Uzun bir aradan sonra kendime ve geceye merhaba!
Uzun zamandır didiklediğim düşüncelerimi geceye serpmenin zamanı gelmiş olmalı. Beni bu saatte bu defterin başına getiren, daha önce okuduğum ve bir kez daha okuma hevesi duyduğum “Yere Düşen Dualar“da geçen “ben”.
Oldum olası kelime oyunlarını ve bu oyunların dayandığı zeka kıvılcımlarını sevmişimdir. İşte bu kitapta da 11 yaşındaki bir kızın bahsedilen yaşta kasığındaki beni fark etmesiyle döşenmeye başlıyor zeka taşları. Annesinin sebepsiz yere terk edişini, babasının her akşam tiksinilecek kadar sarhoş olmasını taşıyamayan bu kızcağız, babasının meyhane takımından Yorgo adlı bir herife benini göstermekte bulur kendi sığınağını. Yorgo benine dokunduktan sonra ben aniden kaybolur. Kaybolan aslında masumiyetidir. Yorgo da artık sığınaktan ziyade hemen hemen her akşam üzerine yığılan bir et yığınına dönüşür.
Buraya kadar roman konuştu, ben yazdığımı sandım. Bu noktadan sonra zihnimde kocaman harflerle MASUMİYET kelimesi belirdi. Ve şu soru : İlk ne zaman kaybeder insan masumiyetini ? Niyetiyle davranışları çelişmeye başlayınca mı, cinselliği tanıyınca mı, ilk dedikodusunu yapınca mı ?. Ya da ilk kez tüm doğallığı ile içini birine açtığında mı ? O zaman ben’ini göstermiş olur işte. Tüm benliğiyle. Ruhunun, beyninin; hayalinin, gerçeğinin tüm kıvrımlarını, çıkmazlarını; çiçeklerini, dikenlerini; kirpiğini kırışını, dudağını büküşünü… Bütün bunları hesapsız, farkında olmadan gösterecek insanla karşılaşmak, birdenbire aşırı güven duygusuyla insanı savunmasızlaştırır, güçsüzleştirir. ( Zaten çok da güçlü sayılmayız) Romanda Yorgo kızın benine dokunduğunda kızın vücuduna dağılan ve onu ele geçiren “ılıklık” işte bu güven zehirlenmesinin ta kendisidir. Bu ılıklık dokunma ile sembolize edilse de, benim için halimden anlayan bir bakış ve bu bakışa eşlik eden naif bir cümledir çoğu zaman.
Bence insan hayatta neyin peşine düşerse ödülü de, cezası da odur. Güzel bir cümle bir insana verilebilecek en güzel hediye iken, aynı zamanda cezaların en kötüsüdür. Çünkü biz milyarlarca yıllık ihtiyar dünyanın, en umut kırıcı zamanını yaşıyoruz. Her güzel şeyin dönüp bizi vurduğu bir atış alanı gibi. Hem gerçek, hem oyunmuş gibi.. Bilgisayar oyunu geçiciliğinde anılarımız var sırtımızı dayayamadığımız.
Masum kalamıyoruz, eleştirecek biri varsa dünyanın en günahsız insanı sıfatıyla uzun ahlak nutukları atmaksa en büyük zevkimiz. Sorsan ilk taşı atan da, sonuncuyla maktulun kafasını ezen de sütten çıkma ak kaşık.
Ve bu kadar hengamenin içinde bizi çocuk masumiyetimize kısmen de olsa yaklaştıracak “çocuk” sahibi olmaktan çeşitli sebepler ile köşe bucak kaçıyoruz. Daha az hesap yapanlar hasbelkader çocuk sahibi oluyor da, yapmayı unuttukları bütün kirli hesapları ilk fırsatta çocuğa ata yadigarı kutsallığı ile teslim ediyorlar.
Masumiyetin insan tecrübesi ile örselendiği, gelecek güzel günlerin geçmişin hataları ile baltalandığı, kelimelerin insanın karanlık koridorlarından geçip gelirken kirlendiği bir hayat ve hayatlar yaşarken, güneşin ilk ışıklarındaki tazeliğe inanmak ve umutsuzluğa rağmen umut etmek gibi iflah olmaz alışkanlıklarımız var. Bu da demektir ki hala Yorgo’ların bile erişemediği gizli ben’lerimiz var.
edebiyathaber.net (6 Ocak 2023)