Edebi eserlerden konuşulan bir ortama adım attığınızda, Suç ve Ceza’nın, yaratılan en ünlü roman karakterlerinden biri olarak zihinlerde yer eden Raskolnikov’un adı anılmadan geçilmez. Raskolnikov, edebiyat tarihinin en çarpıcı, okuru derin psikolojik tahliller yapmaya iten karakterlerinden biri. İçine düştüğü yoksulluğa katlanamayan, gözünü kırpmadan dünyayı kötülerden arındırmaya ant içmiş idealist bir hukuk öğrencisidir Raskolnikov. Bu kadar çelişkili bir karakter, objektifi elbette yazarına çevirir.
André Gide’in 1923 tarihli Dostoyevski incelemesi de şüphesiz bu kadar başarılı yaratılmış bir karakterin arkasındaki dehayı keşfetmek amacıyla yazılmıştı. André Gide’in incelemesi, Dostoyevski, Sema Gül çevirisiyle Timaş Yayınları tarafından yayımlandı.
Dostoyevski’nin romanlarındaki derin ruhsal betimlemeler, eserlerinde işlediği fakirlik, romanlarında yansıttığı bazı sarsıcı olaylar onun itiraflarında ortaya çıkan, yaşamının parçalarıdır. Andre Gide’i de Dostoyevski’yi incelemeye iten neden belki de, onun yazımının da çoğunlukla kendi yaşamından gerçek hikâyelere dayanmasıdır. Kim bilir…
André Gide, Nietzsche’nin Dostoyevski hakkında söylediği şu alıntı ile başlar incelemesine:
“Dostoyevski… Bana ruh bilimi konusunda bir şeyler öğreten tek kişidir… Onu keşfetmek, benim için Stendhal’i keşfetmekten çok daha önemliydi.”
Fransa’yı Rus edebiyatı ile tanıştıran kişi Vogüé vikontu Eugène Melchior’dur. M. de Vogüé 1848-1910 yılları arasında yaşamış diplomat, oryentalist, seyahat yazarı, edebiyat eleştirmeni, arkeologdur. Uzun yıllar Rusya’da yaşar, Rus bir leydi ile evlenir. Fransızların dikkatini Dostoyevski üzerine çeken kişidir. Onda bir dehanın bulunduğunu söylemekle birlikte yazarın kırdığı potlardan dolayı okuyucudan özür diler. İlk eserlerini nispeten vasat ama katlanabilir bulan M. de Vogüé sıra Suç ve Ceza’ya gelince dikkat kesilir. “Bu kitapla Dostoyevski’nin yeteneği doruğa çıkmıştır.” diyerek eser için düşüncelerinin girizgâhını yapar. Ona göre Rusya’da ünlü ama Fransa’da hiç tanınmayan yazarın eserlerinde görülen farklı yönlerini ortaya çıkaran üç yapıtı İnsancıklar, Ölü Bir Evden Hatıralar, Suç ve Ceza idi. Bu noktada Gide, M. de Vogüè’un yazarı sadece bu üç kitapla tanıtmaya çalışmakla hata yaptığını belirtir. Zira Gide’e göre Dostoyevski’nin okuyucuyu bıktırmadığını sadece safkan atlar gibi yorduğunu teşhis eder. Okuyucu eserlerindeki hareketliliği çözmenin yanı sıra, Dostoyevski’yi de kişilik olarak çözmek zorundadır. Keza Dostoyevski’nin mektuplarından birinde şöyle yazmaktadır: “Çabuk anlaşılan şey uzun ömürlü değildir.” Nitekim Dostoyevski’nin eserlerindeki bu yoruculuk, Fransa’da Karamazov Kardeşler’in ilk baskısının acımasız bir şekilde kısaltılmış tercümesi ile okuyucuyu bir araya getirir. Gide, “Dostoyevski’den yılmayanlar, Ibsen’in dramalarına erişemeyen, Anna Karenina’yı, Savaş ve Barış’ı tatmayı bilen yarı cahil, yarı ciddi, yarı uyanık büyük okur topluluğunun ya da Zerdüşt Böyle Buyurdu’nun önünde hazdan bayılan o daha az ciddi topluluğun ötesine geçemiyorsa, bundan M. de Vogüè’yi sorumlu tutamayız” derken, hem bahsi geçen eserleri hem de okuyucuyu eleştirir. Bu durumu ortaya çıkaran etkili nedenleri de, yazarın kitaplarından çok, Şubat 1908’de Mercure de France tarafından yayımlanan Yazışmalar isimli kitapta bulur.
Dostoyevski incelemesi işte bu Yazışmalar’ın süzülmesinden ortaya çıkar.
Gide incelemesini bölümlere ayırır.
Birinci bölümde Dostoyevski’nin kişilik ve karakter özelliklerine, yazıyla ilişkisine değinir. Eserlerinden yola çıkarak güçlü bir varlıkla karşılaşacağımızı umarken hasta, fakir, durmaksızın acı çeken, Fransızların kınadığı hitabet yeteneğinden yoksun bir insan buluruz. Bu mektuplar, eserlerindeki özene kıyasla hiç karşılaşılmamış itinasızlıktadır. Dantel gibi işlediği, defalarca yeniden düzenlediği yapıtlarına karşın mektupları çalakalem yazılmıştır. Kardeşine yazdığı mektupta “bir tablo bir kerede mi boyanır?” diyerek yazarın çok çalışması gerektiği üzerinde durur. Bu noktada Shakespeare’in el yazmalarındaki bozuklukların sebebini vurgular. Yine bu ilk bölümde Dostoyevski’nin ne kadar fakir olduğunu, borç alacak kimsesinin kalmadığını, çaresizliğin ona zaman zaman intiharı düşündürdüğünü okuruz. Bunca parasızlık karşısında yazılarından ödün vermez. Para karşılığında yazmaz. Dostoyevski’nin ilhamın gücüne inandığını görürüz. İlham dışında yazdıklarının daha zorlu bir süreçten geçerek sayfalara döküldüğünü belirtir. Sara krizlerini, devlete karşı düşüncelerinden ötürü idama çarptırılmasını ve fakat af sonucunda dört yıl Sibirya’da sürgünde kalmasını yazar. Başına gelenlerden çok, Dostoyevski’nin bu olaylar karşısındaki ruh halleri yer alır.
İkinci bölümde Dostoyevski’nin milliyetçi ruhunu gözler önüne serer. Nereye giderse gitsin dönüp dolaşıp geleceği yerin, ülkesi Rusya olduğunu okuruz. En parasız dönemlerinde bile, alıkonulmak pahasına da olsa gezilerine ara vermez. İtalya, Fransa, Almanya, Isparta’ya gider ama gönlünde hep Rusya vardır. Gide, Dostoyevski’nin Yazışmalarında Puşkin’den bahsedip onun evrensel sevgi yeteneğini övdüğü satırlardan şu sözleri alıntılar; “O, bu yeteneğini eksiksizce halkımızla paylaşmaktadır ve işte bu nedenle de millî bir kimliktir zaten.” Dostoyevski’ye göre Rus ruhu “tüm Avrupalı eğilimlerin uzlaştığı bir bölge” niteliğindedir. Aşırı milliyetçidir. Rusları kendi köklerinden koparan kişilere karşı diş bileyen ve başkaldıran bir Dostoyevski ile tanışırız. “İnsan hiçbir amaç için hayatını ziyan etmemelidir.” sözleriyle vatanseverlik olmadan insanlığa hizmet edilemeyeceği, bireycilik olmadan da insanlığa hizmet etmenin mümkün olmadığı inancını aktarır. Gide, ruh değişimlerinin eserlerine yansımasını da yine bu bölümde bizlere sunar. Karakterlerinin genel yapısal özelliklerini vurgular; bir yandan alçakgönüllü insanlar, diğer yandan alçakgönüllülüğü aşağılık olmaya vardıran, bundan zevk alan, gururlu ve hatta fazlaca gururdan cinayet işleyen karakterler. Eserleri bazında bu karakterlerin çözümlemelerini romanlarından alıntılarla aktarır.
Gide’in kendisini fazlaca alıntı yaptığını belirterek eleştirdiğinin de altını çizmek isterim. Ama Dostoyevski’yi lâyıkıyla tanımanın bu alıntılarla okuyucunun zihninde daha net şekillendiğini de yadsıyamayız. Çünkü dehası kendi yaşam tecrübelerinden, hayat bilgisinden, kişilik çatışmalarından yola çıkarak eserlerinde çağlayan bir şelaleye dönüşür.
Üçüncü bölüm Dostoyevski’nin çeşitli düşüncelerinden derlenen Bir Yazarın Güncesi isimli yapıtından bahseder. Bir Yazarın Güncesi, Dostoyevski’nin altmış yaşında ölmeden, hayatının son beş senesinde ilgilendiği bir dergiye yazdığı yazıların toplandığı bir yapıttır. Gide, Dostoyevski’nin, yarattığı karakterlerin özellikleriyle müthiş sahneler oluştururken, örnek kişilerle bir kuram oluşturmaya kalktığında ne kadar sıradan ve yavan olduğunu vurgular. Zihninin istem dışı öyküleştirme yaptığını ispata kalktığı bölümlerden alıntılara yer verir. Tolstoy, Stendhal, Voltaire, Fielding gibi yazarlarla karşılaştırmalı Dostoyevski yazınının geniş bir tahlili de yine bu bölümde karşımıza çıkar. Gide, Ecinniler’den, Karamazov Kardeşler’den, Suç ve Ceza’dan alıntılarla savını netleştirir.
Dördüncü bölümde, Batı ve Rus edebiyatını kantarın iki kefesine yerleştirir. Çocuk konusunun Fransız edebiyatında neredeyse hiç işlenmemesini, Fransızların olgunlaşmamış konulara yazınlarında yer vermediklerine dayandırır. Ahlâksal kavramlar, kıskançlık, çok eşliliğin Dostoyevski romanlarındaki yerini inceler. Eserlerindeki karakterlerin kararsızlıklarını, çatışmalarını, Dostoyevski’nin sara hastalığından kaynaklı ruhsal devinimlerine bağlı olup olmadığını inceler. Romanlarının birbirleri arasında organik bir bağı olduğunu analiz eder. Ölü Bir Evden Hatıralar’dan Suç ve Ceza’ya geçiş ile sonrasında okuru Budala’ya hazırladığını çözümler. 1868’de yazdığı Budala’dan sonra 1870’de kaleme aldığı Ebedi Koca, bazı edebiyatçılar tarafından Dostoyevski’nin en büyük eseri olarak kabul edilse de Gide bu nitelendirmeyi ileri gitmek olarak tanımlar. Oysa Gide, Yeraltından Notlar’la Dostoyevski’nin yazarlık yaşamının doruğuna ulaştığını iddia eder.
Beşinci bölüm Dostoyevski’nin, insan kişiliğini irdeleyerek ortaya çıkardığı katmanların eserleri üzerinden aktarılmasını içerir. Dostoyevski insan kişiliğinde zihinsel kurgular bölgesi, aradaki tutkular bölgesi ve tutkuların yansımalarının erişemediği derin bölge olmak üzere üç katman olduğunu ileri sürmüş ve bu katmanları karakterlerine zerk etmişti. “Karakterlerinde hayat bulan entelektüel kahramanların yenilgisi, Dostoyevski’nin bir entelektüeli neredeyse hiçbir eylemi başarıyla sonuçlandıramayan bir insan olarak görmesinden kaynaklanır.” diyor Gide Raskolnikov’un işlediği cinayet sonrası şu sözlerinden örnekler vererek. “Bunu yeniden yapmam gerekseydi, diye ekliyor, belki de yapamazdım. Ama o sırada, diğer insanlar gibi sıradan bir varlık mı, yoksa kelimenin tam anlamıyla bir insan mı olduğumu anlamak zorundaydım. Acaba bu engeli aşabilecek güce sahip miydim, yoksa değil miydim? Zayıf mıydım, yoksa güçlü müydüm?” Nietzsche, Dostoyevski, Browning ve Blake aynı düşünceyi savunur; “Düşünen insan hiçbir eyleme geçmez.” Dört yazar da eserlerinde eyleme geçenle, geçemeyen arasındaki kişilik ayrımlarını ortaya seren karakterler yaratırlar.
Altıncı bölümde Gide okuyucuyu, Dostoyevski’nin karakterlerinin mutluluk anlarına şahit eder. Romanlarındaki neşeli paragrafları gözler önüne serer. Metinlerde yatan İncil örtüşmelerine değinir. Romanlarında mutlaka saralı bir karakterin olması da Gide’in Dostoyevski’nin eserlerine doğrulttuğu teleskoba takılır. Mişkin, Kirilov, Smerdyakov sara hastasıdır. Gide bunu, ahlaksal devrimlerin temelinde, dikkatli bir şekilde incelendiğinde, mutlaka bedensel ya da ruhsal bir sır, tensel tatminsizlik yatmasına bağlar.
Gide’in Dostoyevski incelemesi, kitap boyunca yer verdiği tahlillerini okuyucunun zihninde keskinleştirmek istercesine, yazarın Delikanlı ve Budala romanlarından uzun alıntı bölümlerle sona eriyor. Dünya edebiyatının önemli isimlerinden birinin çözümlemelerini Dostoyevski’yi, eserlerini, karakterlerini anlamak, özümsemek adına çok etkileyici bulduğumu bir kılavuz kitap olacağını eklemek isterim.
edebiyathaber.net (24 Kasım 2022)