Bu bayram günü de dedemlerdeyiz. Tüm gün sokaktaydım. Dedem ağaca tırmanmamıza yardım etti, dut topladık. Annem bir gün önce, tepsi tepsi baklava açtığı için yorgun, ne yaptığımızla pek ilgilenmiyor. Kardeşim Ayça’yla saklambaç oynarken dutun kovuğuna saklandım. Ortaya çıkmasam kimse beni bulamazdı. Öğleden sonra bayram harçlıklarımızı harcamak için köy meydanına indik. Yol boyunca Ayça, almayı düşündüğü taç hakkında konuşup durdu. Birkaç dükkâna girdikten sonra okul bahçesinde arkadaşlarla oturup, çatapat patlattık, akşama kadar sallandık. Tam eve gireceğim sırada bileğimdeki saati çıkarıp cebime koydum.
Babam bir yere gitmişti, nereye olduğunu bilmiyorum. Akşam yemeğini yeni bitirmiş, çay suyunun kaynamasını bekliyorduk. Kapı çaldı. Gelen çerçi Yusuf. Şakakları kırlaşmış, upuzun boylu bir adam. Kafasına taktığı hasır şapka ve ipince bacakları ile tıpkı bir korkuluğa benziyor. Annem hep ondan alışveriş eder, kâh elbiselik kumaş, kâh tabak, çanak.
‘’Halil amcaya bakmıştım ben,’’ dedi. Dedem berberde sıra beklerken yan dükkânın sahibi çerçi ile tavla atardı arada, başkaca bir samimiyetleri yok. Annem içeri buyur etti. Korkuluk dedemi göremeyince girsin mi girmesin mi bilemedi.
Dedem yatak odasından seslendi, “Namaz kılıp geliyorum ben Yusuf, sen geç.”
Korkuluk dedemi duyunca girmeye karar vermiş olacak, anneme dönüp ‘’Akşam vakti ama yine de geldim. Yarın belki kocanı ziyaret edersiniz dedim, bayram ya hani?’’
‘’Yok, yok gitmeyeceğiz bir yere. Çocuklar var şimdi, sonra konuşuruz.’’ Kapıyı ardına kadar açarak, “Gir içeri, gir. Kapıda kalma,’’ dedi annem.
Kenara çekilip yolu açtı. Önlü arkalı mutfağa girdiklerinde, halının kenar çizgilerini pist yapmış araba sürüyordum. Korkuluk bana doğru yaklaşınca lamba biraz karardı. Dut ağacının kovuğuna yuva yapmış baykuşun üç kez öttüğünü duydum. Pencere demirlerinin gölgesi üzerime düştü. Bekçi düdüğünü çalarak evimizin yakınlarından geçti. Bacaklarımda titreme hissettim. Korkulukla göz göze geldik, haliyle küçük bir kaza oldu ve kamyonum, en yeni arabama çarptı. Neyse ki, kimse görmeden araba tüm hızıyla kanepenin altını boyladı. Korkuluğun başı neredeyse tavana değecekti. Belki de yerde uzandığım için, olduğundan daha uzun görünmüştür gözüme, bilemiyorum. Şapkasını çıkardı, kel kafalı, derisi kırış kırış, bembeyaz bir adam.
Kimse konuşmuyordu. Annem de odada bir ses olsun diye televizyonu açtı. Ses var, görüntü yok, televizyon yeterince çalışırsa bazen görüntümüz de oluyor. Spiker büyük bir mağaza hırsızlığını anlatıyor, soyguncuların yüzlerinde maskeler, ellerinde tabancalar falan varmış. Kasada ne var ne yok almış, polis gelmeden mağazadan ayrılmışlar.
İlk konuşan korkuluk oldu “Büyük olay ama paçayı kurtarmışlar.”
Annem böyle kısa yoldan zengin olma hayallerini sevmez. “Çoğu insan sıyıramazdı” dedi. ‘’Bunlar da yakalanır belki’’ diye ekledi.
Bu sırada dedem de koridordan geçerek mutfağa dönmüş, masanın bir ucuna oturmuştu. Pantolonunun içine soktuğu uzun kollu bir gömlek giyiyordu. Kumandayı eline alır almaz televizyonu kapattı. Bir türlü tamir edememiş, bu haliyle çalıştırmak istemiyordu. “Hoş geldin, Yusuf,” dedi. Mutfak dolabının üst rafından bardakları çıkaran anneme döndü. ’’Bir bardak da Yusuf’a koy, kızım.”
Annem kaynayan suyu demliğe döküp üzerine çay ekledi. Bardakları tepsiye dizip, çaydanlığın altını kıstı. Duvara yasladığımız kanepede uyuyakalan Ayça, annem yanına gelince uyandı. Çerçiden o gün aldığımız tacı hâlâ başındaydı, onu görseniz uyuyan güzel sanırdınız.
Yanımdan geçerken annemin ayağı park halindeki arabalarıma takıldı. “Oyuncaklarını ortada bırakma,” deyip masanın öbür ucuna oturdu. Birazcık emekledim, masanın altından geçerek Ayça’ya yaklaştım. Korkuluğun ayaklarının dibinde, koyu renk saçlarım, kapkara gözlerimle bir kargaya benzemektense, Ayça’nın yanında, cücelerden biri olmak istedim.
Çerçi Yusuf, “Bayramınız kutlu olsun, Halil amca,” dedi. Elini öpmek için eğildi. Adam öyle uzun boyluydu ki, iki büklüm olunca bir tuhaf göründü gözüme. “Camide göremeyince bir uğrayayım dedim.”
Elini vermedi dedem. “Sağ olasın, senin de bayramın kutlu olsun.’’ Yusuf’a öptürmediği eliyle boş sandalyeyi gösterdi: “Çocukların, karın nerede, niye gelmediler?”
‘’İyiler, evdeler.’’ Biraz düşündükten sonra ekledi, “dizileri varmış televizyonda.” Korkuluk hâlâ ayaktaydı. Tavandan sarkan mutfak lambasının hafif sağında duruyor, yüzünün bir kısmı gölgede kalıyordu. Buna rağmen konuşurken ön dişlerinden birinin kırık olduğunu görebiliyordum.
Gözlüklerini çıkarıp, biraz kendinden uzaklaştırarak camları kontrol etti dedem. “Otursana Yusuf’’ dedi, “iyice kirlenmiş, akşam çökünce de hiçbir şey seçemiyorum.”
“Ne zaman gözlük takmaya başladın?”
“Oldu biraz.”
‘’Yeni gördüm ben.’’
‘’Yanıma uğradığın mı var?’’
Korkuluk oturmayıp boğazını temizledi. Diliyle ön dişindeki boşlukla oynayıp sesler çıkarıyordu. Dedem daha fazla dayanamadı. Sesini yükselterek, azarlarcasına “Otur dedik oğlum. Ne diye dikiliyorsun ayakta?”
Annem durumu toparlamak için zoraki gülümsedi. “ Gören de seni ayakta beklettiğimizi sanır, oturmazsan ayıp olacak” Korkuluk tam da Ayça’nın karşısına oturunca, Ayça anneme iyice sokuldu.
Yusuf, kapıdan konuşmak yerine içeri girdiğine pişman. “Aslında ben de çok kalamayacağım, şey için gelmiştim, yani.’’ dedi.
Annemle dedem birbirlerine baktılar. Gecenin bir yarısı kapıyı çalan uzak komşuların hayırlı haberler getirmeyeceğini bilen annem. “Ne oldu, bir sıkıntı mı var?”
“Bilmiyor musunuz?”
Dedem kaşları çatık yanıtladı. “Neyi bilmemiz gerekiyordu da kaçırdık.”
Babamla ilgili bir şey için mi geldi acaba. Sıkıntı deyince aklıma babam gelmişti. Annem ayağa kalktı, ‘’geçeyim mi o tarafa, çay demlenmiştir.’’ Babamdan haber almadan önce biraz zaman kazanacaktı sanırım. Tezgâha ulaşması için dedemin de ayağa kalkması gerekiyordu. “Dur kızım, ben koyayım çayları,” dedi dedem. Ellerini mutfak bezine sildi, her birimizin bardaklarını doldurdu.
Çayından koca bir yudum aldı. Doğrudan konuya girdi Korkuluk.
Dedi ki. ‘’Bugün sizin torunlar uğradı dükkâna. Küçük olan, neydi adı?
“Ayça,” diye cevap verdi annem. Konunun babam hakkında olmadığı açıktı, geriye tek bir şey kalıyordu.
“Evet, evet. Ayça.” konuşmaya devam etmeden önce durdu biraz. “Yani aslında önemli bir şey değil ama haberiniz olsa iyi olur dedim.”
Anneme dönüp olanları anlatmaya başladı. “Bayram kalabalığı, sizin çocuklarla çok ilgilenemedim. Oğlan biraz uzakta toplara, arabalara falan baktı sadece. Ayça bana yakın tezgâhta tokalara, bebeklere. Çocuk saatlerinin önündeyken, fiyatını sordu, beyaz kordonlu bir saatti. İşte, yani, sizinkiler bir taç aldılar sadece, şu işte, yakıştı da hani.’’
‘’Ne diyorsun? anlamadım ki, bir şey.’’
‘’Diyorum ki, Ayça gidince saat sergisini yerine kaldırırken fark ettim. Beyaz saat yoktu.’’
Bunu kimse tahmin etmemişti. Annem, “Yapmaz benim kızım öyle bir şey” diyebildi. ‘’Siz de ne olsa bizden biliyorsunuz. Çocukla ne alakası var yani?’’
Dedem, ‘’Kanıt göster, boş boş konuşma.’’
Korkuluk, ‘’Ona sorsanıza, saati görmüş mü, görmemiş mi?’’
Annem, Ayça’ya döndü, ‘’Kızım çerçiden saat aldınız mı bugün?’’
Ayça’nın sessiz kalması olacak şey değildi, ya itiraf etmeli ya da yalan söylemeliydi. Olanlara bir anlam verememiş veya korkmuş olabilir, tek kelime etmedi. Yüzünü ellerinin arasına saklayıp ağlamaya başladı.
Annem konuşmak istiyor ama ne diyeceğini bilemiyordu. Babamın bazı alışkanlıklarının Ayça’da ortaya çıkması annemin hiç beklemediği bir şeydi. Elini kızının omzuna attı, çekip göğsüne bastırdı. Ayça’nın hafif, ani hıçkırıkları, kesik nefes alışı duyuluyordu. Babam yüzünden, hiçbirimizde Korkuluğa daha fazla karşı çıkacak güç yoktu.
Ben sanırım görünmez olmuştum, kimse bana bakmıyordu bile.
Dedem torununun ağlamasına dayanamayıp olanlara son vermek için “Siz çayınızı için o sırada bakayım cüzdanımı nereye koydum?’’ dedi, cüzdanını aramak için yatak odasına gitti. Ben de dedemi takip ettim, onun yanında olmak güvenliydi. Şifonyerin üstünde kolonya ve tarak duruyordu. Çekmeceyi açtı. Bir sürü kağıtla nüfus cüzdanlarımızı buldu ama cüzdanını bulamadı. Ben de kağıtları karıştırdım, arıyormuş gibi yaptım, cebimde ne var ne yok çekmeceye boşalttım.
Korkuluğun, “Önemli değil, sonra verseniz de olur, borcunuz olsun, bir sürü çocuk yapıyor böyle şeyler,” diyen sesi uzaktan geliyordu.
Dedemle birlikte mutfağa döndük “hayır, hayır” “Param var şimdi ödesem daha iyi. Sen tekrar gelmekten kurtulursun…”
“Yok ondan gelmedim ben.”
“Ben de borçlu kalmaktan kurtulurum.”
Dedemin gözü masanın üzerinde dolaştı. Buzlu suyla dolu bir sürahi, su bardakları. Çay bardakları yarım kalmış. Masadan kaldırıp tezgâha koymuşlar.
Korkuluk, “Senin cüzdan da Ayça’nın cebinden çıkmasın, Halil Amca,” deyince annemin aklına geldi, ‘’Baba, arka cebine baktın mı?’’
Tabi ki cüzdanı Ayça alacak değildi.
Korkuluk parasını alınca gitti. Ancak o zaman divana sırtımı dayayıp derin bir nefes alabildim. İçime çöreklenen utanç olduğunu sandığım şey dağıldı. Bir bardak su istemek için ağzımı açtığımda, tıpkı bir karga gibi “gaaakk” diye bir ses çıktı ağzımdan.
edebiyathaber.net (9 Şubat 2023)