Bir yazarı asıl var edenin coğrafya olduğunu bilmem söylemeye gerek var mı?
Bunu zihnime, yüreğime iyice kazıdığım yer Andırın Akifiye köyü olmuştu. 24 yaşındaydım. İflah olmaz bir Yaşar Kemal okuruydum. Beni o coğrafyalara taşıyan da onun yaratıcılığın izlerine merak salmamdı.
Öyle ki; Andırın’a Adana’dan Kadirli’ye geçerek varmıştım. Çerkez köyü Akifiye’de geçen yaklaşık iki yıllık zamanda Akçadağ’dan, Cambaz Ovası’ndan, Dırıl Tepesi’nden, Güzelbeyli köyünden, Çokak’dan Göksun’a kadar gezindiğim bir coğrafyada her adımımda Yaşar Kemal’in anlatı anakarasından renkler/sesler/kokular çıkmıştı karşıma.
Sonra, Anavarza’ya inip, Hemite köyüne yolumu düşürdüğümde gördüm ki; Yaşar Kemal’i var eden bir coğrafyanın bir yanı burada, öte yanı da onun düşlerindedir.
Ne bu coğrafya ne de düşleri olmasaydı Yaşar Kemal Yaşar Kemal olamazdı, bence! Bir de o karşılaşmaları elbette: Arif Dino’yla, Abidin ve Güzin Dino’yla Adana ‘da karşılaşmaları…
Doğduğu köye ilk adımımda kıyısından geçen Ceyhan nehrini seyretmiş, Hemite Kalesi’ne çıkarak Anavarza’nın kartallarına göz ucuyla izlemeye çalışmıştım.
İnce Memed’in, Halil’in, Mustafa’nın, Salman’ın, Abdi Ağa’nın, Derviş Bey’in izine sesine vermiştim kendimi. Köyün kahvesinde konuştuğum her bir kişide Yaşar Kemal’den bir iz, bir söz vardı.
Köyden yola çıkıp Anavarza Kalesi’ne doğru yürürken onun anlatılarındaki doğayı, insanı, bilcümle çiçeği börtü böceği düşünmüştüm. Dört mevsimde resmedilmeli, belgeseli çekilip fotoğraflanmalıydı bu doğa derdim kendimce…
Evet, bir yazarın varoluşunu simgeleyen doğanın her bir rengi kayda geçmeliydi.
Yıllar öncesinde bunu Lütfi Özgünaydın’la konuştuğumu hatırlıyorum.
“Çukurova Yaşar Kemal” (*) kitabını gözden geçirirken bir ânda o günlere döndüm.
Yaşar Kemal’i ve onun anlatı dünyasının var eden coğrafyayı fotoğraflaması gerektiğini konuşuyorduk. Kendisinin Mardin kenti fotoğraf sergisinde yan yana geldiğimizde de, orada karşılaştığımız Yaşar Kemal gene gündemimizdeydi.
Bu fotoğraflamaya “belgelemek” diyordum.
Stockholm’de Lütfi Özkök ile buluştuğumuzda, stüdyo evindeki arşivini elden geçirirken, onun belgeliğinde yer alan yazar portreleri böylesi bir çabanın neden gerekli olduğunu da anlatmıştı bana. Oradan iki Özkök fotoğraf albümü çıkarabilmiştik. Onun yalnızca fotoğraf çekmekle yetinmeyip belgeseller hazırladığına da tanık olmuştum. Kayda geçmeye, objektifini yönelttiği kişilerin hikâyelerini derlemeye özen gösterirdi Lütfi Özkök. Bunun bir keşif olduğunu da anlatmıştı bir gün. Renè Char belgeselini yapıp fotoğraflarını çekerken de bu duyguda olduğundan söz etmişti.
Lütfi Özgünaydın da, yıllarını vererek Yaşar Kemal’in keşfine çıktı adeta. Yalnızca portrelerini fotoğraflamadı, yaşadığı yerlere uzandı, kalkıp Çukurova’ya gitti. Hem de defalarca, günlerce iz sürdü. Yaşar Kemal anlatısının her bir rengini, imgesini, dokusunu fotoğraflarına taşıdı.
O ilk tutkulu, heyecanlı ânı şöyle dile getiriyordu Özgünaydın kitabında:
“Daha ilk konuşmamda Yaşar Kemal’den çok etkilendim. Çok özel şeyler anlattı. Bütün sorduklarımı içtenlikle yanıtladı. Ben merak içindeydim o kadar çok şey sordum ki. Karşımda derya vardı.
Bir saat nasıl geçti anlamadım sürekli fotoğraf çektim. Bir yandan da konuştuk. Yanımda ses kayıt cihazı olmamasına yandım. Öyle ilginç şeyler anlattı ki yaşamından… Bir saat dolmuştu, kalkmak istedik. ‘Oturun’ dedi içtenlikle… Eşim Songül’e ve bana birer kitap imzaladı. Heyecanla baktım yazdıklarına. ‘Yürükten sevgiyle,’ diye yazmış…”
Özgünaydın, bu belgesel çalışmasını adım adım yürekten sevgiyle gerçekleştirdi. O yolculuklarının, heyecanının her bir zamanına tanık oldum. Açtığı Yaşar Kemal sergilerindeki konuşmalarında da bunu gözlüyordum.
Bugün, kitabın yeni basımını elime alırken, ne denli önemli/gerekli bir çalışmayı ortaya koyduğunu görmek sevindirdi beni. Bir bakıma Yaşar Kemal’in kuşaklara taşınacak, görsel hafızalara kaydı düşülecek görüntüleri anısal denemeleyle de taçlandırmış Lütfi Özgünaydın.
Belgesel kitabın sayfaları arasında gezinirken Yaşar Kemal’in dünyasından yansıyan her bir renk, görüntü; o yeniden var ettiği coğrafyanın insan/doğa/yer/mekân gerçekliği bütüncül biçimde ortaya çıkışına tanıklığın öyküsünü okuyorsunuz adeta.
Evet, böylesi belgesel kitapların okunası yanı her daim bir zenginlik taşır okuruna. Elinizden düşüremezsiniz. Hele hele öyküsü anlatılan, keşfine çıkılan yazar Yaşar Kemal olursa…
Lütfi Özgünaydın bu kitabıyla önemli bir işi kotarıyor. Hafızamıza kalıcı bir Yaşar Kemal belgesi kaydediyor. Onun yapıtlarını okurken yanıbaşınızda dönüp iz süreceğiniz, görsel bir yolculuğa çıkacağınız belgesel kitaptır “Çukurova Yaşar Kemal”. Bir yazarı var eden coğrafyanın hafızasına da bir yolculuk olacaktır bu üstelik.
(*) Lütfi Özgünaydın, Çukurova Yaşar Kemal, 2022, İlke Kitap, 160 s.
edebiyathaber.net (25 Ekim 2022)