Söyleşi: Tacim Çiçek
1961 Erzincan doğumlu Ali Ekber Ataş, orta ve liseyi Muğla/Yatağan’da okumuş. 1983’te İstanbul’a yerleşmiş ailesiyle. Ressam Mehmet Güleryüz’ün resim kurslarına katılmış. 1990’da Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Ana Sanat Dalı Bölümü’nden mezun olmuş. Şiir, deneme, araştırma/inceleme, anı/anlatı, öykü, söyleşi ve yazıları çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanmış. Resim, vitray, soğuk cam tasarımı, restorasyon, dekorasyon gibi sanat alanlarında da çalışmalarını sürdüren Ali Ekber’in Düşler Yanarken (Artshop-Mayıs 2011), Nil Geçer Gözlerinden (Kanguru-Kasım 2017), Şairler de Yanar (Artshop-Aralık 2018) adlı şiir kitapları da var ama o daha çok yaptığı armağan ve araştırma kitapları ile biliniyor. Vedat Günyol’a Armağan 100’e 5 Vardı (Anı/Derleme, Cumhuriyet Kitapları, Ekim 1994), Başöğretmen Vecihi Timuroğlu (Cansel Güven ile) Anadolu Eğitim Sendikası Yayınları- 24 Kasım 2007 Ankara), Bilime Adanmış Yaşam: Prof. Dr. Sedat Katırcıoğlu (Muğla İl ve İlçeleri Kültür ve Tanıtım Derneği, İstanbul 2010), Promete’nin Işığında Bir Ömür: Vecihi Timuroğlu (Artshop-Şubat 2011), Yasaklı Nasrettin Hoca Şenlikleri (Kaynak Yayınları, Şubat 2014), Tebeşir Kokulu Sözler (Denemeler/Portreler/Çözümlemeler, Kaynak Yayınları, 2014) Doğumunun 100. Yılında Enver Gökçe’ye Armağan (h20 Kitap, Aralık 2020) adlı kitapları üzerine söyleştik.
En sonda soracağımı en başta sorarak söyleşimize başlayalım istiyorum. Madem serde şairlik var, zamanını, şiire ayırmak dururken ve insan yaşamının da bir garantisi yokken, niçin bu armağan kitaplara ayırıyorsun?
Yaşar Kemal’in belleklerimizde yer etmiş olan “O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın picine kaldık.” sözünü anımsatarak birinci anlamını bununla vereyim sorunun. Tam olmayacak ama beni armağan kitaplara yönelten bir söz olduğunu düşünüyorum… 1985’te Güzel Sanatları kazanmamla başlayan ve Vedat Günyol’a armağan kitabımın yayımlandığı 2004’ten sonra da yaşayarak tanık olduklarım, benim açımdan Yaşar Kemal’in “insanın picine kaldık” sözü, buna uygun bir çağda olduğumuz düşüncesini daha da pekiştirdi bende. Ustaların tek tek gittiği bir edebiyat ortamındaydım. Vefasızlık diz boyuydu. Hele Vedat Günyol’un son altı ayda yaşadıklarına tanık olunca utandım insanlığımdan. Kendime söz verdim: Vefasızlardan olmayacağım diye. Olmadım da! Birinci neden bu… İkincisi, bu dili öğreten, yakınında olduğum ve uzaktan tanıdığım, bir yapıtıyla da olsa bana şiiri, edebiyatı ve yazmayı sevdiren ustalarıma borcumu ödemek istemem düşüncesi diyeyim. Bunu, kendi adıma insani bir görev saydım, üstlendim, yaptım, yapmayı da sürdüreceğim. “Zamanı şiire ayırmak konusuna” gelince, eleştirini aldım, aklım ve kalbim üstüne de koydum. Ama şiir konusunda da boş durmuyorum. Çok şiir kitabı çıkarma meraklısı olmadım. Senin de vurguladığın “yaşam garantimizin olmadığı” bir dünyada olduğumuzun da farkındayım. Bu konuda bir cevap olur mu bilemiyorum ama bitmiş olan üç farklı şiir dosyası var elimin altında. Şiir üstüne yazılarım çıkıyor, başka alanlarda çalışmalarım var, araştırmalar da yapıyorum. Yeni şiirler zamanı geldiğinde akıp yatağını bulacak yani.
‘Vedat Günyol’a Armağan: 100’e 5 Vardı’, Bilime Adanmış Yaşam: Prof. Dr. Sedat Katırcıoğlu’, ‘Pro-mete’nin Işığında Bir Ömür: Vecihi Timuroğlu’, yine ‘Başöğretmen Vecihi Timuroğlu’ önceki çalışmaların, yenilerde ise ‘Doğumunun 100. Yılında Enver Gökçe’ye Armağan’ adlı emek ve sabır işi kitap… Peki birbirinden farklı bu kişilerle ortak yanın ne desem..?
Biri dışında üçünü yakından tanıdım. Enver Gökçe’yi tabii ki araştırmalarımdan, okuduğum kitaplarından ve sonraki yıllarımdan… Prof. Dr. Sedat Katırcıoğlu’nu da kitabı yazdığım sürede tanıdım. Ve gördüm ki, Sedat Hoca’nın da Günyol, Gökçe ve Tümuroğlu’ndan, Metin Demirtaş, Muzaffer İlhan Erdost’tan bir farkı yok, kendi alanı içinde… Çünkü bunlar Kurtuluşçu ve Kurucu Kuşakların Çocukları… Şu ya da bu nedenle, hepsiyle yollarım, kendi tanışma anını hazırlayan bir zaman diliminde kesişti. Gelelim senin, “Peki birbirinden farklı bu kişilerle ortak yanın ne desem?” soruna… Onların buluştukları ortak yan benim de dünya görüşümü belirleyen yanları diyeyim. Buradan hareketle şunu paylaşmak isterim: Hepsinin ortak özelliği yaşadıkları dönemlere damga vurmalarıdır. Bunlar Cumhuriyet’in gerçek aydınları, eğitimcileri, şair, yazar ve bilim insanları arasındalar bana göre. Sapkınlaşmış ve kalemini satan aydınlardan değiller. Dürüst, namuslu, demokrat, sosyalist ve insancı bir düşüncenin savunucuları olmalarıdır. Cumhuriyet devrimlerinin yılmaz savunucuları olarak kişisel tarihleriyle de ustalıklarıyla da yarattıklarıyla da topluma ışık olmalarıdır. Toplumsalcı dünya görüşüne sahip bir öğretmen ve yazarım. Yazdıklarım düşündüklerim, düşündüklerim de yazdıklarım oldu. Seçtiğim bu insanların hayatlarına daldım. Gördüğüm şey, bana sandığımdan da çok yakın olmaları oldu. Bunun için dört elle sarıldım bu kitapları hazırlamaya… Kısacası, bu dörtlünün dönemlerine damga vuran düşün, sanat ve bilim insanı olmalarıdır beni onlara yönelten…
Şairliğine bir şeyler kattılar mı yoksa şairliğinden çok şey götürdüler mi?
Çok şey kattılar. Hepsinin yaşam öykülerini biliyorum. Onlara baktığımda her şeyin olumsuz gittiği o durumda, niye böyle bir kavganın içinde oldular, sorusu takılır aklıma hep. İsteselerdi Karunlaşacak fırsatlar bulabilirlerdi. Ama onlar insanlığın mutluluğunu seçtiler. Sömürüye karşıydılar. Hayatlarına dokunan birileri olmuş. Hocalar, şairler, edebiyatçılar… Yakın ve uzaktan kişiliklerine yön verenlerle yolları kesişmiş. Örnek seçtikleri kişiler onları etkilemiş ve gelişmelerinin önünü açmış… Seçtiğim bu insanlar da benzer biçimde hayatıma dokundu. Beni geliştiren bir sürecin içinde oldum sayelerinde. Şairliğin “zor zanaat, insana yüreğini yediren bir iş” olduğu gerçeğini öğrendiğimden bu yana, kendimdeki eksikliği nasıl giderebilirim diye de örnek aldım onları. Şairliğim babamdan kalma, onu geliştirip bugüne getirmemde de “Çoban yıldızlarım” dediğim ustalarım oldu.
Sanırım senin için Enver Gökçe, diğerlerinden daha bir ayrıcalıklı ve önemli bunu sadece hemşerin olmakla açıklamak yetersiz olur gibi geliyor bana. Bu konuda ne düşündüğünü söyler misin?
Enver Gökçe ne doğru anlaşılmış ne de doğru anlatılabilmiş. Doğru anlatanların da yaptıkları görmezden gelindi, geliniyor. Bütün olumsuzluklara karşın elini taşın altına koyan var hâlâ. Enver Gökçe benim için hep ilk sırada ve öyle de kalacak. Hakkında kitaplar yazılmadı, yayımlanmadı değil. 1991’den 2020’ye kadar dokuz kitap yayımlandı. Okuyucu için de kitaplıklarına Enver Gökçe kaynakçası olarak koymaları gereken kitaplar bunlar. Enver Gökçe’nin bütün olarak ele alınabilmesi ve onun hem Toplumsalcı Türk Şiiri içinde hem de TKP içindeki konumunun doğru anlaşılması gerekiyor bana göre. Komünist mücadeleye şair olarak katılmış olması doğru anlatılmalı bence. 61 yıllık ömrünün 40 yılını komünizme adamış namuslu şairi gelecek kuşaklara anlatmak ödevimiz, görevimiz, sorumluluğumuzdur. Gönülsüz hiçbir işe soyunmamış. Sorunun ayrıntılı yanıtı, hazırlamakta olduğum biyografisiyle ilgili çalışmamda yer alacak…
Bu tür ‘vefa’ gerektiren çalışmaların yapan için bir karşılığının olmadığını, en azından butik bir yayınevi gibi çalışıp birçok kişinin seninkine benzer kitaplarını yapan şair, hukukçu Veysel Gültaş’tan biliyorum; sana bu çalışmalarınla ilgili olumlu, olumsuz geri dönüşler oldu mu?
Bu çalışmalarımla ilgili güzel geri dönüşler oldu. Olumsuzluklar da yaşadım, ama bunları kişilerin insani yanlarıyla sanatçı yanları arasındaki kapanmayan boşluktan kaynaklandığını düşünmek istiyorum. Her insan, şair, düşünür, edebiyatçı Vedat Günyol olmuyor maalesef. Fikriyle zikri örtüşmeyen o kadar sözde sanatçı, aydın ve yazar var ki… Yaşadım, gördüm. Hep uzakta durmuş olsaydım, bugün bu soruyu sorduğun Ali Ekber Ataş karşında olmazdı desem abartmış olmam, inan. Yapıp ettiklerimle mutlu olmayı seviyorum. Kim ne derse desin, ben işime bakarım. Bendeki insanı oluşturacak eksikliklerimi görmemi sağlayacak söylemlere de kulağımı tıkamam, diyeyim. Sonuçta söylenen değil, yazılan kalıyor yarına? Ben buna bakarım. Şöyle diyordu Adnan Yücel: “bir yarına gidenler kalır / bir de yarınlar için direnenler… (…)”
Böylesi çalışmaların sürecek mi? Sırada kim ya da kimler var? Bu kişiler sana şiir adına ne katacaklar?
Evet sürecek. Sırada Metin Demirtaş ile Muzaffer İlhan Erdost var. Demirtaş’ınki hazır. Muzaffer İlhan Erdost’un dosyası ise masada… Che Guevara gibi devrimci savaşımın seçkin lideri hakkında yazdığı şiiriyle dünyayı dolaşan bir Demirtaş var. Marksist kültürü Türk diline kazandıran ve Hasan Âli Yücel’in çeviri serüvenini Marksist klasiklerle sürdürerek bir adım daha ileri taşıyan Muzaffer İlhan Erdost var. Bunlardan ben de eğer bir şeyler katamayacaksam şiirime, şairin dediği gibi diyeyim değerli dost, “Ört ki ölem!”
Yaptığın bu güzel işler, zaten bir biçimde görünür olan ve bilinen yazarlara, aydınlara bakışından çok, senin elinden geldiğince nesnel olmanın sonuçları gibi geliyor bana; bu konuda ne demek istersin?
Saptaman beni çok mutlu etti. Yaptıklarım için övgü beklemedim hiç. Yeri bilinsin istedim hepsi bu. Yaptıklarımın doğruluğunu bir kez daha gösterdi bana, bu dediğin ve bu yüzden de teşekkür ederim. Olabildiğince, elimden geldiğince seçtiğim yazarlarımızın, şair ve bilim insanımızın bulunduklar konumlarından çok, yapıp ettiklerinin toplumda ne şekilde karşılık gördüğüyle ilgilendim daha çok. Düşünce, şiir, edebiyat, sanat, bilim/tıp dünyasına yapıtlarıyla getirdikleri yeniliklere dikkat çekmeye çalıştım. Her şeyden önce onurlu, dürüst, namuslu insan oluşlarından etkilendim ve görünür yapmaya soyundum. Çünkü onlar “yarına gidenler” ve “yarın için direnenlerden”… Önünüzde böyle örnekler varsa siz aklınızı peynir ekmekle yemediyseniz, olumsuz davranışlar geliştiremezsiniz.
Sorulacak soru çok ama maalesef her şeyin bir sonu gibi sohbetimizin de sonuna geldik. Desem ki son soruyu sen sana sorsan ve yanıtını da versen, olmaz mı?
Tabii ki olur. Bunları yaptığın için pişman mısın? diye sorardım ve yanıtım da ASLA olurdu…
edebiyathaber.net (9 Aralık 2022)