayım. Kemik gözlük yanıma yaklaştı, “buyurun Mehmet Bey, Ali Bey sizi bekliyor,”
Fötr şapkamı alıp kapıya yöneldim. Burası bir değişik kokuyor, hiç anlam veremedim, ilaç ilaç böyle. İçerisi bembeyaz, temizlik beyazı. İçerisinin bir içerisi daha var, oraya doğru ilerlemem için eliyle işaret ediyor kemik gözlük. Yürüyorum. Karşımda oğlum. Elimde ıslanmış, üstünde altı yazan kâğıt. Kâğıdı masaya bırakıyorum.
“Aaa baba, gene mi sıra aldın sen, ne gerek vardı?”
Yanlış gelmişim.
“Hocam affedersiniz babanız olduğunu bilmiyordum,” diyor gözlük.
İçim beni affetmiyor. Neden buraya geldiğimi anlayamıyorum. Kapıdakilerin hepsi doğru yere mi gelmiş yani şimdi? Oğlum gelip elimi öpüyor, kolumdan tutup koltuğa oturtuyor. Nasıl olduğumu soruyor. Bir hayal aleminde gibiyim. Böyle sisli, puslu bir yerlerde; yolumu kaybetmişim. Oğlumu görmek iyi geliyor esasında. Bir sarılasım geliyor ona. Hiç sarıldım mı acaba? Hatırlamıyorum. Şimdi sarılsam tuhaf düşer mi?
“Sana bir sarılasım geldi,”
“Sarıl tabi baba,”
Sarılıyoruz.
“Vaktini almayayım,”
Kemik gözlük ödeme de yaptığımı, hemen iadesini sağlayacağını söylüyor, çok mahcubum diyor, başı önde dışarı çıkıyor.
“Neden böyle yapıyorsun baba? Geldim desen hemen çıkarım dışarı. Neden bekliyorsun?”
“Belki de bunca yıl beklettiklerim benden öcünü alıyordur oğlum,”
Kimleri beklettim kim bilir? Ne hakla? Hangi yetkiyle?
“Annemi çok özlediğini biliyorum baba, bize taşınsan artık, inat etmesen. Hem Hayri nerede? O mu bıraktı seni buraya?”
Hayri diye birini tanımıyorum. Bir ara yakın korumam vardı ama artık yakın korumaya ihtiyacım yok. Var mı? Başımı kaşıyorum.
“Oğlum ben artık kalkayım, dışarıda fazla botokstan canı sıkılmış bir kadın var,”
Oğlumun yüzünü avcuma alıp öpüyorum yanaklarından.
“Azıcık daha bekle de ben bırakayım seni, o kadın sonuncu hastam,”
Kabul ediyorum. Nasıl soracağımı bilemeden kapıyı açmak üzereyken arkamı dönüp
“Sahi annen?”
“Yok baba, hala bir netice alınmadı, artık düşünme sen o mevzuyu, sonuçta yüce adaletine teslim ettik biz davamızı, soruşturma sürüyor diyorlar. Muhtemelen yargıladığın suçlulardan biri… Seni vurmaya gelmişti ama karşısına annem çıktı, hepsi bu. Bulunsa ne olacak ne değişecek, annem geri gelmeyecek ki baba?”
Başımı sallıyorum, “haklısın” diyorum, “haklısın oğlum.”
edebiyathaber.net (16 Ekim 2022)