Derrida okumaları | İhsan Kurt

Ocak 6, 2023

Derrida okumaları | İhsan Kurt

Bir süre önce bir şairimiz hakkında doktora tezi hazırlayacağını söyleyen bir öğrenci yardımımı rica etti. “Ne yapabilirim” dediğinde, üzerinde hiç çalışılmadığını düşündüğüm bir şairin şiirlerinde metafor (eğretileme) ve imge üzerinde yapabilirsiniz önerisinde bulundum. Bunun üzerine doktora tezi yapmaya hazırlanan genç bana “imge, hadi biraz anladım da metaforu (eğretilemeyi) hiç duymadım” demesin mi? Tabii ki sadece hayret etmekle kalmadım… Zaten eğitimle ilgili kaygılarım hiç azalmamışken edebiyat eğitiminde de benzer kaygılarım arttı.

Belki bazıları fazla abartılmış bulacak ama bu durumu/ metafor gibi bir kavramdan haberdar olmamayı/ edebiyat eserlerinin incelenmesinde, çözümlenmesinde, analizinde, eleştirisinde neden hala fazla derinleşemediğimizin ip uçlarını sezer gibi oldum. Taklitlerin, tekrarların sebepleri ve dolayısıyla özgün eserler üretememenin arasında bilgiye ulaşma heyecanının eksik olduğunu anladım. Çünkü eğitimin her basamağında çalıştığım yıllarda fark ettim ki öğrenme ve merak etme heyecanın olmaması aynı zamanda yeni ve farklı bilgilerden faydalanmayı da engellemektedir.

Edebiyat ürünlerinin derinlikli değerlendirilmemesi, edebiyat biliminde uzmanlaşmaya çalışanların yanında yazarları ve okuyucuları da düşünsel fakirliğe sürüklemektedir. Hilmi Ziya Ülken’nin ilk defa 1935’lerde yayınladığı “Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü” eserinin doğrudan adında işaret ettiği bir “uyanış” edebiyat hayatımızda çoktan sağlanmalıydı. Eğer bu uyanış sağlandıysa, ne kadar sağlanabildiği de tartışma götürür. Çünkü aradan geçen bunca zamanda edebiyat eserleri, edebiyat kuramları, edebiyat sosyolojisi ve felsefesi konularında önemli eserler Türkçeye çevrilmiş, hatta telif eserler de yazılmıştır. Ancak bizim sorunumuz bu eserlerden gerektiği gibi faydalanma, özümseme veya eklektik bilgiler üretme tarafında hep zayıf kalmıştır. Bundan dolayı da edebiyat ürünlerini değerlendirirken, eleştirirken yeni yöntemleri, yeni sayılabilecek bazı kavramları da kullanma yerine sınırlılıklar içerisinde kalan, sadece eski yöntemlerde ısrar ederek yeni şeyler söylenemez olmuştur. Yahut eskimiş, çağın ihtiyacına ve gelişmişliğine hitap edemeyen yöntemlerin üzerine farklı düşüncelerin aydınlığı eklenmeyerek çoğu kez tekrarlarda kalınmıştır.

Bilimlerin/sanatların ortak kavramları, terimleri olduğu gibi sadece kendilerine ait kavram ve terimleri de vardır. Kavramlara yüklenen anlamlar o bilim içerisinde derinlemesine bilinmez veya dikkate alınmazsa çok iyi niyetle yapılacak çalışmalar bile ağır aksak gitmekle kalmayacak, aynı zamanda sığ da kalacak, yeni keşif, yeni buluş, yeni bir söz söylenemeyecektir. Elbette edebiyat da bu değerlendirilmeden ayrı düşünülemez. Nitekim Jacques Derrida’yı okurken düşüncelerime benzer veya yakın fikirlerin bazı yansımalarına rastladığımı söyleyebilirim. Çeşitli yazılarımda, edebiyat programlarındaki konuşmalarımda Psikolojiden Kültüre adındaki eserimde sıkça vurguladığım ve “bilimlerin evlendirilmesi” (disiplinler arası geçiş de deniliyor) olarak adlandırdığım düşüncelerime Derrida’dan destek veya benzerlik bulduğumu da söyleyebilirim. Derrida’nın özellikle “yapıbozumcu” eleştirel okuma yöntemiyle, farklı disiplinlerde işlerlik kazanan yeni bir düşünce biçimine kapı açan, postyapısalcı felsefe çevresinin kuruluşunda önemli bir yere sahip biri olması edebiyata ve okumaya bakışa yeni ve zengin anlamlar katmaktadır. Gerek kendi kitaplarında gerekse hakkında yazılan bazı kitaplarda, yani Derrida okumalarında bu görüşleri tespit etmek mümkündür.

Yanılma payım saklı kalmak şartıyla Derrida’nın ilgili akademik çevrelerin dışında ülkemizde çoğu edebiyat okurlarınca yeterince tanınmadığını düşünüyorum. Ya da yazarlarımızın bu eserleri ne kadar okuyup faydalandıkları hususunda da ikircikliyim. Ayrıca bazı düşünürlerin yanı sıra Derrida’nın da ne kadar anlaşıldığı tartışılabilir. Çünkü onun daha iyi anlaşılabilmesi için hem kendi eserleri hem de hakkında yazılanların çok dikkatli okunması, kavramlara yüklediği derinlikli ve bazen çok yönlü anlamların bilinmesi, önemsenmesi gerekir. Örneğin bu yazının girişinde geçen “metafor” kavramının genelde bilinen anlamının yanında “sonsuz çokanlamlılığı” olabileceğini  Derrida Yazı ve Fark (s.99 ve diğer sayfalarda) adındaki kitabında örnekler vererek işaret etmiştir.

İlgili alan-yazın uzmanlarınca, meraklılarınca bilinen ve okunan Derrida’nın  ulaşabildiğim Türkçeye kazandırılmış Gramatoloji, Edebiyat Edimleri, Otobiyografiler, Şiir Nedir, Yazı ve Fark gibi kendi eserleri vardır. Ayrıca hakkında yazılmış olan (Davıd Mıkıcks. Jacques Derrida Kimdir -Entelektüel Bir Biyografi / Sımon Glen Dınnıng. Derida. / Charles Ramond. Derrida Sözlüğü. /K. Malcom Richards. Yeni Bir Bakışla Derrida gibi) birçok kitabın tanıtılması, incelenmesi, okuyucuların dikkatlerine sunulmasıyla bunlar edebiyat ürünlerini değerlendirme yöntemlerine yeni katkılar sağlayacak, Derrida’nın daha iyi anlaşılmasına da kapılar aralayacaktır. Hatta edebiyat ürünlerinin alışılagelmiş olanların dışında daha zengin ve farklı çözümlenmesi de söz konusu olacaktır.

Son yıllarda Derrida’dan okumalarım edebiyat kültürünün bir bütün olarak düşünüldüğünde ne kadar eksik yöntemlerle, terimlerle edebiyat-yazın ürünlerinin değerlendirildiği veya değerlendirmeler de bu eksikliğin sürdürüldüğü gibi bir kanıya vardım. Hatta çok nadir de olsa bazı edebiyat-sanat toplantılarında, yayınlanan bir kısım dergilerde “yeni bir şey söyleyememe” sıkıntılarının yaşandığını da hissettim. Örneğin bu yerlerde rastladığım, içi boş tartışmalara da sebep olan bir konu da “edebiyat eseri iyidir kötü olan da edebiyat değildir” gibi düşüncelerdir. Oysa Derrida, Gramatoloji ( S.29) adındaki kitabında tam da bu konuda Platon’a da atıfta bulunarak şu fikirlere yer vermiştir : “… Bir iyi bir de kötü yazı vardır. İyi ve doğal olanı, kalp ve ruhtaki ilahi yazı;  kötü ve yapay olanıysa bedenin dışsallığına sürülen teknik yazıdır. Platon’cu şemanın tamamen içsel bir değişik versiyonu: ruhun yazısı ile bedenin yazısı, iç’in yazısıyla dış’ın yazısı, bilincin yazısıyla “tutkuların” yazısı, tıpkı ruhun ve bedenin ayrı birer sesi olması gibi. “Bilinç ruhun sesidir, tutkular ise bedenin sesidir.” Buradan da anlaşılmaktadır ki edebiyat ürünlerine elbette sosyoloji, psikoloji, felsefe ve benzeri disiplinler de dikkate alınarak eleştiriler, incelemeler, öneriler, değerlendirmeler getirilebilir, çözümlemeler yapılabilir. Bunlar yapılırken dilin, sözün, sözcüğün, kavramların, edimlerin zihinde uyandırdığı ilk izlenim eşiğinin ilerisine geçilmesinin ne kadar önemli olduğunun bazı işaretleri Derrida’nın eserlerinde veriliyor. Dolayısıyla ancak bu şekilde edebiyata, edebiyat ürünlerine daha zengin katkıların, daha geniş ufukların açılması söz konusudur.

Eğer kapsamlı veya çok farklı bir edebiyat felsefesi yazılacak olursa Derrida’nın sadece Türkçeye kazandırılmış olan eserleri değil diğer eserleri de dikkate alınmalıdır. Hatta biraz iddialı gibi gelecek ama Derrida’sız bir edebiyat değerlendirilmesi hem derinliksiz hem de biraz eksik kalabilir.

Bu yazı Derrida okumaları için sadece bir sözbaşı olarak değerlendirilmelidir. Çünkü bu konuda  önce Derrida hakkında yazılmış bazı kitaplar daha sonra da Derrida’nın eserlerinden bahsedilecek, önemli kavramları ve fikirleri üzerinde de durulacaktır. Derrida okumalarını Derrida’yı anlama çabaları ve denemeleri olarak da değerlendirmek olasıdır.

edebiyathaber.net (6 Ocak 2023)

Yorum yapın