Kurs, saat tam 22:00’de bitti. Birbirimize iyi bayramlar dileyerek ayrıldık sanal sınıfımızdan. Yaratıcılık, ilham konuştuk bu hafta. Bize iki kelime verip gitti hocamız. Ekrana bakakaldım ardından. Otel ve bıçak kelimelerinin vereceği ilham ile bir hikâye yazacağız. Hatta yazmakla da kalmayıp sınıfta okuyacağız. Daha yeni başladık biz bu kursa, şimdi hemen nasıl okuyacağız yazdıklarımızı herkese?
Bu ilham nasıl bir şey? Bu gece gelir mi acaba?
Salon yarı karanlık. Dışarıda ay hilal. Şenol televizyonda bir filme takılmış. Hafiften canı sıkkın gibi. Halâ bilgisayar başında olduğum için bana mı kızgın o?
Tatilde bir otelde işlenen cinayeti mi yazsam! Kıskançlık, entrika, kin, nefret. Bak buldum işte! Yazarım, biter, gider. Ama… Yok… Yok, yazamam ben cinayet falan. İçim karardı gece gece. Hem… Olmaz. Hocanın istediği de bu değil zaten. Bilincimin karanlık dehlizlerine inmem, kilitli kapılarını açmam gerekiyor. Gerekmesine gerekiyor da, nasıl?
Başlamak lazım bir yerden. Açtım beyaz bir sayfa bilgisayarımda, başladım yazmaya aklıma geleni. Durmadan, düşünmeden. Sadece yazdım, yazdım, yazdım… Hızlı hızlı. Doğruymuş, yanlışmış bakmadan yazdım.
Bu iki kelimenin bendeki anlamları ne? Bıçak, soğuk, acı, karanlık, cinayet, hapishane… Hasret, ayrılık, ölüm, mezar? Kan, kurban, kurban bayramı. Off! Sevmedim, çok kasvetli. Olsun, durmak yok yazmaya devam.
Otel, tatil, güneş, deniz, kumsal, mavi, sarı… Çanakkale, şehitlik, Ayvalık? Aile, bayram, babaannem, harçlık, hediye mendiller, şeker, şeker bayramı, nane şekeri…
1979 yazıydı, ikinci sınıfa geçmiştim galiba. Hayatın her gün bayram, bayramların da hayat olduğu zamanlardı. Babaannemin artık zapt edemeyeceği kadar büyüdüğümü düşündüklerinden olsa gerek, bizimkiler ilk defa o yaz beni de tatile götürdüler. Yine bir bayram tatiliydi tıpkı şimdiki gibi. Arife günü babaannemle erkenden bayramlaşıp, tabi ki harçlıklarımı da alıp, beyaz Anadol’umuz ile Karadeniz kıyısındaki ilçemizden kalkıp taa Ayvalık’a gitmiştik.
Bayram boyunca akşam yemeklerimizi Cunda Adası’nda, deniz kenarında sıralanmış, mavi tenteli, birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünen lokantalarda yemiştik. İşte o akşamlardan birinde gördük onları. Birlikte masaları dolaşıyorlardı. Bizim masamıza da geldiler. Sonradan öğrendik baba kız olduklarını.
“İyi bayramlar efendim. Nane şekeri ister misiniz?” diye sordu gözlerini kısarak, kısa boylu, hafif göbekli, yaşlı adam.
Fötr şapkası, ceket görünümlü kısa kollu gömleği, pantolonu, ayakkabıları, hepsi bej renginde, ne kadar da uyumluydu. Ondan biraz uzun olan, 25-30’lu yaşlarındaki kızı ise koluna girmiş, düzgün örgülü sarı saçları, beyaz poplin bluzu, kırmızı eteği ile eşlik ediyordu babasına. Küçük bir çocuk gibi gülümsüyor, sürekli gülümsüyordu. Diğer elinde taşıdığı yayvan sepet, nane şekeri külahları ve imbatın etkisiyle hareketlenen diklemesine sıra sıra dizili kırmızı, mavi, yeşil, sarı rengârenk rüzgârgülleriyle doluydu. Tepedeki yıkık kiliseyi sımsıkı sarmalayan küçük, parlak beyaz evleri, ortasından sular akan eğimli, dar taş sokakları ile sanki farklı bir sahneye, farklı bir zamana aitmiş gibi görünen bu adayı tamamlıyordu bu baba kız.
Babam iki külah nane şekeri istedi. Nane şekeri alana mani bedava! Yaşlı adam kızından destek alarak oturdu masamıza. Kısık olan gözlerini iyice kapattı. Yanık sesiyle bir mani annemle babama, bir tane de bana okudu.
“Bayram geldi ne mutlu
Günlerimiz hep kutlu
Çocuklar gülsün diye
Cepler şekerle dolu
Küçük hanım bekler şeker
Boncuk kolyesi ne şeker
Belli geçmiş sınıfını
İşte ona bir külah şeker”
Görmüyordu. Tanımıyordu. Sadece konuşmuştuk. Ama bize, bizi manilerle anlatabiliyordu. Nasıl bir şey bu ilham? Bana da uğrar mı?
“Rüzgârgülü de ister misiniz? Yirmi beş kuruş” dedi kız, kırmızılı sarılı bir tanesini bana uzatarak. Aldım hemen bayram harçlığımla. Kendisi yapıyormuş tek tek. İlk defa bir rüzgârgülüm olmuştu. Kız yine gülümsüyor, sürekli gülümsüyordu. Bu kadar çok şekeri ve rüzgârgülü olan tabi ki çok mutlu olur demişti babam.
Aman Allah’ım! Neler yazdım ben böyle? Nereden geldim şimdi buraya gece gece?
Şenol televizyonu kapattı.
“Yatıyorum ben, dedi.” Evet, evet bana kızmış kesin.
Anlaşıldı, o ilham bu gece gelmeyecek. Neyse, önümde koca bir bayram tatili var.
Sahi, rüzgârgüllerinin artık nane şekersiz kaldığı yaz hangi seneydi? Bir burukluk kaplamıştı içimizi. Kız o zaman da gülümsüyordu. Kız hep gülümsüyordu, tıpkı sepetindeki rüzgârgülleri gibi.
edebiyathaber.net (22 Kasım 2022)