“Canım sıkıldı” ifadesini en son ne zaman kullandım anımsamıyorum. Sanırım oldu bi hayli zaman. Gün 24 saat. Her saat 60 dakika. Başka bir ifadeyle de 86400 saniye günümüzün tamamı. Michael Ende’nin Momo’sundan şu bölümü hatırlıyorum zaman konusu açılınca: “… Siz ne kadar yaşayacağınızı tahmin ediyor musunuz Bay Fusi?” “Şimdi,” dedi ve duraksadı Bay Fusi, “umarım yetmiş veya seksen yaşıma kadar yaşarım.” “Peki,” diye devam etti duman adam, “biz, ne olur ne olmaz deyip yetmiş olarak kabul edelim. Bu üç yüz on beş milyon üç yüz altmış bin kere yedi eder. Yani bu da iki milyar iki yüz yedi milyon beş yüz yirmi bin saniye demektir… İşte Bay Fusi, sizin elinizdeki bütün sermaye bundan ibaret…” Hepimiz için bu böyle aslında. Hepsi bu kadar işte. Payımıza düşen bu zamanı da en iyi şekilde değerlendirmek gerek. Bütün amacımız hoş bir seda bırakmaksa bu gökyüzü altında. Can sıkıntısı nedir o halde? Sorum, sıkıntıdan patlayan herkese. Ama özelde “Sıkıntıdan Patlayan Kasaba”ya. Bayan Tepedenbakan, Bay Sormageç, Bay Birdünya vd. Kasabanın sakinleri…
Selen Aydın adını “Karanlıktan Korkan Mum”la anımsıyorum. Bu kitabında da biz okurlarını gülümsetiyor yazar. “Deniz fenerinde yaşayan Bayan Tepedenbakan, işleri dışında hiçbir şeyle ilgilenmeyenleri çok yadırgıyordu. Ona göre, kasaba adeta donup kalmış, insanlar çevrelerindeki güzellikleri görmez olmuştu. Sonunda bir gün, kasaba sakinleri sıkıntıdan patlamaya başladı. Önce emekli öğretmen Bay Sormageç, sonra şapkalı Bay Fernando, daha sonra da Masalcı Bayan Sonsuzmasal… Kasabanın doktoru Bay Cansever de patladı mı dersiniz? Merakın, keşfetmenin, hayal etmenin hepimiz için vazgeçilmezliğini gösteriyor yazar. Biraz da düşünelim istiyor. Gündelik sorumluluklarımız tamam da bir de biz varız değil mi? Ya da herkesin kendisi için bir “ben” var! Rollerimizin sayısı çok ve çeşitli olabilir. Ebeveyn olabiliriz, eş olabiliriz, okulda öğretmen, yönetici olabiliriz. Bir babaya evlat da olabiliriz… Saymakla bitmez rollerimiz. Peki, tüm bunların içinde “biz/ben” neredeyiz/m? Selen Aydın çocukları güldürmeyi istemiş olsa da ebeveynlerini düşünmeye yöneltmiş. Düşündürürken güldüreceği de mutlak. Günışığı tarafından yayımlanan kitapta Sadi Güran’ın çizimleri için ayrı bir başlık açılabilir. Gerek desenler gerekse de renkleri ile çok çok başarılı buldum. Kasabayı adeta yaşatıyor okuruna, gözünün önüne seriyor. “Kasaba” denince zihnimizde canlanan yerel karakterlerin aksine bizi başka diyarlara götürüyor. Kasabanın sıkılma nedenlerini yine Momo’da buluyoruz sanırım: “Sonunda kentin görüntüsü yavaş yavaş değişmeye başladı. Eski mahalleler yıkıldı, yeni evler yapıldı. Gereksiz bulunan şeyler kaldırıldı. İçlerinde oturacak kişilere uygun olup olmadıklarına bakılmadan herkes için bir örnek evler yapıldı. Aslında her aileye ayrı bir model yapmak gerekirdi ama tek tip evler hem ucuz oluyor hem de çok daha kısa zamanda bitiriliyordu. Kentin kuzeyinde şimdi dev gibi yeni binalarla bir mahalle kurulmuştu. Birbirinin tıpkısı olan, kışla gibi dört köşe yapılar sıra sıra uzanıyordu. Evler aynı olduğu için sokaklar da birbirine benziyordu. Bu tek tip yollar çoğala çoğala ufka kadar dayandılar. Tıpkı düzgün bir çöl gibi…”
Hayatımızı çölleştirmeyelim. Elimizdeki sermaye belli işte. 2207520000 saniye. Kıymetini bilelim. Sıkılmak nedir yahu?
edebiyathaber.net (26 Aralık 2022)
“2207520000 saniye! | Mehmet Özçataloğlu” üzerine bir yorum