İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile dünyanın umutla beklediği “barış” ortamı sağlanamamıştı ya da diğer bir deyişle “savaş” farklı bir veçheye bürünmüştü. Nazi döneminin o büyük yıkımı, gerisinde kutuplaşan bir dünyayı miras bıraktı. Kutbun iki kanadında, yani ABD ve Stalin dönemi Rusya’sı arasında artık yöneticileri de aşan, halka inen ötekini tam bir düşman görme algısı yerleşmişti. İşte tam da bu süreçte 1962 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü de alan büyük yazar John Steinbeck ve ülkemizde de tanınan ünlü fotoğraf sanatçısı Robert Capa, gazetelerdeki gerçek dışı haberlerden bıkarak ve de “bir de gerçekleri kendi gözümüzle görelim” diyerek Rusya’ya yola çıkarlar. Sovyetler Birliği’nde kaldıkları birkaç haftada Moskova’yı, Stalingrad’ı, Kiev’i ve Gürcistan’ı dolaşırlar. Özellikle askeri bölgelerden uzakta, halkla temas etmeye özen gösterirler. Ancak Soğuk Savaş’ın henüz başı olan bu dönemlerde, Amerika’dan gelen bu iki önemli kişinin Stalin Rusya’sında gezmeleri, bilgi edinmeleri hiç de kolay olmayacaktır.
Ülkemizde daha çok “Gazap Üzümleri”, “Cennetin Doğusu”, “Bitmeyen Kavga”, “Fareler ve İnsanlar” gibi toplumsal yönü kuvvetli romanları ile tanınan Steinbeck’in kendisine has bakış açısı ile kaleme aldığı, gezi kitabı olmasının ötesinde dönemin politik ruhunu vermesi bakımından da eşsiz günlükleri ilk kez geçtiğimiz günlerde Deniz Keskin çevirisi ile İletişim Yayınları tarafından dilimize kazandırıldı. Bu eserde özellikle Moskova’ya gelişlerinden itibaren başta yolculukları olmak üzere, devlet yetkililerinden habersiz herhangi bir gezi programı yapamamaya değin klasik Stalin dönemi bürokrasisinin kuşatıcı hali edebi bir tat ile okuyucularının önüne seriliyor. Günümüzden bakılınca oldukça tuhaf bulunacak bazı ulaşım uygulamaları, kıvrak bir dile sahip olan Steinbeck’in o ironi dilinden nasibini alıyor. Özellikle Cumhuriyetler Birliği olan bu büyük devlette federasyon içindeki ülkelerin benzer ve farklı yanları bir bütün olarak önümüze seriliyor. Günümüzün acılı Rusya-Ukrayna Savaşı’nın kimi sebepleri aslında bir bakıma bu kitapta yazılanlarda saklı. Ve Gürcü toplumunun daha neşeli halleri, Moskova ve Stalingrad’da yaşayan Rusların ise Nazi ilerleyişini durdurmalarından kaynaklı o haklı gurur ve geleceğe dair umutlarını da yine yazılanlardan çıkarmak mümkün. Kitap, bunun yanı sıra yeni rejimin edebiyatçıları olan başta Konstantin Mihayloviç Simonov, İlya Ehrenburg gibi yazarlar özelinde edebiyat ve rejim ilişkisi gibi konulara değinmesi ve günün edebi tartışma başlıklarının sunulması bakımından da oldukça önemli tespitlerle dolu. Ve kitapta yer yer Türkler ile Türkiye hakkında gerek Rusların gerekse Steinbeck’in ilginç tespitleri de okuyucuların ilgisini çekeceğe benziyor.
Aslında kitap sanki John Steinbeck’in günlüğü olarak karşımıza çıksa da, kitabın bir diğer önemli yönü hatta belki de kitabın kolektif bir yapıda olduğunu haber eden önemli bir durumu da ünlü fotoğrafçı Robert Capa’nın başka yerde görülmesi zor olan Rus coğrafyası kadrajından yansıyanları önümüze sermesi olarak görmek mümkün. Capa aslında İkinci Dünya Savaşı’nda cephe gerisindeki fotoğraflarındaki o cesur çekimlerini kapalı kutu olan ve Batı dünyasınca oldukça merak edilen Stalin topraklarında da yapmak ister. Fakat bürokratik zorluklar, özellikle Kremlin Sarayı çekimlerine izin verilmemesi, ülkeden ayrılışta tekrar film kutularının kontrol altına alınması ya da izin prosedürleri onun da bakışıyla kitapta “Haklı Bir Şikâyet” başlığıyla okurun önüne çıkıyor. Fakat yine de Capa, özellikle sosyal yaşayışa dair eşsiz fotoğraf çekimleri ile ülkesine dönüyor. Ve sayfaları çevirdikçe yer yer o bitmez Steinbeck ve Capa kavgaları, Steinbeck’in sabahları Capa’nın bilgisini sınayan muzip halleri de kitabın biraz da mizahi kısmına karşılık geliyor. Bunları da yine Steinbeck samimi dil kullanımı ile aleni hale büründürüyor.
İletişim Yayınları’ndan çıkan ve 265 sayfa boyutunda olan kitapta Deniz Keskin’in anlaşılır, iyi çevirisi kitabı okumakta büyük kolaylık sağlarken, yer yer dipnotlar ile bazı bilgilerin verilmesi de yerinde olmuş. Ancak yine de başlangıçta okuyucular için nasıl bir ortamda Rus topraklarına gidildiği, yola çıkış süreci kimi editoryal bilgilerle önümüze serilebilirdi. Bunun yanı sıra kimi teknik tabirler ya da isimler konusunda konuya kısmi yabancı olan okuyucular için daha ayrıntılı dipnotlar kitabın faydasını daha da arttırılabilirdi. Tüm bunlara karşın dilimize ilk kez çevrilen bir büyük edebiyatçının kalemiyle, yine çok önemli bir fotoğraf sanatçısının kadrajından yansıyan o harika karelerin toplamı olan kitap, dönemin politik yönünden öte sosyal yaşama dair edebi bir tatla sunulması itibariyle bile başlı başına önemli bir edebiyat olayı. Bu aynı zamanda birbirine düşmanlaştırılmış iki önemli toplumun birbirini tanıması bakımından edebiyatın gücünü ve yazar Steinbeck’in objektif bakışını göstermesi bakımından da önemli. Zaten kitabın son paragrafında Steinbeck bu amacın kendisi bakımından gerçekleştiğini şu satırlarla yansıtıyor: “… Bu günlüğün Ortodoks solu da, lümpen sağı da memnun etmeyeceğinin farkındayız. İlk grup kitabın Rus karşıtı olduğunu, ikinci grup da Rus destekçisi olduğunu söyleyecek. Tabii ki yüzeysel bir metin bu, başka nasıl olabilir ki? Varabileceğimiz kesin bir kanaat yok, sadece Rusların da dünyadaki diğer bütün insanlara benzediğini söyleyebiliriz. Tabi ki aralarında kötüleri vardır ama büyük çoğunluğu çok iyi insanlar…”
Kaynak: Rusya Günlüğü, John Steinbeck, Çeviri: Deniz Keskin, İletişim Yayınları, 2022, 265 Sayfa.
edebiyathaber.net (29 Kasım 2022)