Gökyüzünü kaplayan gri bulutlar, iri yağmur damlalarını bütün telaşı ile yeryüzüne boşalttıktan sonra dağılıp gittiler. Güneş yeniden parıldadı. Bir süre sonra ağaç dallarında ve yapraklarda kalan son damlalar da nazlı nazlı süzülerek toprakla kucaklaştı.
Dilber, salonun penceresini açtı. Bahçeden içeri dolan yağmur ve toprak kokusunu içine çekti. Yağmurda kaçıp saklanan kuşlar yeniden ötmeye başlamışlardı. Dilber “Ah! Kiraz Mevsimi, yine yaptı yapacağını” diye mırıldandı. Pencerenin yanındaki yatakta yatan kocasına doğru baktı. “Yağmur durdu. Bahçeye çıkalım mı?” diye sordu. “Olur, çıkalım” dedi kocası.
Dilber, kapının yanında duran tekerlekli sandalyeyi iterek yatağın yanına getirdi. Doğrulmaya çalışan kocasını belinden kucaklayıp güç bela sandalyeye oturttu. Hırkasını giydirdi. Dışarı çıktılar. Dilber, sandalyeyi dut ağacının altındaki tahta masaya getirip durdurdu. “Sen bekle” dedi kocasına. “Kiraz toplayıp getireyim” diyerek karşıdaki kiraz ağacına doğru yöneldi. Alçak dallarda sallanan ıslak pembe kirazlardan birini kopardı, ağzına attı. Dişlerinin arasında dağılan kirazın tadı damaklarına yayıldı. Aklı da kalbi de yıllar öncesine gitti.
Halı atölyesinde çalışan kadınlar, kızlar çay molası için atölyenin bahçesine çıkmışlar, semaverin başına toplanmışlardı. Dilber ile Meryem az ilerdeki kiraz ağacının altında kiraz koparıp yiyerek konuşuyorlardı. Meryem “Kız Dilber, bu üniversiteli Murat seni pek beğenmiş, ‘Bir kerecik konuşalım diyormuş’” diyerek gülümsedi. “İstanbul’un kızları dururken halı dokuyan Dilber’e mi kalmış?” diye cevap verdi Dilber. Meryem “Senin gibi güzeli var mı şu Hereke’de?” dedi. “Hem boşuna dememişler Hereke’nin kızı, Yarımca’nın kirazı” diye gülümsedi. “Kurtulursun halı tozundan, mühendis karısı olursun” diyerek Dilber’in gözlerinin içine baktı. “İyi madem pazar günü bir bahane ile size gelirim, o da gelsin” dedi Dilber. “Haydi! Tezgâh başına!” sesini duyunca atölyeye doğru yürüdüler. Kadınlar kızlar halı tezgâhlarının başına oturdular. Meryem ile Dilber yan yana oturup konuşmaya devam ettiler.
Dilber, şen şakrak edası, becerikliliği ve güzelliği ile dokuma atölyesinde çok seviliyordu. Altın sarısı saçları, masmavi boncuk gözleri ile tam bir muhacir kızıydı. Daha on yedisindeydi ama mağazacılar ve halı tüccarları kapılarını aşındırmaya başlamışlardı. Babası, şoför Ahmet “Kızım daha küçük” diyerek hepsini geri çeviriyordu.
Dilber, pazar günü ev işini bitirir bitirmez “Meryemlere gidiyorum” diye fırladı evden. Beyaz elbisesinin üstüne dökülen sarı saçlarını savurarak, yüreği narin bir kelebek gibi kanat çırparak geçti bahçelerden, sokaklardan. Meryem’le Murat, hanımeli ve leylaların çevrelediği balkonda onu bekliyorlardı. Murat simsiyah saçlarını düzgünce taramıştı. Kocaman ela gözleri kaldırıp “Merhaba” dedi. “Merhaba, işleri yeni bitirebildim” dedi Dilber. Meryem gülümseyerek “Ben size çay getireyim” dedi ve içeri girdi.
Murat, Meryemlerin komşusu olduğunu, İstanbul’da mühendislik fakültesinde okuduğunu, fırsat buldukça ailesinin yanına geldiğini anlattı. “Ben de halı dokuyorum” diyebildi Dilber. Bu arada Meryem elinde tepsi çaylarla geldi. Murat onlara “siz” diye sesleniyordu. “Emeğin özgürleşmesi gerek, kadınlar toplumda hakkettiği değeri bulmalı” gibi hiç duymadığı sözler söylüyordu. Düzgün ve tane tane konuşuyordu. Etrafında gördüğü diğer erkeklere benzemiyordu. Dilber onu dinlerken durgun akan bir suyun kıyısında yürüyor gibiydi. Ancak zaman çok hızlı akıyordu ve hava kararmaya başlamıştı. Dilber ayağa kalktı.
“Haftaya görüşebilir miyiz?” dedi Murat. Dilber’den önce Meryem atıldı. “Evet evet biz çalışmıyoruz” dedi heyecanla.
Dilber, eve döndüğünde babası ve arkadaşı Halit sohbet ediyor, annesi akşam yemeğini hazırlıyordu. Sessizce mutfağa girdi. Muhacir böreğinin nefis kokusu yayılmıştı içeriye. “Sık sık gelmeye başladı. Evi yok mu bu adamın?” dedi annesine. “Kimsesi yok, kısmetsiz garibin biri kızım” dedi. “Hem babanın arkadaşı” diye çıkıştı.
Alnına düşen su damlacığı ile daldığı anılardan sıyrıldı, masaya doğru yürüdü Dilber. Topladığı kirazları masaya bıraktı Halit yarı dökülmüş beyaz saçları, kamburlaşan sırtı ve kirli sakalı ile oturduğu tekerlekli sandalyeden uzaklara bakıyordu.
“Halit yemeği burada yiyelim mi?” dedi Dilber. Halit “Sen nasıl istersen” diye cevap verdi. “İçerden yemeği getireyim” diyerek eve doğru yürüdü. Mutfakta hazırlık yaparken kendi kendine söylenmeye başladı. “Ben nasıl istersem miş, Sanki benim her dediğim oluyor şu hayatta. Seninle birlikte felç oldum be! Beni bu hale koyan anamım babamın yüzü gülmesin öbür dünyada…”
Hazırladığı tepsiyi alıp dışarı çıktı. Masayı sildi, sonra tekrar içeri girdi.
On yedisinde yüreğine ilk kıvılcım düştüğü günlere döndü yine. Murat ile hafta sonu kaçamak buluşmaları iple çekiyor, Meryem ile sık sık planlar yapıyorlardı. Üçü birlikte denize bile gitmişlerdi. Sahilde Murat elini tutmuştu. Meryem “Oldu bu iş” diye kıkırdamıştı.
O gün döndüğünde evde yine babası ve arkadaşı Halit vardı. Annesinin yanına mutfağa süzüldü sessizce. Çay tepsisinin yanında çikolata kutusu duruyordu. Hemen açıp bir tane attı ağzına. “Halit getirmiş” dedi annesi. Dilber ayaküstü hızlıca bir şeyler atıştırıp odasına girdi. Gece geç vakit annesi geldi yanına. “Otur karşıma” dedi. Dilber “Babam, Murat’ı duydu” diye düşündü. Korku sardı içini. Annesi “Kızım artık yetişkin kız oldun, hayırlısı ile seni baş göz etme vakti geldi” dedi. Dilber daha ne olduğunu anlamadan “Babanla düşündük seni Halit ile evlendirmeye karar verdik” dedi. Dilber’in beti benzi soldu. Sanki birisi onu ayağından tavana asmış gibi başı dönmeye başladı. “Ne! Halit mi!? Babam yaşında o!” diye bağırdı annesine. “Kızım Halit iyi bir insan. Seni mutlu eder. Bak ablanınki hayırsız sarhoşun biri çıktı. Halit’i tanıyoruz, biliyoruz. Erkeğin yaşına bakılmaz” dedi. Dilber tepindi, bağırdı, ağladı, odanın içinde dönüp durdu. Daha sonra yorgun düşüp yatağına kapandı. Annesi sessizce dışarı çıktı. Dilber bütün gece uyuyamadı ne gece bitti ne de gözyaşları. Horozlar öterken kararını verdi. Pazar günü Murat ile konuşacaktı. “Beni seviyorsan gidelim Hereke’den. İstanbul’a gidelim. Beni bu yaşımda mezara sokacaklar” diyecekti.
Pazar günü gelmedi Murat. Belki haftaya gelir diye bekledi. Gündüzleri dokuduğu halının ilmeklerini saydı, geceleri penceresinden gördüğü yıldızları saydı, Murat’tan haber yoktu.
Bir gün akşam Meryem geldi. Heyecandan dili tutulmuş, elleri titriyordu. Hemen Dilber’in odasına kapandılar. “Murat öğrenci olaylarına karışmış, hapse atmışlar” diyerek sarıldı Dilber’e. Günlerdir bir ışık bekleyen Dilber sanki karanlık bir çukurun içine düşmüştü. Nereye baksa karanlık, nereye el atsa kuru bir dal parçası gibi kırılıyordu umutları.
Kiraz mevsimi bitmiş, sıcak bunaltıcı yaz günleri geride kalmıştı. Günlerce süren yağmurlar sonrasında dökülen yapraklar ve solan çiçeklere dönmüştü Dilber. Günler geçtikçe kaçınılmaz kaderine doğru yaklaşıyordu. Bir gece sabaha kadar süren muhacir düğününden sonra gelin arabasına binip gitti. Babasının elini öpmeden, annesine sarılıp hıçkırıklarla ağlayarak gitti.
Uzun süredir musluktan akan suyun şırıltısı ile kendine geldi Dilber. Musluğu kapattı. Kucağında tabaklarla dışarı çıktı. Dut ağacının altındaki tahta masada yemeklerini yediler. “Geçen yıl bu zamanlardı. Lanet olası kazada, keşke ölseydim” dedi Halit. “Evet” dedi Dilber, “Geçen yıl bu zamanlardı.” Derin bir nefes alarak gözlerini kapattı, geçmişe daldı.
Dilber annesine mevlit okutmuş, komşulara börek dağıtmıştı. Akşam sofrasını hazırlıyordu. Böreği dilimlerken içinden Halit’e söyleyeceklerini tekrarlıyordu. “Seninle istemeden evlendim, üç çocuk büyüttüm. Onlar yuvalarını kurdu gitti. Şimdi gitme sırası bende” diyecekti.
Sofrada bekledikçe sabrı taşıyordu. “Geç kalacağı tuttu” dedi içinden. Halit’in çalıştığı taksi durağını arayacakken telefon çaldı. “Trafik kazası, hastane, Halit” sözlerini anlayabildi. Kader ona acımasız bir oyun oynuyordu sanki. Uzun süren hastane, ameliyat ve tedavi sonunda, belinden aşağısı felç olan kocası ile yeni bir hayata başlamıştı. Onu böyle bırakıp gidememişti. Kırk yıl sonra bile olsa tomurcuklanan umudu yeşermeden bir kez daha kırılmıştı.
Halit, “Serinlik çıktı, içeri girelim” deyince irkildi Dilber. Tabakları toparladı. Sonra tekerlekli sandalyeyi yavaş yavaş iterek eve doğru sürdü. “Keşke ölseymişim diyor” diye mırıldandı. “Ben iki kere öldüm. Evlenince hayallerimle, kaza geçirdiğinde ise umutlarımla gömüldüm bu bahçeye.” dedi.
Dilber’i kimse duymadı.
edebiyathaber.net (27 Ekim 2022)