bi yorgunluk kahvesi içer, çekip giderim evime.
dün vardım kırkıma. yirmi beşimde idrâk ettim bu işi. okul, yüksek falan.. iş yok! eğitim değil para şart, ekmek şart, ev-bark… yolda yorarken aptal kafamı kaldırdım ki bi kadın cam siliyor. o ân çakan kıvılcım kaderim oldu.
bekâr evinde dört angut, dördü de aç! iş buldum deyince hepsi sevindi. fikrimi dilleyince, suspus bir hâl! bir yıla kalmaz voleyi vurcam. ‘vole değil oğlum, voli o!’ deyince doktoralısı, bastı kahkahayı üç sıyrık. len mürekkep yalamışlar.. görürsünüz ilerde.
bilgisayar mühendisi olana, bir afili ilân yarat koçum dedim, günlük temizlik üzre; ‘emrin olur’ dedi ve on dakkada okey. ‘internet sayfası da açayım mı üstada?’ aç. ve verdim ilânı.. hemen alo. sonuç: üniversiteli erkek gündelikçi kapar ilk işi.
ilk vakitler zorlandım, yalan olmasın., neptün’e gitme hayâlleriyle sınıfları birinci bitirmiş, astronot olup sonsuzluğu avuçlamak için yanıp tutuşmuş, yıllar yılı formülleri, teorileri ve nice dev kitabı devirmiş, güzel, tertemiz bir evren kurmayı iş edinmiş biri, bir evin kirini mi alamayacak! aldım, yine aldım, yine… tertemiz bir evren değil ama evler yarattım! şimdi bir evim var ve içinde hayâle yer yok.
yıllardır bî-haberim üçünden de! son bir araya geldiğimizde yurtdışı hayâlleri vardı her üçünün. ip koptu.
benim bağım sağlam hayatla: kadınlar kâbûllendi hâlimi: erkek adamdan gündelikçi mi olur diyenleri utandırdım ya da öyle geliyor bana. neyse ne… param cebimde, evim var, dört gün iş, üç gün yatış; daha n’olsun?!…
aklı verecek değilim kimseye, önerecek de değilim bu işi. bana uydu bu gömlek; sizi bilmem ey işsizler!
bir güvencem var mı? yok! sağlığım? eh işte. yarınım? bilmem. işim-gücüm var benim… soru sormayın.
ha bu arada evlenmedim, çoluğum-çocuğum, kedim, köpeğim, balığım, kuşum yok; akrabalarla da görüşmüyorum. temizlikçi olur muymuş erkekten. yüzkarasıymışım sülâlenin. kadın kılıklı herif bile dediler, sapık bile!… üç-beş kez itilip kakılma, bir de dayak yediğim oldu: hastanelik! canı cehenneme akreplerin. yalnız kurt, tek tabanca: bi başıma takılıyorum işte. bi de bir taka aldım mı, değmeyin keyfime: dünya benim, neptün ne gam!
ey dostlar! sosyal medya dostlarım: sâyenizde sosyalleşiyorum ha! bir çift lâf ettiğim, hâlimi paylaştığım, günüm üzre dertleştiğim sizlersiniz; var olun. size de bir umut olabilsem keşke; iş, aş vesâire… kendimi anlatıyorum.. hepsi bu. bir de sormuşsunuz başımdan geçen… evet, ilginç olaylar falan… ayrıntısına girmiycem ama bi kadının asıldığını, bir başka kadının kızına asıldığımı kocasına söyleyip tekme-tokat işten attırdığını; para ve ziynet eşyalarını çalmakla suçlandığımı, karakollara, nezârethânelere, mahkemelere düştüğümü; bir dönem hazırdan yediğimi, evimi satmak zorunda kaldığımı, kiraya çıkıp da ödeyemediğimi, yoksullar evine sığındığımı, sokaklarda yattığımı da anlatabilirim ne ki ayrıntı yok. sonra toparladım, sıfırı tüketip sıfırdan başladım yine: e garantisiz iş, riskli ömür, ölümlü hayat falan feşmekân… yeter mi?
bi keyif kahvesi içer, çekip giderim işime. gün gün yaşıyorum işte, iyi mi? dünsüz, günsüz, yarınsızım ben. uzaya açılana kadar böyle… kim bilir ne kadar kirlenmiştir gök? yoksa oraya da bir şube… en son doktora gittiğimde, ‘sana hayâl yassak oğlum yassak!’ demişti. neyse… bitti kahve: telvede yol var… benim şu üç arkadaş kim bilir nerde?… saatiniz kaç?
edebiyathaber.net (13 Kasım 2022)