En son ne zaman bir işe gömülüp zamanın nasıl geçtiğini unuttunuz? Kendinizi akışa bırakıp yaptığınız işle hemhâl olmaktan ne zaman zevk aldınız? Son zamanlarda bu benim için imkânsız hâle geldi. Bilgisayarımın başına oturup çalışmaya başladığımda ya da elime bir kitap aldığımda sık sık telefonuma gelen bildirimlere, epostalarıma baktığımı fark ettim. Tam da böyle dikkatimin daldan dala konduğu bir anda, Metis Yayınları’ndan çıkan Çalınan Dikkat sosyal medyada karşıma çıktı.
İskoç asıllı gazeteci-yazar Johann Hari, düşündüğümüzden daha tehlikeli, manipülatif, zehirli bir sisteme karşı gözlerimizi açmaya çalışıyor. Bizi sürekli “meşgul edip” internette gezinmemizi sağlayan ve ne kadar çok vaktimizi çalarsa o kadar çok para kazanan manipülatif bir sistem. “Özgür olduğunuza, seçimler yaptığınıza, neye dikkat göstereceğinizi belirleyen karmaşık bir zihniniz olduğuna inanıyorsunuz ama bunlar hikâye.” Hepimiz like ve retweet bağımlısı hâle geldik. Johann Hari, telefonlarımıza her 24 saatte 2617 defa dokunduğumuzu söylüyor ve ekliyor: “Amaç insanlarda bir açlık yaratmak. Kullanıcıları kendinize mi bağlamak istiyorsunuz, delirtin onları.” İnsanların yaşam tarzlarını, neleri göreceklerini, neleri görmeyeceklerini şekillendiren bir sistemin içinde, iplerimizi kendi ellerimizle sahiplerimize teslim etmişiz.
Yazar, zihninin uyaranlarla kirletildiği bir hayatı yaşamayı reddederek, Amerika’da küçük bir kasaba olan Princetown’da üç aylığına dijital detoksa çıkar. Telefon ve bilgisayar bağımlılığından kurtulmak üzere akıllı telefonunu ve bilgisayarını bırakır, internete bağlanmayan eski bir telefon alır. Peki bu uzaklaşma işe yaramış mıdır? İlk zamanlar sosyal medya ve eposta bağımlılığından kurtulmak çok zor olsa da Johann Hari zamanla doğayla iç içe olmayı, yavaşlamayı, insanlarla yüz yüze sohbet edip bir şeyler paylaşmayı, doğada olmaktan ve hiçbir şey yapmamaktan keyif almayı öğrenir. Dijital dünyadan tamamen kopamasa da onu istediği şekilde kullanıyor ve kısıtlayabiliyordur.
Her an bir bildirim uyarısının geldiği, eposta kutumuza yeni bir iletinin düştüğü dikkati paramparça olmuş bu dünyada, irademize hâkim olmak mümkün mü? Telefonlarımıza bakmadan, küçük egolarımızı beslemeden durabilir miyiz?
“Dikkatinizin üstüne asit boşaltan bir sistemin içinde yaşıyorsunuz.”
Aslında bir işi yaparken bile yeterince kendimizi veremiyor, kısa videolar, moral bozucu tweetler, sahte haberler arasında oyalanarak bir ömrü tüketiyoruz. Sisteme sürekli enformasyon pompalanıyor, enformasyona boğuluyoruz, sahte haberler müthiş bir hızla yayılıyor. Neyin gerçek neyin yalan olduğunu anlayamaz olmuşuz çünkü algılarımızla oynuyorlar. Bu gerçeklikten kopuş ve öfke denizinde sürüklenirken, kendi hayatımızdan, kendi gerçekliğimizden giderek uzaklaşıyoruz. Değerli bir eser yaratmak istiyoruz belki ama önemsiz like ve retweet hedeflerine saplanıp kalıyor, dış dünyadan gelen sinyallere bağımlı hale geliyoruz. Sanki tüm dünya küçük egomuz etrafında dönüyor, bizi seviyor, bizi linç ediyor veya bizden bahsediyor gibi. Halbuki tüm bunlar doğanın umurunda değil ve okyanusta bir kum tanesinden farkımız yok.
Dikkatimizi çalan sadece dijital araçlar değil. Çalışma saatlerinin fazlalığı, uykusuzluk, çocukluk çağında istismar edilmek, çocukların oynayabilecekleri serbest alanların ve saatlerin olmaması, sürekli kısıtlanmaları ve uyarılmaları, evde ekran başında ve ödev yaparken geçirilen sürenin uzaması, yaratıcılıklarını körükleyecek, oyun kurmalarını sağlayacak bir eğitim sisteminin olmaması, test ve sınav odaklı öğrenme, kötü beslenme, işlenmiş, şekerli, boyalı gıdalara maruz kalma da bu etkenlerden bazıları.
Bu çılgın koşuşturma, baş döndüren hız ve durmaksızın uyarılmalardan kurtulmamızın tek çaresi yavaşlamak, derinleşmek. Derin düşünmemiz, derin ilişkiler kurmamız, yüzeysel olan her şeyden uzaklaşmamız, kendimizi akışa bırakmamız gerek: “Bir doruk ya da ütopya aramak değil, akışın içinde kalmak. Egonuz kaybolup gitmiş de yaptığınız şeyle birleşmişsiniz gibi. Hayatı yaşamaya değer kılan şeylere odaklanmamız gerekiyor.”
edebiyathaber.net (19 Aralık 2022)