İngiliz düşünür John Locke’un en önemli eserlerinden biri olan ‘Hoşgörü Üzerine Bir Mektup’, kilise ve devletin kati suretle birbirinden ayrılarak ikisinin de kendi mensuplarına ve vatandaşlarına hizmet etmesi gerektiğini savunurken bu ayrımla beraber iki güç arasındaki iktidar kavgasının da ortadan kalkacağını ve böyle bireylerin temel yaşam haklarına kavuşabileceğinin altını çiziyor.
1642 yılında İngiltere’de Kral ve Parlamento yanlıları arasında iç savaş çıktı. Aradan altı yıl geçtikten sonra İngiltere Kralı I. Charles idam edildi ve tüm Avrupa’ya şok geçirtti. Bu olayın ardından tahta geçen dönemin en namlı diktatörlerinden Oliver Cromwell, kısa da sürse dinî bir cumhuriyetle ülkeyi yönetti. II. Charles’ın 1660 yılında tekrar tahta geçmesiyle İngiltere eski monarşi sistemine geri döndü. Ya da en azından kağıt üzerinde öyleydi. 1668 yılında ise ülkede Katolik-Protestan kavgası baş gösterdi ve Katolik Kral II. James, bu savaş yüzünden ülkeden kovuldu. Yerine parlamento kararıyla Hollanda Prensi Protestan III. William kral ilan edildi. Bu olay İngiltere tarihine “Şanlı Devrim” olarak geçti ve parlamento, krala karşı bir daha geri alınamayacak kararlara sahip oldu. On yedinci yüzyıl İngiltere’sinde bunlar yaşanırken olan biteni Hollanda’da sürgünde olan ve gelecekte özellikle sivil haklar üzerine ortaya attığı fikirlerle tarihe geçecek biri vardı: John Locke. Doğduğu 1632 yılından itibaren döneminin en çalkantılı zamanını yaşayan düşünürün, düşüncelerinin temelini oluşturan bir mektup ulaştı elimize kısa süre önce. Say Yayınları’ndan Olgun Kaçmaz çevirisiyle yayınlanan ‘Hoşgörü Üzerine Bir Mektup’, John Locke’un “toplum sözleşmesi” etrafında şekillenen ve devlet ile kilisenin mutlaka birbirinden ayrılarak bireyleri hem maddi hem manevi anlamda özgür bırakılması gerektiğini savunan bir metin.
John Locke kitabında öncelikle kilise ve devletin arasındaki ayrımı açıklamaya girişiyor. Sonrasında ise kendi kafasındaki kilise ve devletin tanımını yaparak bu ayrımı destekleyen görüşlerini paylaşıyor. Bireylerin ibadet haklarıyla ilgili hükümdarlara düşen görevlere değindikten sonra inanç ve öğretilere gösterilmesi gerek hoşgörünün önemine değiniyor ve elbette o dönemde de var olan cemaatler konusuna da bir açıklama getiriyor.
‘Hoşgörü Üzerine Bir Mektup’, din ve devletin mutlak suretle birbirinden ayrılmasının elzem olduğu meselesine açıklık getiriyor. Ayrıca kilisenin sadece kendi mensuplarına kapılarının açık olması gerektiğini, diğer mezheplerin işine karışmamasının kişilerin inanç, ibadet özgürlüklerini koruma altına alacağına da vurgu yapıyor. Yine aynı şekilde devletin de yalnızca kendi vatandaşlarına hizmet etmesinin, başkasının işine burnunu sokmamasının öneminin altını çiziyor. Zira girişte İngiltere örneğinde anlattığım üzere iç savaş ve kaosun sebebi bu iki “tahtın” üzerine vazife olmayan şeylere bulaşması ve varlığını mutlak suretle kabul ettirme çabası yüzünden ortaya çıkmış, binlerce insanın canına mal olmuştur. Hem toplumsam hem siyasal anlamda bireyin temel yaşam hak ve özgürlüklerini şiar edinen John Locke’un bu ‘mektubu’ aradan geçen yüzyıllara rağmen günümüzde hâlâ devam eden din-devlet arasındaki iktidar kavgasının bir nevi özetini oluşturuyor.
edebiyathaber.net (28 Kasım 2022)