Deniz Sevinçli: “Bu arzular, hayaller ve acılar dünyanın neresinden gençleri yazıyorsanız yazın var olacak.”

Ocak 10, 2023

Deniz Sevinçli: “Bu arzular, hayaller ve acılar dünyanın neresinden gençleri yazıyorsanız yazın var olacak.”

Söyleşi: Burak Soyer

Genç yazar Deniz Sevinçli, Eksik Parça Yayınları etiketiyle çıkan ilk romanı “Bir Kelebeği Yakalamak”ta, Elliot ve Sam karakterleri üzerinden kurduğu gençlik hezeyanlarını, bu ikilinin yanına koyduğu iki “kaybeden” Spider ve Tate ile güçlendirerek bir takım oluşturuyor ve onların içinde hayata dair ne varsa ortaya çıkarıp “gençlik kitabı” tanımının bir adım ötesine geçen, zamansız, mekansız bir hikâye sunuyor. 

Kimleri okuyordun, hangi yazarlardan etkilendin? Önce “heybende” neler var onu öğrenmek isterim? 

Yazarlık kariyerime başlamamamda en büyük rol oynayan isim lise yıllarımda keşfettiğim, Mısırlı yazar Andre Aciman’dı. Aciman’ın yazılarının, duyguları ve arzuları çok daha doğru değerlendirmeye başlamamı sağladığına inanıyorum. Fakat Aciman’ın bana kıyasla çok daha ağır, farklı bir dili vardı. Yazım tarzımı bir diğer şekillendiren de Amerikalı yazar Becky Albertalli’nin sevdiğim günlük ve akıcı diliydi. Ancak yazarken esinlendiğim tek dalın kitaplar olduğunu söylemek yanlış olur. İzlediğim filmler, okuduğum çizgi romanlar ve dinlediğim müziklere kadar her şeyden ilham alıyordum. Yazmaya ve hikâyeleştirmeye olan bakış açımı çok değiştiren üç film; American Beauty, Billy Elliot ve Forest Gump’dan bahsetmeden geçsem olmazdı.

Küçük yaşlarda deneme yazarak yazmaya başlamışsın. “Küçük yaşta” yazma deyince bu pek karşılaştığımız bir durum değil. Neler üzerine yazıyordun? 

İnanmak zor olsa da gerçekten yedi, sekiz yaşlarımda yazdığım kısa hikâyeler, hatta şiirler var. Elbette içerikleri çoğunlukla periler ve prensesler. Ancak ta o yaşımdan beri üzerinde durmaktan keyif aldığım tema hep duygular. On bir, on iki yaşlarıma, ergenlik yıllarıma girmeye başladıktan sonra yazılarım toz pembeliği yavaş yavaş kaybetti ve yaşadığım duygusal iniş çıkışları yazmaya başladım. Tıpkı günlük tutar gibi her kalp kırıklığımda ya da pişmanlığımda elime kalemimi alıp kısa denemeler yazdığım bir defterim vardı. Bu kitaptaki bazı duygu betimlemelerinde o defterime yazdığım denemelerden bölümler de var. Hatta Sam’in Elliot’a yönelttiği “Aşk nedir?” sorusuna Elliot’ın cevabı o deftere yazmış olduğum “Aşk nedir?” isimli denememin ta kendisi.

İlk kitabın “Bir Kelebeği Yakalamak”ı yazmaya 19 yaşında başlamışsın. Kitabın son haliyle kafandaki ilk hali arasında bir fark var mı? 

Elbette öncesinde birçok denemem olsa da 250-300 sayfalık bir kitabı yazmak kısa bir deneme yazmaktan çok daha başka bir matematik. Ve kitabı ilk yazmaya başladığımda bu matematiğe pek de hâkim değildim. Tek bildiğim aklımdaki karakterleri ve hikâyeyi anlatmak istediğimdi. Dolayısıyla elbette başta planlamış olduğum kurgu yazdıkça evrildi. Bu deneyim şu an üzerine çalışmakta olduğum diğer kitaplar için çok öğretici oldu ve her yazdığım paragrafla değiştiğimi, umarım geliştiğimi hissedebiliyorum.

Bu soru sana yüksek ihtimalle “parmak sallanarak” gelecektir ama ben merak ettiğimden soruyorum: Romanını neden yabancı karakterlerle, başka bir ülkede geçen bir hikâye üzerine kurdun? 

Zamansız ve mekansız konuları ele aldığımdan hikaye hangi ülkede geçerse geçsin anlatımı çok değişmeyecekti. Bu arzular, hayaller ve acılar dünyanın neresinden gençleri yazıyorsanız yazın var olacak. Dilerim ki, okurlar hikâyemin içine girdiğinde ve o duyguları karakterlerle birlikte yaşamaya başladıklarında coğrafyanın, ırkların ve cinsiyetlerin onlar için bir anlamı kalmaz.

Kitabın çok uzun bir gelişme bölümü var. Bu yer yer sıkıcı hale gelebiliyor. Bunun bir risk olabileceğini düşündün mü?

Bir okur olarak bunu ben de sık sık yaşıyorum, ancak bir sayfayı geçtikten sonra hikâye sizi kendine bağlar. Bu bağı güçlü bir gelişme bölümü olmadan yaratamaz. Bu alınması gereken bir risktir. Eğer okur karakterlerle ve onların hikâyesiyle yeterince bağ kuramasaydı gelecek hikâyeler için gerçekten yazık olurdu. Dilerim, bu gelişme bölümlerinde okur kendinden parçalar bulabilir ve güçlü bir empati kurabilir.

“Bir Kelebeği Yakalamak” yabancı bir yazarın imzasıyla elime geçseydi hiç şaşırmazdım. Tam tersi şekilde de kitaptaki isimler, yerler, kullandığın dili kitaptaki gibi kullansaydın “eğreti olmuş” derdim. Sanki uzun yıllar yurtdışında yaşamışsın, oralarda bu gençler nasıl takılır, ne yapar, ne eder çok iyi biliyormuşsun gibi yazmışsın. Bu dengeyi nasıl kurdun? 

Hatırlarsanız kitabımın başrolü Elliot babasının nasıl sevgi dolu, sanatsever ve umut dolu olduğunu asla dilinden düşürmüyordu. Tıpkı Elliot gibi ben de sanat aşığı bir ailede büyüdüm ve babası Arthur’u yazarken tamamen kendi ebeveynlerimden esinlendim. Onlar her zaman tüm kültürleri öğrenmemizi, farklılıklar üzerine düşünmemizi istediler. Böylelikle Amerikan kültürü okuduğum kitaplar, izlediğim filmler ve sosyal medya dolayısıyla oldukça hâkim olduğum bir kültür haline geldi.

Her bir karakterin kendilerini keşfetme sürecine bizi de yakinen dahil ediyorsun. Bunu yaparken sadece gözlem ve hayal gücünü mü kullandın? Gerçek hayattan izler de var mı?

Özellikle duygular ve arzular üzerine yazıyorsanız iyi yazı yazmanın en önemli gereksinimlerinden biri yazarın güçlü bir empati yeteneğinin olmasıdır. Empati bu kitapta benim en büyük silahımdı, hele ki bir kadın olarak iki başrol karakterin de erkek olduğu bir hikâye anlatıyorken. Ancak arzular ne kadar farklı şekillerde gelebilse de, o yaşlarda hep çok güçlüdürler. Çocukluktan çıkıp yetişkinliğe geçtiğim bu süreçte ben de çoğu genç gibi karmaşık duygular, hayaller, adlandırmakta zorlandığım arzular yaşadım elbet. Yazdığım karakterler benim birer parçamın kişileşmiş halleri.

“Bir Kelebeği Yakalamak” her ne kadar Elliot ve Sam’in “hayatlarını yaşanabilir kılma” noktasında kesişmesini anlatsa da ben Spider ve Tate’e tam oturan birer “yardımcı oyuncu” rolü verdiğini, onlar olmasa romanın eksik kalacağını düşündüm. Katılır mısın bu görüşüme? 

Kesinlikle, seve seve katılırım. Sinema tarihinde de edebiyat tarihinde de öyle ikililer vardır ki biri olmadan diğeri var olamaz. Benim için Elliot ve Spider’da, Sam ve Tate’de böyle. Hikâyemde ele aldığım en önemli konu dost olsun düşman olsun hayatına giren insanların seni nasıl etkilediği ve nasıl değiştirdiğidir. Duygusal bir rezonans etkisiyle her şeyin ve herkesin birbiriyle bağlı olduğudur. Bunu büyürken bizzat kendi hayatımı ve beni kalıcı olarak değiştirecek kadar etkili bir şekilde deneyimledim. Bu nedenle tıpkı kitabımın önsözünde de bahsettiğim gibi, hayatıma girip beni sevenlere de teşekkür ederim kalbimi parçalara ayıranlara da.

Kitabında “mutlu” anlar çok fazla yer tutmasa da içinden bir “umut” çıkarıyor insan ve geriye de “Kaybettiklerimiz olsa da hayat devam ediyor ve ona sarılmak lazım,” diyebiliyor. Doğru mu anlamışım? 

Hikâyemin başrolleri olan Elliot ve Sam umudunu kaybetmiş iki genç, ancak bize gösteriyorlar ki; umut yoksa her şey bitmiştir. Hayatta hep birilerini kaybederiz. Zamanla arkadaşlarımız, ailemiz hayatlarımızdan çıkar, yenileri girer. Herkesin yeri dolmayabilir, ancak yeni dostlar bize umut ve güç verir.

Yeni bir şeyler yazıyor musun? İkinci kitabınla ilgili planların var mı? 

Şu an üzerine çalıştığım bir devam kitabım var. Yardımcı rol olarak koyduğum karakterlerin de üzerinde bu kadar düşmemin sebebi buydu. Bu kitaptaki bazı karakterler kendilerini çok özletmeyecekler. Hikâye ile ilgili bir tüyo veremesem de söylemek isterim ki; bu sefer düşüncelerini ve duygularını pek okumamış olduğunuz ama eminim merak ettiğiniz bir karakter başrol haline gelecek ve hikâyesi İstanbul’da devam edecek. Bir sonraki kitapta görüşmek üzere!

edebiyathaber.net (10 Ocak 2023)

Yorum yapın