Mustafa Aplay’ın Hep Peşinden adlı kitabı, yılın sonlarına doğru yayımlanan ilk romanlardan. 90 dakikalık bir maçın her dakikasına muhtelif hikâyelerin sığdırıldığı, muammaları çözmeye uğraştıran, incelikli bir kitap. 2018 ve 2118 yıllarına gidiş gelişlerle, şimdi ile sonra arasında mesafe kateden kitap, zihin kurcalayan esrarlı bir roman. Kefelerinde “kesinliğin” ve “bilinmezliğin” olduğu bu terazinin hangi tarafına razı olacağımız biz okurların elinde.
Hep Peşinden, form olarak bir futbol maçını kullanır, fakat romanın bir “futbol romanı” olduğunu düşünmemek gerekir. Yazar, futbol ile hayatın, sonrasına dair ne olacağını tam kestiremediğimiz soru işaretlerine odaklanarak “kesinlik” mi yoksa “bilinmezlik” mi galebe çalacak diye düşündürür. Çünkü, “hikâyenin nereye birikeceği, neye dahil olacağı, neyin tepesine bineceği, nereye saklanacağı belli olmaz” ve bu yüzden buraları eşmek, “gerçeği” sızdığı yerden çıkarmak gerek. Tabii bu gerçek, tek boyutlu değildir. Mesela romandaki maçın tarafları olan “beyazlılar” ve “lacivertliler” için bir hakem düdüğünün iki anlamı vardır. Takımdaşlarıyla omuz omuza zıplayan bu insanlar takımın ruhunu oluştururlar. Tek ve sabit olan şey, takımın renkleri ve bu taraftarın gerçekliğini oluşturan tutkudur. Aplay ise futbolun taraftar tekliğinin yanında, git gele hâkim olan, bazen taraftarı yerle yeksan eden sonuçsuz paslaşmalarının aynısının, hayatın kendisi olduğunu anlatır. Futbolun bu çift koldan ilerleyen hikâyesi, hayatta “belirsizlik” ve “kesinlik” olarak ikiye ayırdığı dünyada belirir. Bu benzerlik, kitabın hem formuna hem de ritmine sirayet eder. Maçın her dakikası, heyecanın, koşturmak isteğinin, yakalamanın-kaçmanın sayıldığı süratli ânlar olur.
Murat ve Nadir, kitabın formunu oluşturan maça dahil olan -futbolcu değiller ama bunu zinhar kabul etmek de pek mümkün değil- şimdinin ve geleceğin karakterleridir. İkisinin hikâyesi, hayatın tekdüzeliği içinde parçalana parçalana, bir yerde; kitabın formunu oluşturan futbol maçının ritminde birleşir. Gerçek, hikâyenin peşinden gitmek olduğundan yazar, kimsenin tektipleşmesine izin vermez. “Her oyun kuralına göre oynanmaz mı en nihayetinde?” diye sorarak okuru, oyunun içine dahil eder. Bunu yapar, çünkü zihnimizde geçirdiği zamandan keyif alır: “Futbol ve edebiyat. Kurmaca, oynamaca, bulmaca. Eğleniyorum senin zihnindeyken.” Bir yanda her dakikası ayrı bir ritimde akan futbol maçı, diğer yanda Murat ve Nadir’in bu maçın dakikalarına yedirilmiş hikâyesi. Hakemin, oyuncunun, karakterlerin sınırları silik. Böyle kuralsız bir sahada bir yıldız olunabilir mi? Bu absürtlüğü yıkmak mümkün mü? Yıkmaya uğraşmalı mıyız yoksa bu distopik ortamda ânın tadını mı çıkarmalıyız? Oyun kimin elinde? İnsan her şeyi bilebilir mi? Bilmesi gerekir mi? Bilmemek özgürlük değil midir biraz da?
Bu sorular çoğaldıkça çoğalır, gürülder kitabın içinde. Çünkü “kesinlik devrimi” yapılmıştır. Yazar, her insanın parlamak istediği, haliyle kargaşanın ortaya çıktığı, dünyaya hâkim olan muğlaklığın ortadan kaldırıldığını hayal eder ve gelecekte “kesinliğin” abluka altına aldığı distopik bir hayatı anlatır. Tıpkı bir futbol maçında “aynı anda sevinip aynı anda üzülen ve zihinlerini ortaklaşa kullanan insanların kişilikleri”nin eriyip gittiği, benliklerini erittiği dünyada olduğu gibi. Tek, ortak, sade, pîrüpâk. Peki, bir oyunun -hayat oyununun- kuralı en başta bir ritme sahip olmak değil midir? Ritim ortadan kalktığında esrar da yok olur, adrenalin de; tıpkı takım, tam rakip yarı sahaya yerleşmiş hücum yaparken geriden, oyun kurmaya yönelik değil de gereksiz yapılan yan paslar gibi.
İşte yazar oyununu burada kurgular; bu yeknesaklığı hayal ederken ona çelme takmayı da göz ardı etmez. Körü körüne hiçbir şeye inandırmaz, muhakeme ettirir, “kesinlik devrimi” anlatılırken kesinliğin ne olduğu üzerinde kafa yordurur. Bununla da yetinmez, hikâyeye bir de muğlaklığın elebaşı olan “aşkı” ve “baba-oğul” ilişkisini katar. Kesinlik dünyasında evlenilecek insanlar sistem tarafından belirlenir ama Nadir, sistemin belirlediği Aysun ile değil, Şebnem ile evlenmek ister. Diğer taraftan bir başka derdi de aralarındaki bağın koptuğu babasıdır. Nadir, üzerinde hissettiği baba baskısından sıyrılmaya çalışırken Şebnem’e olan yakınlığı artar, çünkü orası belirsizdir ve buna rağmen, içinde umut besleyebildiği için daha güvenli bir limandır. Nadir, “kesinlik”te mutlu değildir, “burası ben kaynıyor bir kıtlık söz konusu”dur der. Belirsizlik berekettir, bu kurutur dünyayı, yağmursuzluk değil.
“Kurmaca ile futbolun gölgelerinin birbirinin üzerine düştüğü” bu roman, paslaşmaların sık olduğu yüksek bir ritme sahip. Cümleler derin, kitaba gizem ve muamma hâkim. Soru sormak, bu metnin-oyunun bir parçası. “Sadık, efendi ve sessiz” olmak kitabın doğasına aykırı. Kelimeler biraz da buna hizmet ederler zaten; uçuşurlar ve zihni bulmacalarla çepeçevre sararak itaat etmemeyi, söz söylemeyi mümkün kılarlar. Muğlak oldukları için renksiz değillerdir, aksine, hep peşinden gidebileceğimiz rengin hayallerin dünyasını kurdururlar. Mustafa Aplay’ın kitapta cevap vermek gibi bir niyeti yok; evhamın, korkuların, aşkın, zorbalığın, sevgisizliğin hüküm sürdüğü bilinmezlik oyununun ilk düdüğünü çalar. Bu maç bitmez.
edebiyathaber.net (5 Ocak 2023)