Can Yücel sobanın başında paltoyla niye oturuyordu? | Metin Celâl

Şubat 22, 2023

Can Yücel sobanın başında paltoyla niye oturuyordu? | Metin Celâl

“Sombahar İki Aylık Şiir Dergisi” Eylül – Ekim 1990’da yayınlanmaya başladı. Sahibi Ferdi Arutan, Genel Yayın Yönetmeni Orhan Kahyaoğlu, Yazı İşleri Müdürü. K. Celâl Gözütok’tu. Dergiyi kuran kadro içinde Enver Ercan da var. Ben derginin ismini Orhan Kahyaoğlu koydu sanıyordum ama geçenlerde buluştuğumuzda “Sombahar ismini Enver bulmuştu,” dedi. Sanıyorum, dergi fikri de Enver’den gelmiş. O sırada Almanya’da yaşıyordum ve nadir telefon konuşmalarımızdan birinde “Yeni bir şiir dergisi yayınlıyoruz” haberini de Enver vermişti. 

Su Yücel, Tuncel Kurtiz, Can Yücel ve Güler Yücel (kaynak: Sanatatak internet sitesi.) 

Enver Ercan’ın Sombahar’ın yönetiminde resmen görünmemesinin sebebi aynı zamanlarda Varlık Dergisi’nin yayın yönetmeni olmasıydı. 4. Sayıdan itibaren yazı kurulu künyede yer almış ve Orhan Kahyaoğlu ve K. Celâl Gözütok’la birlikte Enver’in de adı dergide geçmeye başlamış.  

1980’lerde Üç Çiçek, Yaşam İçin Şiir, İmge Ayrım, Yeryüzü Konukları, Poetika, Fanatik dergilerini çıkarmıştık. Hepsi kısa ömürlü dergilerdi. Geriye arkadaşlarımızın çıkardığı Şiir Atı kalmıştı. Şiir Atı düzenli olarak çıkamasa da kararlı bir şekilde yayının sürdürdü ve içerik olarak dolgun sayılar yayınlandı. Sombahar dergisi ve Korsan Yayınları bizim kuşağın ve arkadaş çevremizin en uzun soluklu projesidir. Bunda kuşkusuz dergi ve yayınevinin sahipliğini üstlenen Ferdi Arutan’ın büyük özverisi etkili olmuştur. Ben, Ferdi’yi daha önceden tanımıyordum. Ama Kadıköylü şair arkadaşların sanata ilgisi, şiir severliği ile tanıdığı bir arkadaşlarıymış. Ferdi dergi projesine sermaye koymakla kalmamış, bizzat yönetimde de yer almıştı. Dürüst kişiliğiyle, içtenliğiyle tanıştığımızda hemen sevdiğim, dostluğuna önem verdiğim biri oldu Ferdi. 

Sombahar sadece uzun soluklu bir dergi değildi, içeriğiyle de 80 Kuşağı’nın şiir anlayışını sürdüren, 90 Kuşağı şairlerine yol açıp hem eserlerine yer veren hem de düşüncelerini açıklamaları sağlayan bir yayındı. 

Dergide hemen her sayı bir dosya konusu yer alıyor, gelen yazılara ve tepkilere göre bu konular birkaç sayı da sürdürülebiliyordu. “Savaş ve Şiir”; “Modernizm, Modern Şiir, Türk Şiirinde Modernizm Kavramı (1-2-3)”, “Şiir ve İntihar(1-2)”, “Şiir ve Eleştiri (1-2)”, “Ozan Şarkıcılar”, “Şiir ve İktidar (1-2-3)” konuları dosya olarak ele alınmış. “Kadın Şairler Altarı Özel Sayısı”, “Nazım Hikmet Özel Sayısı”. Otuz beşinci ve son sayı da “Kıbrıs Şiiri Özel Sayısı” hazırlanmış. Birçok önemli tartışma ve polemik de yayınlanmış.  

Dergide şairler için de “özel bölümler” hazırlandı. Seksen kuşağı şairlerinden başlayarak genişleyen bir bakış açısı ile Ahmet Güntan, Metin Altıok, Mehmet Müfit, Akif Kurtuluş, Enis Batur, Metin Celâl, Gülseli İnal, Hulki Aktunç, Tuğrul Tanyol, Ebubekir Eroğlu, Nilgün Marmara, Sami Baydar, Lâle Müldür, küçük İskender, Mehmet Taner, Engin Turgut, Melih Cevdet Anday, Egemen Berköz, Tarık Günersel, Halit Asım, Salah Birsel, Orhan Alkaya, Haydar Ergülen, Birhan Keskin ve Can Yücel’e derginin özel bölümlerinde yer verilmiş.

Şiir ve müzik kitapları yayınına odaklanan yayınevinde de aynı bakış açısı sürdürüldü. Haydar Ergülen, Orhan Alkaya, Tuğrul Tanyol gibi kuşağımız şairlerinin yanı sıra Metin Altıok, Salah Birsel, Ece Ayhan, Can Yücel gibi birçok ustanın kitapları da yayınlandı.   

Benim Sombahar’a katkılarım Almanya’da yaşarken başlamıştı. Bir süre sonra İstanbul’a döndüğümde bu katkı daha da yoğunlaştı. Hemen her sayı yazılarla destek verdim, şiirlerim dergi sayfalarında yer aldı. Burçağ Kesim’in Sombahar’ı inceleyen yüksek lisans tezine göre dergide 13 şiirim ve 19 yazım yayınlanmış (*). Şairlerle, eleştirmenlerle de söyleşiler yaptım. 16. Sayıdan itibaren de künyede adım görülmeye başlamış. Enver Ercan, Orhan Kâhyaoğlu ve Evren Erem’den oluşan yazı kuruluna katılmışım. 

Derginin yazıhanesi Cağaloğlu’nda tam valiliğin çaprazındaydı. Hemen her gün dergide buluşurduk. Önceki kuşaklardan şairler de konuğumuz olurdu. Ece Ayhan hiç sektirmeden her hafta gelir, önce o dönem İstanbul Valisi olan Hayri Kozakçıoğlu’nu ziyaret eder, sonra dergiye uğrar, çayını içer, sigarasını tüttürür, sohbet ederdi. 

Derginin yayın sekreterliğini onca şairin arasında tek öykücü olarak Murat Yalçın yürütüyordu. Murat o sıralar İstanbul Üniversitesi’nde öğrenciydi. Murat’tan sonra görevi 90 kuşağı şairlerinden Ayhan Kurt devralmıştı. 

Can Yücel seksenli yılların başından beri tanıdığımız, bize her zaman destek veren bir ustamızdı. Sombahar’ın birçok sayısında şiirleri yer almış, Korsan Yayın’dan da “Gece Vardiyası” kitabı çıkmıştı. Mart – Nisan 1996 tarihli 34. Sayı için Can Yücel Özel Bölümü hazırlamaya karar vermiştik. Özel bölümde Orhan Kahyaoğlu, Yücel Kayıran, Mehmet Yalçın ve Hasan Bülent Kahraman’ın yazıları, Can Yücel’den şiirler ve bir söyleşi yer alacaktı. 

Can Yücel Kuzguncuk’ta oturuyordu. Söyleşiyi yapmak üzere bizi evine davet etmiş. Şubat ayında soğuk bir gün yayın kurulu olarak misafiri olup toplu söyleşi yapacağız, şiirlerini alacağız. Yayın kurulunda Necmiye Alpay, Orhan Kâhyaoğlu, Evren Erem ve ben varım. 

Can Yücel telefonda Orhan’a vereceği şiirlerden birini okumuş. Orhan bize “Çok güzel bir şiir yayınlayacağız” diye heyecanla anlatıyor. O şiiri ve Can Baba bize vermek üzere başka şiirler de hazırladıysa onları da alacağız. 

Puslu bir İstanbul havasında Can Yücel’in evine gittiğimizi anımsıyorum. Kapıyı kendi açıyor. Bize hemen girişte, holde yer gösteriyor. Hol oldukça loş, bir soba var, Can Baba’nın üzerinde de meşhur kalın paltosu. Tabii “Neden paltolusun abi?” diye soramadık ama kısa bir süre sonra sobanın yanmadığını anladık. 

Biz bir yerlere ilişirken üst kattan elinde boş bir file ile Güler Abla indi. Can Baba’nın eşi Güler Yücel hemen hepimizi tanırdı, bizi görmekten, konuk etmekten memnun olurdu. Evlerine çekinmeden gönül rahatlığıyla giderdik. Can Baba söyleşi için eve davet edince de kalabalık ederiz diye düşünmeden gitmiştik. 

Güler Abla mahallenin pazarı olduğunu, alışveriş edip geleceğini söyleyip çıkarken “Can Abiniz içkiyi bıraktı. Evde hiç içki bırakmadık. Sakın almayı teklif etmeyin. Aman içki içmesin. Sağlığı yine iyi değil” diye bizi uyarmıştı. 1980’de Can Yücel’le tanıştığımdan beri Güler Abla’nın bu uyarılarına alışkındım. Tabii, içki içmeyiz, dedik ama içki içirmeme konusunda güvence vermemiz mümkün değildi. Koca adamı nasıl önleyelim. Zaten hiçbir zaman da önleyememiştik. 

Güler Abla bize bu uyarıları yaparken Can Baba sigarasını içerek ses çıkarmadan dinliyordu. 

Güler Abla pazara gitti. O sırada da biz üşümeye başlamışız. Birimiz çay yapmayı, diğerimiz sobayı yakmayı teklif etti. 

Can Baba çay yapılmasına itiraz etmedi ama sobayı yakmak için hamle edince durun der gibi bir el hareketi yaptı ve sobanın kapağını açtı. Ben herhalde sobanın içi külle dolu onu işaret ediyor diye düşündüm.  O zamanlar evim sobalı olduğu için bu işlerde deneyimliyim, küller için kovayı almaya bile hamle ettim. 

Bu sırada Can Baba sobanın içinden bir şişe şarap çıkarmıştı bile. Meğerse Güler Abla’dan gizli aldığı şarapları sobanın içine saklamış. 

Biz çaylarımızı o şarabını içerken söyleşiye başladık. Sohbete çok dalmış anlaşılan ki Can Baba kapının açıldığını ve Güler Abla’nın geldiğini fark edememiş ve elindeki şişeyi sobaya zulalayamadan yakalanmıştı. 

Güler Abla haklı olarak hem Can Baba’ya hem de onun içmesini önlemedik, hatta gidip içki aldık diye bize söylenmeye başlamıştı. Sanırım şişeleri sobaya sakladığını bilmediği için birimizin bakkala gidip şarap aldığını düşünmüştü.

Nahoş bir durum. Söyleşiyi yarım bırakıp kalksak mı, devam mı etsek bilemiyoruz. O sırada kapı açıldı Tuncel Kurtiz yanında genç bir kadın arkadaşı ile içeri girdi ve daha adımını atar atmaz tirada başladı.

Duyduk ki Mustafa huruç eylemiş
Aydın elinde Karaburun’da
Bedreddin kelamın söylemiş
Köylünün huzurunda…

O sıralarda sahnelediği Şeyh Bedrettin Destanı’ndan dizeler okumakla kalmıyor bir de sahnedeymiş gibi dansla karışık voltalar atıyordu. 

Anında hava değişti. Güler Abla sitemlerini unuttu. Can Baba sobadaki zuladan şarap şişelerini çıkardı, herkese ikram etti. Sohbet de tatlandı. Tuncel Kurtiz birlikte yaşadıkları hoş anıları anlatıyor, Can Baba onu tamamlıyor. Herkes keyifle gülümsüyor…  Biz de bu hoş havadan yararlanıp gitmek için izin istedik.   

 * Burçağ Kesim, Sombahar Dergisi üzerine bir inceleme, Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üniversitesi. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, 2021.  

edebiyathaber.net (22 Şubat 2023)

Yorum yapın